Eflâtun, en iyi devlet şekli olarak seçkinler zümresinin idaresiyle aristokrasi başında bir filozofun yer aldığı tek adam yönetimini yani monarşiyi gösterir.(1) Eflatun için demokrasi sakıncalı bir yönetim biçimidir. Demokrasi halka; eşitlik ve özgürlük vadederek onlara renkli bir dünya sunar. Halk bu yönetimden memnundur, çünkü toplum ekonomik olarak büyümektedir, her yerde çok büyük yatırımlar yapılmaktadır. Ancak bütün bunlar bir göz boyamadır. Bütün değerleri alt üst eden demokrasi, “bilinç düzeyi düşük insanların oluşturduğu, düzenden yoksun bir düzendir.”(2)
Demokrasi “içgüdülerin akla hâkim olduğu” bir yönetim şeklidir. Yöneticilerin bilgi sahibi olmadığı bir toplumda her türlü düşünceye yer bulunur. Burada renklilik düzeni değil, düzensizliği doğurur. Çünkü yöneticinin amacı toplumsal istikrarı sağlamak değil, kendi koltuğunu korumaktır. Demokrasi insanı, iştihanın hakim olduğu insandır. Bencildir, kendi çıkarları ön plandadır, eğlence, servet, zenginlik gibi her türlü olumsuz değerleri içinde barındırır.(3)
Platon’a göre demokrasi insanı, zenginliği, parayı, mal mülk edinmeyi yaşamında ön plana çıkartan, tutumluluğu ve çalışkanlığı öven oligarşik insan tipinin bozulmuş şeklidir. Bütün yaşamını, isteklerin, hatta zaman zaman, bedene, ruha, akla ve ölçüye zarar veren zorunlu olmayan isteklerin yönettiği insandır. Yaşamda, içinde kabarıp sönen isteklerin ritmine göre yol alır, aklı gerçeği, doğruyu kapı dışarı eder, isteklerin kimisinin iyi, kimisinin kötü, kimisinin geliştirilmesi, kimisinin dizginlenmesi gerektiğini kabul etmez; canı o an ne istiyorsa onu yapar.(4) Demokrasi herkese eşit fırsatlar sunmak adına, bilgiye sahip olan erdemli insanlara öncelik vermez.
Eşref-i Mahlukat olarak yaratılan insanın(5) dokunulmaz olan, insan için zaruret olan hakları vardır. Bu haklar insana yaratılışından verilmiş olup, yaratıcısı tarafından kendisine ikram edilmiş olan haklardır. İslam’ın insan için tanıdığı fıtri haklar ile modern düşüncenin ortaya attığı hak ve özgürlükler ile herhangi bir bağlantısı ya da benzerliği yoktur. Allah’ın insana, kulu olarak tanıdığı haklar yaratıcısı tarafından tanımlanmış sınırları çizilmiş, bu sınırların ihlali yasaklanmıştır.(6) Herhangi bir insan, dünyanın neresinde olursa olsun, hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, hangi ırka mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, bu özelliklerin Allah’ın ayetleri olduğu bildirilmiştir.(7) Allah tarafından verilen bu fıtri haklarının korunması emredilmiştir. Bu haklar İslam Hukuku’nda, can,(8) mal,(9) akıl,(10) nesil (11) ve din emniyeti (12) olarak yer almıştır.
Modern düşüncede insan haklarına yönelik tanımlamalar seküler bir zeminde ve Batı merkezlidir. Batı merkezli düşünce ve tanımlamalar, “kendi” merkezli olup, kendi dışındakilerini “ötekileştiren” mahiyet içerir.(13) Vahyin tanımladığı haklar ise, bütün kuşatıcılığıyla evreni içine alan, kendine has varlığını koruyarak derinlemesine tahlil yapar ve kayırmacılıktan uzaktır. İnsan, kendine ait olan bu haklarının her zaman güvence altında olmasını ister, toplumu yöneten idari kadronun da, insana ait olan bu verili hakları koruması, güvence altına alması ilk öncelikli görevidir.
İslam Hukukunda özel bir yeri olan bu haklar, tarihsel süreçte her zaman hassasiyetle korunmuş, dokunulmazlıkları muhafaza altına alınmıştır.(14) İslam hukukunun insana tanıdığı hakları, bugüne kadar diğer hukuk sistemleri kabul etmiş ve uygulamaya koymuş değildir.(15) Bu hakların korunması fertlerin emniyetini sağlamakla birlikte aynı zamanda toplumun genel huzurunun dengede tutulmasında, huzur ortamının sağlanmasında da öncelikli işlev görmüştür. Ne zaman ki insanların yaratılışından verili olan haklarıyla oynanmaya başlanmış, karşılıklı güven ve huzur da ortadan kalkmıştır.
Modern Devletin temellerini atan en önemli düşünürlerden Machiavelli, kiliseyle devletin bağlarını koparmak üzere ortaya attığı fikirleriyle, yeni devlet oluşumunun da temellerini kurguluyordu. Machiavelli yeni devlet felsefesinde devleti kuracaklara akıl verirken, “ İstediğinizi yapabilirsiniz”, “artık hiç kimseye hesap verici değiliz” diyordu. İşgal edilen ülkeler yok edilmeden hakimiyetin kurulması söz konusu değildir.(16) İnsanları güzel şeylerle bir şeye inandırmak kolaydır. Ama önemli olan bunu onlarda bir inanç haline getirmektir. Bunun da yolu şiddetten geçer.(17)
Kimseye hesap vermeyeceğiz derken, kilise nezdinde Allah’a karşı hesap verilmeyeceğini savunarak, insanı yönetecek erke, verili olan bütün değerlerin de terk edilmesi gerektiğini buyuruluyordu. Tanrı Krallığı dışında, tamamen insan krallığına dayalı bir devlet arayışı esası teşkil etmekteydi.(18) Bir dünyevileştirici olarak, verili olan bütün kutsalların yıkılması gerektiğini, değerlerin ve kutsalların ise bundan sonra sadece akılla belirlenebileceğini savunurken, insan onurunu da zaman içerisinde nesneye çevirecek girişimin temelleri bu paradigma üzerine kuruldu. Bundan sonra konuşacak olan egemen sınıf ve onların iktidarı, konuşurken göklerden yere indirdikleri iktidarın yeni insan ilahları olarak konuşacak, tamamen dünyevi kazançların hesaplarıyla hemcinslerini istedikleri gibi şekillendireceklerdir. Kurgulanan yeni iktidar yapısı, ilahi olandan soyutlanmış, aklını belirleyici olarak gören insan üzerinde somutlaşmıştır.
İnsan suretinde somutlaşan, merhametsiz ölümlü ilahlar için, yeni varoluş dayanakları gerekmektedir. Bu dayanakların en başında gelen ise, yöneticilerin zalim olmaktan ve güç kullanmaktan çekinmemesi bir ilke olarak tezahür eder. Dört yüz yıl önce temelleri atılan, 19 ve 20. Yüzyılda kurumsallaşmaya başlayan modern dünyada, modern algının ortaya çıkardığı yeni devlet yapısında, insan hemcinsi olan egemenlerin tek hedefi olmuştur.(19)
20. Yüzyıl, modern ulus devletlerin altın çağını yaşadığı bir yüzyıldır denilebilir. Kurumsallaşmış yapıları, merhametsiz bürokrasisi, organize orduları ve mekanik güçleriyle, meclislerinden çıkardıkları yaslarıyla bütün yeryüzüne ve insanlığa unutulmayacak zulümlerin yaşandığı bir tarih yaşatmıştır. İnsan Hakları söylemi bir bakıma, şiddeti meşrulaştırmanın bir aracı olarak kullanılmıştır.(20) Soykırıma varan savaşlar, bombalanan kentler, nükleer patlamalar, toplama kampları, kişisel cinayetlerin bir veba salgını gibi yayılması… Bu yüzyıl tasarlanmış olsun ya da olmasın, şiddetin her türünün hak ettiğinden çok daha fazlasına tanık oldu,(21) olmaya devam etmekte. Üstelik daha fazlasına tanık olmak içten bile değil.
Kuşkusuz gelecek yüzyılın tarihçileri, bu yüzyılın şiddet kasırgalarına karşı ayakta kalmak için mücadele veren cesur insanların öykülerini kaydedeceklerdir. Gettolarda tünel kazanların, kendilerini imha etmeye çalışanların planlarını boşa çıkarmaya azmedenlerin, kaybedilen yakınlarının adlarını üstüne yazdıkları beyaz başörtülerini başlarına örtüp, terörist bir devletin gölgesinde sessizce yas tutan kadınların, evlerinin tarlalarının yakılıp yıkılmasına ağlarken, istilacıların mahsullerini talan etmemesi için dua eden etnik temizlik kurbanı kadınların ve erkeklerin öykülerini ibretle kaydedecektir.(22)
Bu zulümler bugün de halen devam etmektedir. Varoluş amacını kaosa odaklayan ve kaos merkezli kurgulayan modern devletler, hem kendi halklarına hem de kendi dışındaki insanlığa unutulmayacak zulümleri reva görmüştür ve halende görmektedir. Şiddeti kendi mantığında meşrulaştırmak isteyen modern dünyanın müstekbirleri, kendi karşısında duranları öteki olarak belirlemiş bu öteki üzerinde sınırsız ve orantısız şiddeti meşrulaştırmıştır.
Bauman’ın dediği gibi, hem modern devlet hem de modern akıl kaosa gereksinim duyar, sadece düzen yaratmaya devam etmek için bile olsa. Her ikisi de çabalarının gerçekleşmesi sonucunda serpilip gelişirler.(23) Bunun pratikliğini yaşadığı çağa tanıklık eden herkes görmektedir. Kaosun hakim olması demek, modern devletin bekasının küresel ölçekte devamı demektir. Bu rast gelen oluşan bir kurgu olmaktan öte, planlanmış organizeli bir gelişmedir.
Sağlıklı aklın düşüncesinde, düzenin ötekisi olan kaos salt olumsuzluktur. Bu düzenin olmak istediği her şeyin reddidir, yani düzenin zıddı kaostur, kargaşadır. Fakat modern algı ve onun kurgusu olan modern devlet için, düzen ve kaos birbirine karşı, birbirini çalışır hale getirmek için kurulur. Parçalanmışlığın getirdiği avantaj, kaosla birlikte yönetilebilir bir dünyanın da varlığını sağlar.(24) Bilakis kaos kurulan düzenin bilinçli yan etkisidir, sonucudur. Kurulan düzenin olmazsa olmaz koşuludur. Kaosun olumsuzluğu olmazsa, düzenin olumluluğu da olmaz. Kaos olmadan modern düzen olmaz.
Modern devlet kurgusunda, zor aygıtları, hukukun uygulanmasını sağlar. Bu anlamda devletin ayırdedici yönü, zor kullanma yetkisinin meşruluğundadır. Zor kullanma yetkisinin meşruluğunu koruyan en önemli ilke, ideal olarak zor aygıtlarının hukukla bağlı oluşudur. Her tür egemenlik kurucu bir şiddete referans verir ve her tür hukuk bu kurucu şiddetin anısını korur, bu şiddet adına egemen olmayı sürdürür. İktidar modern anlamıyla kimin öleceğine, kimin kalacağına karar verir.(25) Devletin zor kullanma yetkisinin meşruluğuna işaret eden bir başka söz, “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sözüdür.(26)
Kendilerini Kadiri Mutlak bir devlet erki olarak görenler her türlü şiddet girişimini etkin kılma için ve bunu da kendilerinin yegane buyurgan olduklarını göstermek için gerekli veya gereksiz şiddeti uygulamaktan geri durmazlar.(27) Gerçekte bütün bunlar, iktidarın görünümünün ya da büyülü gerçekliğinin en açık gösterimlerinden birini sunmaktadır. Bunun böyle olmasında en etkin düşünce de ulusçuluğun getirdiği devlet anlayışıdır. Sosyolojide ulus hayal edilmiş siyasi topluluktur(28) ve ulus olma ideası, icat edilen en etkili uyuşturucu maddedir. İnsan sadece yurttaştır ve yasalara saygı duymak zorundadır. İktidarın istediği gibi davranmasının önü, meşru olarak açılmış olur. Sağlanmış olan hayali meşruiyetin iktidarı, burada kendi varlığını ortaya koyar. Uyruğundakilerin varlığına, ürettiklerine, emeklerine ve hatta kanlarına; yani nesnelere, zamana, bedenlere ve nihai olarak yaşamın kendisine el koyar. İktidar bir el koyma hakkıdır.(29) Genel bir hukuk bilincine sahip olan her toplumun; kin, yalan, casusluk veya cinayet olarak nitelendirdiği olgular, ulus belirlemesinin soyut bir ilkesi uğruna gerçekleştirildiği anda, haklı eylemler olma niteliği kazanır. Böylece bir anlamda vicdana, yani üst benliğe uyuşturucu verir. Öyle durumlar vardır ki, uluslar bireylerinden (şiddet içerse bile) ulus adına davranmalarını isterler ve hatta bunu emrederler.”(30) Böylece şiddet eylemi de meşrulaştırılmış olur.
Modern akıl kurgusunun ve dolayısıyla onun devlet tasavvurunun övünebileceği en önemli başarısı, dünyanın ve insanın parçalanmışlığıdır. Demokrasi bu parçalanmışlığı sağlayabilecek en ideal yöntemdir. Geleneklerinden ve göreneklerinden koparıldığı, köksüz bırakıldığı için, toplum iktidarların aşırılıklarına tepki veremeyen atomlaşmış kalabalıklara dönüşmüştür.(31) Parçalanma, modern algının gücünü aldığı en önemli hatta tek kaynaktır denebilir. Birçok sorunla limelere bölünmüş dünya ve parçalanmış insanlık, yönetilebilir en ideal dünyadır. Modern devletler de kendi tebası olan vatandaşlarını, kendi içerisinde parçalayarak, güçsüz ve sorunlar yumağına mahkum ederek yönetirler. Bu tavırları bilinçli olup, amaçları parçalanmışlık üzerinden gerçek bir mutlakiyet elde etmektir.
Demokrasilerde sorun çözme çabaları da sürekli yeni sorunlar üretir, her düzenleme faaliyetleri yeni kaos alanları ortaya çıkarır. Sürekli ikilik çıkarmak, kendi dışındakini ötekileştirerek tekçilik vurgusu yapmak, iktidarda kalabilme uygulamalarındandır. Modern devlet ve onun egemenleri, çıkardıkları yasalarla yeni kaoslar oluşturmaya ve oluşturdukları kaosları da yok etmeye çabalar. Modern devletin toplumsal huzur söylemleri, geçmişi insafsızca yargılarken, geleceğe değer katmaya çabalamak adına bugünü değersizleştirmek içindir.
Fark edebilmek için dikkat edilecek en önemli nokta çözüm arayışlarındaki çabalarıdır. Hayatın her alanıyla ilgili olarak ortaya sundukları çözüm önerileri her zaman çözümsüzlüğe işaret eder ki, bu gelişi güzel ortaya çıkan bir uygulama değil, bilakis bir metottur. Her çözüm girişimleri başka kaosları meydana çıkarmak, oluşan kaosları derinleştirmek için devlet gücüyle sergilenen ve adı hukuki olan aldatmacalardır. Neyin hukuki ve hukuk dışı olduğuna da kendileri karar verir.
Sadece kendi paradigmasında yeni bir dünya kurgulamak için kaos merkezli oluşuma giden modern zihin ve onun modern devleti, insana ait değerleri de yeniden tanımlayarak, tanımlamasının karşısında ne ve kim varsa ötekileştirerek varlığını sürdürmeyi düşünmektedir. Buradan vardığı yer ise, insana ait olan fıtri hakları da ilahi olan anlamından kopararak, yeniden tanımlamaktır.
Yeniden tanımlaması sonucu ortaya çıkan kaos ortamı, asıl hedefine ulaşmakta kullandığı yöntemdir. Bu noktadan sonra insana ait fıtri haklar anlamsızlaşır, değersizleşir, itibarını kaybeder. Artık insan için, canının, malının, aklının, dininin ve neslinin seküler/dünyevi tanım içinde bir karşılığı yoktur. Bu karşılık, modern devletlerde olmadığı gibi, günümüzde kabuk değiştirmeye çalışarak postmodern olma çabaları veren versiyonunda da yer almaz.
Dipnotlar:
1-Platon, Devlet, s.135. s.225
2-Arslan Topakkaya-Bengü Özyürek Şahin “Sakıncalı Rejim Demokrasi: Platon-Aristoteles Örneği” Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2015 Güz sayı 20, sayfa 197- Demokrasi herkese eşit fırsatlar sunmak adına, bilgiye sahip olan erdemli insanlara öncelik vermez. Demokrasilerde yurttaşlar yetenekli olup olmadıklarına, politika sanatını bilip bilmediklerine bakılmaksızın seçimle ve çoğu kez kurayla devletin başına getirilirler.
3-Muttalip Özcan Temel Dayanakları Bakımından Demokrasi: Antik ve Modern-Serbest Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 3 (6-7), Mayıs-Aralık, 2009, sayfa 133-Sürekli özgürlükten bahseden halkı yönetenler, zamanla her özgürlük isteğini karşılayamaz olunca, halk onları suçlamaya başlar. Özgürlük isteği, sınırları zorlar, hızla gelişir ve sonunda demokrasiyi köleliğe çevirir; “aşırı özgürlüğün tepkisi, insanda da toplumda da aşırı bir kölelikten başka bir şey” değildir. Sonuçta da halk yönetiminden, ondan daha bozuk olan bir devlet düzeni olan tiranlık doğar.
4-Muttalip Özcan a.g.m.
5-Tin 95/4
6-Bakara 2/27, Ali İmran 3/19, Nisa 4/13, Tövbe 9/112 vb.
7-Rum 30/22
8-İsra 17/33
9-Bakara 2/188, Nisa 4/29
10-Maide 5/90
11-İsra 17/32
12-Bakara 2/256
13- Recep Şentürk “İsmet Ademiyettir”: İnsan Haklarına Fıkhi Yaklaşımlar” Köprü Dergisi (Güz 2006 (96. Sayı)
14- Recep Şentürk İslam’da Azınlık Hakları: Zımmi Vatandaşa İnsan Hakları Araştırmaları Yıl 4 sayı 6 Ocak-Haziran 2006 sayfa 47
15- Servet Armağan İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler sayfa 85
16-Machiavelli Prens sayfa 27
17-Machiavelli Prens sayfa 33
18-Faruk Deniz Machiavelli Şeytan mı İnsan mı? İ.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No: 23-24 (Ekim 2000-Mart 2001)
19-Yirminci Yüzyılda Soykırım ve Katliamlar UHİM Yayına hazırlayanlar Fadime Türkölmez-Hüseyin Türkanlı
20-Eray Yağanak Şiddeti Meşrulaştırmanın Bir Aracı Olarak Evrensel İnsan Hakları Söylemi İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27, 2009, s. 1-12
21-John Keane Şiddetin Uzun Yüzyılı sayfa 13
22-John Keane a.g.e. sayfa 13
23-Zygmunt Bauman Modernlik ve Müphemlik sayfa 22
24-Zygmunt Bauman Modernlik ve Müphemlik sayfa 26
25-Nazar Bal Sosyolojide Şiddet Kavramı
26-Suavi Aydın Amacımız Devletin Bekası sayfa 16
27-Zygmunt Bauman Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları sayfa 30
28-Benedict Anderson Hayali Cemaatler sayfa 20
29-Ferda Keskin Foucault’da Şiddet ve İktidar
30-Celal İnal – Şiddetin Doğası Üzerine
31-Alain Touraine Modernliğin Eleştirisi 99