Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yakınlaşmak için attığımız her adım, yaptığımız her hayır gibi kestiğimiz her kurban da makbul olsun inşallah, âmin.
Bilindiği üzere İslam, iman ve ahlaktan ibadet ve ticarete, aile hukukundan savaş ve barış hukukuna değin maddi-manevi hemen her alanda tutarlılık ve istikrar arz eden bir hayat tarzı olması hasebiyle mistik veya seküler dinlerden farklılık gösterir. Merhamet ve öfkenin ölçüsünde de kaynağında da Allah’ın rızası merkezi konumda olduğu oranda muvahhid ve muttakiler zümresine dâhil olabiliyoruz çünkü. Ancak bazı yükseliş ve düşüş dönemlerinde iman ve amel, söylem ve eylem arasındaki makas açıldıkça açılıyor.
Emrolunduğu gibi dosdoğru olmanın ahmaklık sayıldığı, riyakârlık ve fırsatçılığı karakter edinenlerin rol model şeklinde taltif ve takdir edildiği fitne zamanlarında yaşadığımızı fark etmeyen var mı? Günah ve haram hatta şirk ve küfür sayılan amelleri kınamak bile büyük cesaret ister oldu. Neden böyle? Tertemiz kalpler, muhteşem niyetler ve geleceğe yönelik büyük hedefler alışkanlığa dönüşen günahları fedakârlık, selam durulan küfür ve şirk sembollerini stratejik aklın göstergesi olarak kodlamayı başarabildi çünkü.
Değiştirme ve dönüştürme iradesi zaafa uğrayanlar hangi yönde değişmemesi, neye dönüşmemesi gerekiyorsa o yönde değişme, ona dönüşme yolunda tasavvur dahi edilemeyecek hünerler sergiliyor. Her türlü günah ve harama şimdilik kaydıyla, küfrün ve şirkin sembollerine köprüyü geçinceye kadar sadakat gösterileceğine inanmışlar ve bizlerin de inanmasını istiyorlar. Hakkı ve sabrı tavsiye yolunda söylenecek her sözü ihanet, emri bil maruf ve nehyi anil münker doğrultusunda sergilenecek her duruşun bozgunculuk olduğunu ilan etmişler.
Değişmeyen Hamur, Değişmeyen Hikâye
Namaz ve oruçla, sadaka ve cihadla olduğu gibi ‘kurban’la da Allah’a yaklaşmayı hedefleriz. Belli vasıfları taşıyan hayvanları etleri ve kanları için değil sadece ve sadece takvamız yani hayatımızı Allah’ın rızasını merkeze alarak inşa etme titizliğimizin nişanesi olarak kurban etmekteyiz. Bu sebeple infak ettiğimiz kadarıyla, ikram ettiğimiz kadarıyla kurban ameliyesini gerçekleştirmiş oluruz. Kime infak edeceğimiz, kimlere ikram edeceğimizi keyfimiz ya da konjonktürel söylemler değil elbette ki Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye tanımlayıp belirleyecektir.
Muttaki olma, hayatımızı Allah’ın rızasını merkeze alarak inşa etme titizliği hususunda bir yarışa tutuşmalıyız. Adalet ve merhameti, iyilik ve güzelliği dünyanın en ücra köşelerine ve en muhtaç toplumlarına kadar taşıyabilmenin mücadelesini vermeliyiz. Zihnimizin, dilimizin, duygu ve eylemlerimizin ufkunu daraltmaya değil açmaya muhtacız. Milli/ulusal veya mezhebi, ideolojik veya hizipsel bariyerlerle kendi kendini hadım eden toplumların iflah olmak bir tarafa iflas ettiği gerçeğini bir an olsun unutmayalım.
Hamurumuz değişmediği için birkaç bin yıldır süren hikâyemizin ana konusu da değişmiyor. İnsanoğlu kısa vadeli hesap yapmak, kontrol altına alamadığı heves ve şehvetleri dolayısıyla dosdoğru yoldan sapmaya hazır olmak, menfaatleriyle çatışan hakikatleri kolayca inkâra yeltenmek gibi birçok zaafla maluldür. Hele ki zenginlik, şöhret ve iktidarla imtihan olanlar için bu zaaflar yıkıcı ve ölümcül bir hastalık gibi tahakkuk ediyor.
En yaygın ve hiç ibret alınmayan “bana/bize bir şey olmaz” kibri her zaman olduğu gibi çözülme ve çürümeyi olduğu kadar çöküşü de hızlandırıyor sadece. Ehliyet ve liyakatin karaborsaya düştüğü, adalet ve merhamet için kayıp ilanı verildiği bir döneme şahitlik etmek kadar ıstırap veren başka ne olabilir ki? İdeallerin düşmanlar tarafından değil içeriden yıkıldığı, iddia ve mücadelenin sömürgeciler tarafından değil akılsız dostlar eliyle boşa çıkarıldığı kıyametimsi bir iklimden hayırlı ve bereketli sonuçlar beklemek sizce akıl kârı mıdır?
İflaha Değil İflasa Sürükleyen Sevgi
Allah-u Teâlâ, sevginin kaynağı ve yaratıcısıdır. Kullarının kalbine ve karakterine sevgiyi yerleştiren de Allah’tır. Allah-u Teâlâ’nın sevdiklerini sevmemiz, sevmediklerinden de sevgimizi esirgememiz hamd ve şükür sahibi olup olmamamızla doğrudan doğruya alakalıdır. Allah-u Teâlâ, sabredenleri ve tevekkül edenleri, namaz ve infak gibi salih amellerle imanlarını takviye edenleri, muttaki ve muhsin olup cihad edenleri sever. Allah-u Teâlâ adaleti karakter edinenleri ve sürekli tevbe edenleri sever. Peki, sevgimiz tezahür ederken Allah’ın sevdiklerini sevme yönünde ne kadar titiz ve sebatkâr oluyoruz acaba?
Allah-u Teâlâ’nın kâfirleri, müşrikleri ve münafıkları olduğu gibi fasıkları ve zalimleri de hiç sevmediğini aksine lanetlediğini yok sayarak mü’mince bir hayat sürebilir miyiz? Zinadan faizciliğe, yalan ve iftiradan bozgunculuğa, kibir ve cimrilikten küstahlık ve müsrifliğe türlü cürümleri hayat tarzı edinenlerden Allah asla razı değilken nasıl olur da mü’minler razı olur, onları dost ve yoldaş edinebilir?
Rabbimizin lütfedeceği bereket ve rahmete talip miyiz, değil miyiz? Sakın gaflete düşmeyelim; ne kadar çok olursa olsun insanların, toplumların ve devletlerin birikim ve imkânları tükenir ancak Allah-u Teâlâ’nın hazineleri asla ve kat’a bitip tükenmez. Şu ayeti kerimeyi hatırlamanın tam sırasıdır: “Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!” (Maide Suresi/66). Açıkça ifade edildiği üzere iman ve takva sahipleri hem dünya hem de ahret nimetleriyle müjdeleniyor.
Bela ve musibetlerle perişan olmak istemiyorsak sabır ve namazla, infak ve cihadla Allah Tebarek ve Teâlâ’dan yardım dileyelim. Mü’min kardeşlerimizi bırakıp fasıkları ve münafıkları sırdaş ve yoldaş edinmeyelim. Hedefe götüren her yol mubah/meşru olmadığı gibi hedefe ulaştırması için edinilen her kişi/örgüt de mubah/meşru olmuyor. Fısk yoluna, fasık yoldaşa kurban gitmeyelim sakın.
Rabbim hem bu dünyamızı hem de ahiretimizi bayram kılacak doğru söz ve ameller, doğru yol ve yoldaşlar nasip etsin hepimize, âmin.
Akit / Kenan Alpay