AZTEKLERDE TANRI İNANCI
Azteklerin kainat tasavvuruna göre, dünya ezeli bir denizden çıkmıştı.Yeryüzünün altında,dokuz yer altı alemi vardı,üzerinde ise, dokuz veya on üç gök tabakası dururdu. Dünya, daha önce geçirdiği dört büyük tabiat felaketiyle, dört defa yıkılmış ve son bulmuştu. Bu felaketler,”güneş” adı verilen devirlerle isimlendirilirdi. Birincisi, “Su Güneşi’dir ki, tufanla dünyanın her tarafını suların kaplaması ile, ikincisi” Kaplan Güneşi”dir ki, kaplanların güneşi ve yeryüzündeki canlıları yemesiyle; üçüncüsü, “Ateş Güneşi”dir ki, gökten ve volkanlardan gelen ateşin yeryüzünü tamamen yakmasıyla; dördüncüsü,”Rüzgar Güneşi”dir ki, fırtına ve kasırgaların bütün canlıları yok etmesiyle son bulmuştu. Şimdiki dünya devri ise, en sonuncudur, depremlerle son bulacaktır. Ancak, daha sonraki felaketlerde tanrılar, yeni bir dünya görmeyi arzu etmişler, dünyayı yeniden onarmışlardı. Bu defa ise, yıkılan dünyanın onarımına yardım etmeyecekler ve dünya bir daha yenilenmeyecektir.
Azteklere göre, göğün en üst katında tanrı Tonacatecutli karısıyla beraber otururdu. Ana rahmine çocuk ruhları gönderen onlardı. Hakimiyetleri altında, sayısız tanrılar, yarı tanrılar, eski devrilerin kahramanları, iyi ve kötü cinler, tabiat ve ata ruhları bulunurdu. Mabetlerde yalnız tanrılara ibadet edilirdi.
Azteklerin diğer tanrılarından biriside Kestalkovalt, bakire Kimalman’ın semavi zümrüt taşını yutmasından doğmuştu. Rakip ilahların entrikaları, ülkesini terk ederek uzaklara gitmişti. Kestalkovalt, Azteklerin son zamanlarında fırtına ve gece göğünün hakimi bir tanrı olarak tasavvur edilirdi. Uzak bir gelecekte dünyaya geri döneceğine inanılırdı. Bu sebeple, İspanyol komutanı Cortez’in gelişini, Kestalkovalt’ın geri dönüşü zannederek İspanyolları dostça karşılamışlardı. Yanıldıklarını anladıkları anda ise iş işten geçmişti. Kestolkovalt’ın rakibi gece ve harp tanrısı, Tezkatlipoce idi. Korkunç bir yüze sahip, büyük bir büyücü ve entrikacı olarak tasavvur edilirdi.
Ölüler aleminin hakimi dokuz yer altı dünyasının da hükmedicisi Mictlantecutli idi. Ona saygı, göğün büyük bir itina ile gözetlenmesiyle hazırlanan takvimlere göre, tespit edilirdi. Şerefine yapılan sayısız bayramlardan başka, doğum ölüm vs. gibi insan hayatının önemli hadiselerinde ayinlerle tazim edilirdi. Yeni doğan çocuk, maddi kirlerden ve manevi şer kuvvetlerden korunmak için su ile yıkanırdı. Manevi temizlik için oruç tutulurdu, cinsi faaliyetlerden uzak durulur ve tövbe edilirdi. Aztekler’de insan kurbanı yaygın bir gelenekti. Periyodik olarak, ateş tanrısına insan kurbanı sunulurdu. Bu kurbanlar sayesinde, güneş ve ayın hareketlerine devam edebildiklerine inanılırdı. İnsan kurbanının sunulduğu, “Tlacatecco” adı verilen mihraplarda, un, bal ve çocuk kanından büyük bir put yapılır, sonra da kurban olarak, ortası oyularak, hazır bulunanlar tarafından yenilirdi. Kurbanlar, daha ziyade harp esirleri ve çocuklar arasından seçilirdi. Kurbanlık kişiyi dört kişi sıkıca tutar ve bu esnada, rahiplerde taş bıçaklarıyla göğsünü yararak çalışan kalbini dışarı çıkarırlardı. Yamyamca ziyafetler de eksik olmazdı. Kurbanlık için özel surette beslenen gençler kızartılarak yenilirdi.
Rahipler, hiyerarşik olarak teşkilatlanmışlardı. Manastırlarda evlenmeden yaşarlardı. Kendilerini hadım etmeleri, kulak ve dilden kan aldırmaları, rahipliğe giriş şartlarındandı. İnsanların ölümden sonraki kaderleri ise, ölüm şekillerine bağlı idi. İhtiyarlık ve hastalıkla ölen erkek ve kadınlar, yer altı dünyasına giderlerdi. Boğularak veya ateşli bir hastalıktan ölenler, yıldırım çarpmasına uğrayanlar, yağmur tanrısı Tlaloc’un doğuda bir dağ üzerinde bulunduğu tasavvur edilen, cennetine giderlerdi. Harpte ölenler, kurban edilenler ve doğum esnasında ölen kadınlar, güneş tanrısının gökteki cennetine ulaşırlardı. Yani ölümden sonra dünya hayatının karşılığı sayılan ceza ve mükafat yoktu.
İknalar ise ölülerini mumyalayarak gömerlerdi. Ruhların, derin bir deniz üzerinde bulunan, kıldan yapılmış bir köprüyle.” Dilsizler evine” gittiğine inanılırdı. Sahilde yaşayanlar ise, ruhların köpek balıkları tarafından Guano adasına taşındıklarına inanılırdı.
Budistler kainatı kimin yarattığı konusuna ilgisiz görünürler. Konunun kendilerine bir fayda getireceğine inanmazlar. Budistlere göre hidayet ve kurtuluş, dünya ve ızdıraplarından kurtulmaktır. Kurtuluşu bulmuş, Nirvana’ya kavuşmuş olan ruhun, Brahman ilahiyatına göre, Kainatı yaratan Brahma’dan çok üstün olduğu görüşünü savunurlar. Budistlerce Brahma, gururla dolu ve kendi kendine, “ Ben Brahma’yım. Büyük Brahma’yım. Tanrılar sultanıyım, ben yaratılmadım, değiştirebilirim, doğrultabilirim, ben her şeyin atasıyım” diyerek, gururlanır.
Dünya tanrının dünyası değildir. Dünya, bizim hırsımızdan ortaya çıkmıştır. Bu yüzden dünyevi her şeyi ret ederler. Diğer yönden Budistler, Nirvana’nın ebedi, zevalsız, hareketsiz, ihtiyarlığa ve ölüme düçar olmayan, doğurmayan, doğrulmayan, kadir ve bir sığınma mercii, bir selamet yeri, en doğru ve en yüksek hakikat, güzel ve iyi, gizli ve anlaşılmaz olduğunu söylerler ve inanırlar. Bazen Buda da Nirvana’nın şahıslaşmış vücudu olarak telakki edilir ve dini hislerin objesi olur.
Budizm’de her bir kaynak, her bir ağaç, nehir, hayvan vs. kendinde bir uluhiyet saklar. Yine, hastalık ve yangın gibi felaketlerden, sahiplerini koruduklarına inanılır; ruhsal varlıkların mevcudiyetine inanırlar. Bu sebeple de, pek çok koruyucu ve yardım edici olduğu tasavvur edilen ulu kişilere dua edilir. Tanrılara dua etmeye itiraz edilmez, çünkü Budist ilahiyatçılar bunlar halkın ihtiyacı olarak görürler.
Kimilerine göre Buda’nın öğretilerinin ateizim olduğu, hatta Budizm’in hiçbir tanrıyı kabul etmediği için din sayılamayacağı iddia edilmiştir.
YUNAN TANRILAR DÜNYASI
Gök Tanrısı olarak tabiatın nizamını Zeus elinde tutmaktadır. O içinde bulunan zamanı ve geleceği bilir. Yeminin kutsiyetini misafirin ve mültecinin hakkını korur O yine evin ailenin ve devletin koruyucusudur. Onun en meşhur bayramı, dört senede bir defa yapılan bütün yunan şehir ve kabilelerinin katıldıkları Olimpiyat şenlikleri idi. Şenlikler esnasında kan dökmek kesinlikle yasaktı. Arapların ”haram aylar” benzerinde görüldüğü gibi, bu zamanda bütün Yunanistan’da sulh hüküm sürerdi. Homer’e göre ilk Olimpiyat oyunları MÖ.776 yılında Yunanistan’da başlamıştı. Ancak bin yıldan fazla bir zaman kesintisiz devam eden bu oyunlar, Hıristiyanlığın hakimiyeti ile MS.460 yılında kral Theodosius’un zamanında durdurulmuştur. MÖ.460 yılında Olimpiya’da tamanlanan 22 metre yüksekliğindeki Zeus mabedi çok meşhurdu ve içinde tanrının altın ve fil dişinden yapılmış putu bulunuyordu. Zeus’un karısı Hera idi. Şerefine genç kızların katıldığı, özel oyun ve yarışlar düzenlenirdi. Olimpiya’nın en eski mabetlerinde, Hera’nın putu da bulunurdu.
Zeus Bazen verimlilik tanrısı olarak bir boğa olarak temsil edilirdi. Boğa suretine bürünerek Fenike kralının kızı Avrupa’yı deniz üzerinden Girit adasına; bir kral oğlu olan genç ve güzel Ganymed’i de Olimp dağına aynı şekilde kaçırmıştı.
Zeus’la mukayese edilecek bir diğer Tanrıda Apollon’dur. Güzellik,müzik ve ahengi kendisinde vücutlaştırmış,ünü Yunanistan ve Anadoluya yayılmıştır.Yay,org ve defne onun ululuk işareti idi. Mabedenin içinde,dünyanın ortası sayılan göbek taşı bulunurdu. Bunun üzerine üç ayaklı bir kürsüye kadın bir kahin oturarak,gelecekten haber verirdi. Bu sebeple devlet işleri, koloni kurmalar ve günlük işlerle ilgili konularda tavsiye için Apollon mabedine gidilirdi harp, salgın hastalıklar veya kötü mahsul durumlarında tanrının öfkesi bertaraf için gerekli kefaretler orada tespit edilirdi. Zeus’un karısı Hera, aynı zamanda kadınların ve evliliğin koruyucu tanrıçasıydı. Zeus’un kızı PallasAthena bir harp tanrıçasıydı. Aynı zamanda harp arabasının, kavalın, pulluğun ve dokuma tazgahının bulucusu sayılırdı.
Zeus’un kardeşi, yeraltı dünyasının tanrısı sayılan Hades’tir. Gölgeler üzerinde hükümranlığını sürdürdüğüne inanılırdı. Bu merhametsiz ve yenilmez tanrıya kurban olarak kara koyun sunulur ve bu esnada eller yere vurulurdu. Hermes, Zeus’un oğlu olarak tasvir edilir ve tanrılar elçisi kabul edilir. Süratin temsilcisi ve ruhların yöneticisi sayılırdı. İnsanların ruhlarını Hades’e götüren o idi. Yine rüyaları gösteren. İnsanların gözlerine sopasıyla dokunarak uyutan ve uyandıran da o idi. Çoban kavalının ve rebabın kaşifide yine Hermes sayılırdı. Perilerin ve güzellik tanrıçalarının musiki korolarını, o idare ederdi. Sırlı bir varlığı bulunmakta idi. Orta Doğu’da Hızır tasavvurunda da görüldüğü gibi, ümit edilmedik bir şekilde, ümit edilmedik bir zamanda birdenbire insanların karşısına çıkıverir, yardım ederdi. O yolların, seyyahların ve tüccarların, fakat aynı zamanda hırsız ve hilekarlarında koruyucusu patronu idi.
Bunlardan başka Eski Yunan’da başka roller oynayan tanrılarda vardı. Bunlardan Ares, kaba kuvvetin tanrıçasıydı. Kendisine periler refakat ederdi. Afrodit, güzellik ve aşk tanrıçasıydı. Kıbrıs’ta denizköpüğünden oluşmuştu. Kocası Hefaistos, oğlu aşk tanrısı Eros’tur. Kurban ve ocak tanrısı Hestiya’dır. Çoban tanrısı Pan, Rüzgar tanrısı Aydos, karısı ve sabah kızıllığı tanrıçası Eros ve ay tanrısı Helena önemli tanrılardandır.
Homer’in anlattığı eski Yunan tanrıları, Aristo’nun da ifade ettiği gibi ölümsüz insanlardı. Ahlakı bakımdan, insanlardan pek farklı degillerdi sadece insanlardan kuvvetçe üstünlerdi. Tanrılarda insanlar gibi evlenirler, öfkelenirler, sevinirler acı çekeler, kin tutarlardı. Her işlerinde gizli bir maksatları bulunurdu. Bu sebeple kendilerine güven duyulmazdı. Dünyada otururlardı.
ZERDÜŞTLÜKTE TANRI İNANCI
Zerdüşt, kendini tebliğ hizmetine çağıran tanrıyı “ Ahura-Mazda” diye adlandırıyordu. İsmi, “her şeyi bilen Rab” olarak tercüme edebiliriz. Gatalarda, tanrı her iki kısmı, Ahura ve Mazda, kelimeleri ayrılmayan bir bütün teşkil ederler. Kelime olarak Ahura “Rab”, Mazda, “her şeyi bilen, hakim” manalarına gelir. Doğrudan doğruya tanrı kelimesi ise, Gatalarda hiç geçmez. Zerdüşt, Ahura-Mazda’yı tasvir ederken. Şöyle der:
“Güneş ve yıldızları kim yörüngesine oturttu?
Ay’ı hemen kendine alıp kaybediveren kimdir?
Dünyayı onun aşağısında tutan, kimdir?
Gök kubbeyi düşürtmeyen kimdir?
Sular ve bitkileri tutan kimdir?
Rüzğarı ve bulutları koşmaya sevk eden kimdir?
Uykuyu ve uyanıklığı yaratan hangi yaratıcıdır?
Sabah, öğle ve akşam vazifedeki,
Sorumluluk şuurunu uyandıran kimdir?
Ey hakim-i mutlak,
Seni ezeli ve ebedi olarak ruhumla buldum.”
Zerdüşt Ahura-Mazda adını verdiği Allah’ı “gerçek nizam ve fiiliyatın yaratıcısı ve rabbi olarak adlandırmaktadır. Varlıklara hayır ve şerri takdir eden O’dur. Ancak iyi ve kötü kaderi olarak, önceden takdir etmemiştir. Bu yüzden kader değişebilir. İyi ve kötü kuvvetler mücadelesinde insan iradesi serbesttir. Tanrının bütün varlıkları yarattığı günden beri yalancılarda doğrular gibi, fiilerinde serbesttir. Ahura-Mazda’nın sadece iyi ve temiz varlıkları yarattığı ifade edilir. Ahura-Mazda’ya özel bir vücut isnat edilmez. Onun ateşten bir varlık olduğu, bir nur, bir alev olduğu şeklinde tasavvur edilir.
TÜRKLERDE TANRI İNACI
Eski Türklerde, kainatı ve her şeyi yaratan, ulu bir tanrının varlığına inanılmakla beraber, kendisine kadın ve çocuklar isnat ediliyordu. Diğer bir ifade ile pek çok Tanrısal varlıklar kabul edilmekle beraber, bunlar arasında kudret sahibi bir baş tanrıya inanılmaktaydı. Gök tanrı karısı ile göğün en üst tabakasında oturduğuna inanılıyordu. Türkler arasında Tanrıya Bay Ülgen (zengin ulu) adını vermişlerdir. Genelde, Tanrı göğün en üst katında karısı Umay’la beraber oturan, insan şeklinde bir varlık olarak tasvir edilirdi. Bay Ülgen altın bir taht üzerinde otururdu. İnsanları, ovaları, ormanları, ateşi, güneşi, ayı ve yıldızları, gök kubbeyi yaratan, idare den, kaderi belirleyen, daima Bay Ülgen’di. İnsanoğluna çocuk veren, her şeye gücü yetmekle birlikte, yalnız iyilikten hoşlanırdı.
Ulu tanrı Bay Ülgen’in dokuz oğlu ve dokuz kızı, yardımcı ruhları vardı. Ülgen’in kızları “iffetli kızalardı.” Ülgen’in yardımcı ruhları ise dünyaya en yakın semada otururlardı. Kara-kan başka tüm ruhlar iyi ruhlardı. Kara-Kan ise, tanrılar aleminden ayrılarak yeraltına, karanlık aleme çekilmişti. Ölülerin hakimi olan Erlik, Kara-Kan’ın oğluydu. Erlik’inde, Ulap ve Kölök adında iki oğlu vardı. Bütün bu tanrısal varlıklar, yerin altında karanlık bir dünyada yaşarlardı. Bunların hepsine birden AZA denirdi. Azaların emrinde şeytanlar vardı ve bunlar vasıtasıyla insanlara eziyetler ederler, kurban isterlerdi.
SABİİLERDE TANRI ANLAYIŞI
Işık aleminin başında” yüce hayat”,”kudretli ruh” ve yüceliğin efendisi gibi isimlerden verilen Malka d Nur”ışık kralı” bulunur. Malka d Nur en üstün niteliklere mücehhez ve bütün eksikliklerden münezzeh olan yüce varlıktır. Ginza’da ki şu ifade onu en iyi şekilde tanımlar.
“Sana hamd olsun! Kudreti dışına taşan ve sonsuz olan gerçekliğin tanrısı bitmek bilmeyen saf nur ve yüce ışık merhametli bağışlayan rahim müşfik ve şefkatli yüce varlık bütün insanların kurtarıcısı bütün iyiliğin sahibi kudretli akıllı her şeyi bilen gören hikmet sahibi olab ve her şeye gücü yeten varlık yukarı orta aşağı ışık alemlerinin hepsinin sahibi izzetin yüce siması saltanatında bir ortağı olmayan tahtını paylaşacak bir şeriki bulunmayan sonsuz ve görülmeyen varlık.” Işık aleminde yüce varlık Malka d Nur etrafında sayısız nurani varlık bulunur. Uthria zenginler ve Malka d Nur krallar diye adlandırılan bu varlıların görevi Malka d Nur’yı tasdik ve tesbih etmektir. Işık alemi ve bu alemin varlıları kötülükten tamamıyla münezzehtirler. Bu alem yokluk eksiklik fanilik ve yanlışlık gibi sıfatlardan da tamamıyla uzaktır. Sabi kutsal kitaplarında yönlerde kuzeyde olduğuna inanılan ışık aleminin düzen varlık ve verimliliğin sembolize eden Hayat prensibinden oluştuğu ifade edilir. Böylelikle hayat prensibi bütün sabi ilahiyatına bastan sona hakimdir.
Işık alemin hayat prensibinden oluşmasına karşılık, karanlık alemi yokluk, eksiklik ve düzensizliği sembolize den kaos ya da Kara Su’dan oluşmuştur. Yönlerden güneyde olduğuna inanılan bu alemin başında zaman zaman Ur ya da “Büyük Canavar” diye de adlandırılan Malka d Hşuka (Karanlık Kralı) bulunur. Malka d Hşuka, karanlık alemindeki sayısız kötü varlığın yaratıcısı ve yayıcısı olarak nitelenir. Birçok olağanüstü nitelik ve güçlere sahip olan bu varlık, kötü ve karanlık vasıfların tümüne sahiptir. Ginza’da onun, aslan başlı, ejderha gövdeli, kartal kanatlı ve kaplumbağa sırtlı korkunç bir surete sahip olduğu,dudaklarının kalınlığı 800.000 km olduğu,nefesinin demiri erittiği ve bir bakışıyla dağları sarstığı belirtilir. Buna rağmen, yüce ışık kralı karşısında yer alması nedeniyle onun bir aptal ve sersem olduğu vurgulanır.
Malka d Hşuka’nın etrafında sayısız kötü varlık, devler, şeytanlar, kötü ruhlar, canavarlar vb. varlıklar bulunur.
YAHUDİLERDE TANRI
Güreşçi Tanrı:. Güya Tanrı, Yakup ( a ) ile güreşmiş ve Yakup O’nu uyluk kemiğinden tutarak yenmiştir( ! ) Bundan dolayı Yakub’a Tanrıyla güreşip O’nu yenen anlamında” İsrail” lakabı verilmiştir.
2-Yorulan-Dinlenen Tanrı: Yahudi din bilginlerinin bozduğu ilahi vahyin kalıntılarından biri olan Tevrat’ta ALLAH’a izafe edilen insani niteliklerden biri de ‘yorulmak’ tır. Sözüm ona Tanrı Kainat’ı altı günde yarattıktan sonra yorulmuş, yedinci günü dinlenmeye geçmiştir. Kur’an-Kerim’de onların bu iddiaları “ALLAH’ın yorulmayan, dinlenmeye ihtiyaç duymayan bir ilah olduğu “şeklinde cevaplandırılmıştır.
3-Terzi Tanrı: O’na “terzilik “yakıştırılmaktadır. Bütün beşeri noksanlıklardan berî olan ALLAH, ‘Adem ve karısına deriden kaftan yapıp onlara giydiren bir terzi’ olarak nitelendirilmektedir.
4- Kıskanç Tanrı: Tevrat’ta ALLAH’a yakıştırılan insani niteliklerden biri de “kıskançlık”tır. Hayat Ağacı’ndan yiyen Adem ve eşinin kendisine benzemesinden rahatsız olan Tanrı, Bilgi Ağacı’ndan da yiyerek iyice benzerliğin artmasını önlemek için telaşla onları cennetten uzaklaştırmıştır. Oysa Rabbimiz Kur’an’da, kendisini asla bu şekilde takdim etmemiştir. ALLAH, sağlam muhakeme yapacak bir bilgi kaynağı olan fıtri yeteneklerle ve nebevi vahiyle insanlara yol gösterir. İnsanların yollarını aydınlatan bilgiyi saklamaz, teşvik eder, elde etmeyi özendirir.
5-Görme Özürlü Tanrı: Tevrat’ın Yahudi yorumuna göre, Tanrı’nın ” eşyaya nufuz eden bir görme yeteneği” yoktur. Çünkü günah işlediği için gizlenen Adem’i çalılıklar arasında arayarak şöyle sormaktadır: ”Nerdesin?”
6-Pişman Olan Tanrı: Yine Muharref Tevrat’taki bir iddiaya göre Tanrı yaptıklarından” pişmanlık” duyabilen beşeri zaaflara sahiptir.
7-Gölge Sever Tanrı: Tevrat’ın Tekvin babındaki bir iddiaya göre de, Tanrı Cennet’te gezinmek için insanlar gibi günün serinliğini tercih etmiştir.
8-Tehditkar Tanrı: Yahudilerin geliştirdikleri ilah tasavvuruna göre O, tehditler savuran ama sözünü yerine getirmeyen biridir. Adem’e”yasak ağaçtan yersen ölürsün “demiştir. Fakat Adem, hayat ağacından yediği halde ölmemiştir.
9- Barmen-Garson Tanrı: Rabbanîlerin/din uzmanlarının ALLAH için ürettikleri iftiralardan biri de O’nun sarhoşluğu teşvik etmesidir. Babilliler gibi “Yahudi olmayan halkların gaflet uykusuna dalıp uyuşması için” içki övülmektedir. Tahrifçilerce türetilmiş bir hurafe olan bu batıl anlayış, Yahuda’yı , bir barmene benzetmektedir. Düşmanları uyutup uyuşturmak için, içki ziyafetlerini bizzat kendisi hazırlayan bu ilah, Seçilmiş Irk’a (Yahûdiler’e) hizmette hiçbir kusur etmemektedir!