Son günlerde Doğu Türkistan’da yaşanan zulme siyasi ve sivil kesimden dikkat çeken açıklamalar gelmeye başlamıştı. Fakat çok ilginçtir bu açıklamalardan hemen sonra Çin’in Ankara Büyükelçisi ortaya çıktı ve Doğu Türkistan’da yaşanan zulmün eleştirilmesi durumunda Çin ile ticari ve ekonomik ilişkilerin zarar gelebileceğini, özellikle ülkemizde büyük yatırımlar yapmak isteyen enerji ve alt yapı şirketlerinin bundan etkilenebileceğini ifade etti. Çin büyükelçisi kendince akıl vermeye de kalktı ve şunları söyledi: “Dostlar arasında yanlış anlaşılma olabilir fakat biz bunları diyalogla çözebiliriz, böyle yapmayıp her yerde eleştiride bulunmak ortak güven ve anlayışı zedeler ve ekonomik ilişkilere zarar getirir.”
Zulmü icra eden zorbalar acaba bizim boynu kırılmış bir koyun gibi tepkisiz kalmamızı mı bekliyorlar? Zira yaşanan zulme dikkat çekebilmek için ne zaman bir açıklama yapılsa ilgili bir şahıs ortaya çıkıyor ve kötüye kötü demeyin diyor. Adam kalkmış diyor ki biz zulmedeceğiz siz çıkarlarınız için ses çıkarmayacaksınız… Eee peki ne yapacağız? Afganistan’da, Suriye’de, Yemen’de, Filistin’de yaşanan işgal, katliam ve sürgünlere ABD ve İsrail ile yapılan anlaşmalara zarar gelmesin deyip göz mü yumacağız. Kafkasya’da yaşanan zulme Rusya ile ilişkilerimize zarar gelmesin deyip göz mü yumacağız. Doğu Türkistan’da yaşanan zulme aman Çin ile ilişkilerimize zarar gelmesin deyip göz mü yumacağız? Yani İslam toplumları var oluş hedeflerinden uzaklaşıp, bölünmeye, parçalanmaya, sömürü odaklarının kuklası olarak yaşamaya devam etsin öyle mi? Aman sorun çıkmasın aman çıkarlarımıza zarar gelmesin deyip, kötünün kötü olduğunu söylemeyen bir toplum kişiliğini kimliğini ve kültürel değerlerini koruyabilir mi sizce?
Eğer zulüm varsa ne uluslararası anlaşmalar ne de ekonomik siyasi çıkarlar bunu örtbas edebilir, etmemelidir. Burada seslerini ilk yükseltecek kişiler ise Müslümanlar olmalıdır. Zira Müslüman’ın en önemli görevi zulmü ortadan kaldırmak ve yeryüzünde adaleti tesis etmektir. Doğu Türkistan’da zulüm var, işgal var, işkence ve katliam var, asimilasyon çalışmaları var. Yani bölgede yazılıp çizilenlerin ötesinde bir vahşet ve bir soykırım var. Çin’in “yeniden eğitim kampları” adı altında devam ettirdiği işkence kamplarında onlarca insan işkence görüyor. Burada ailelerinden koparılan çocuklar kültürel değerlerine yabancılaştırılarak Çinli olmaya zorlanıyor. Çin hükümeti İslam’ı sosyalizmle uyumla hale getirmeye ve insanları inanç ve değerlerinden koparmaya çalışıyor. 2017’den itibaren uygulamaya konulan Dini Aşırılıklar ve Terörizmle Savaş yasasını gerekçe göstererek Müslümanlara ağır baskılar uygulanıyor. Müslüman halk ibadetlerini yapamıyor, evinde dini içerikli kitaplar ve simgeler bulunduramıyor, kültürel kimliklerini ifade edemiyor. Çinli eşkıyalar Müslümanların evlerine giriyor, dini kitapları toplayıp suç kapsamında değerlendiriyorlar. İşgalci Çin, terörizmi bahane ederek oruç tutan, namaz kılan, sakal bırakan Müslümanlara ağır baskılar uyguluyor.
Son yapılan açıklamalara göre Çin yönetiminin Doğu Türkistan genelinde 200 işkence kampı bulunuyor. Bu kamplarda 1-3 milyon insan ağır baskı ve işkencelere maruz kalıyor, çoğu hayatını kaybediyor. Uluslararası Af Örgütü uluslararası sivil toplum kuruluşları bölgede Uygurlara yapılan zulmün görüşülmesi için temsilciler gönderdi ve BM İnsan Hakları Konseyi’ne çağrıda bulundular. Fakat tahmin edeceğiniz üzere bu örgütler sadece kendi zihniyetlerinde olan kişi ya da kişilerin hakları için harekete geçerler. Zira söz konusu kuruluşların bugüne kadar ne Filistin’de ne Irak’ta ne Yemen’de ne Suriye’de ne Mısır’da devam eden zulmün durdurulması noktasında harekete geçmişlerdir. O nedenle İslam toplumları düşmandan medet ummaktan vazgeçip bir araya gelmeli ve yeryüzünde adaleti tesis etmelidirler.
Milli Gazete – Fatma Tuncer