Dünyada durum nasıl bilmiyorum ama bizim ülkemizde hemen her gün, hemen her saat birileri herhangi bir konu hakkında konuşuyor. İmkânlar zenginleşti, bunca konuşmaya yetecek mekânımız, imkânımız var artık. Görünen o ki, bütün bu ‘etkinlik’lerin içini doldurmaya yetecek sayıda ‘konuşan insan’ da bulunabiliyor. Yapılan bu konuşmaların bir kısmı dinleyenlere gerçekten bir şeyler katıyor. Ama daha büyük bir kısmı da var ki, bilineni tekrar etmekten, hazır yargıyı tahkim etmeye çalışmaktan, abartılı övgüler ya da yergiler düzmekten pek öte gidemiyor.
‘Etkinlik’ kavramını, adı üstünde insanı, insanları, kalabalıkları pasif yaşamaktan, etkisiz ve tepkisiz olmaktan kurtararak harekete geçirmek, etkili ve tepkili olmalarını sağlamak üzere yaptığımız organizasyonlar için kullanıyoruz. Elbette işin içinde belli konularda iyi kötü bir birikim edinmek, edindirmek maksadı da var. Etkinlik olarak planlanan programların bir ihtiyaca karşılık olarak düşünüldüğü açık… Ama bu ihtiyacın kimin ihtiyacı olduğu üzerinde de düşünmek zorundayız. Bizde genellikle belli bir fikriyatı ya da hissiyatı yaşatmak üzere bir araya gelen çeşitli oluşumlar bu organizasyonları yapıyor. Bir de yerel yönetimlerin işlerinin bir parçası olarak gördükleri için düzenledikleri periyodik programlar var. Her iki durumda da, bu programların içeriğine, kimin hangi konuda konuşması gerektiğine düzenleyiciler karar veriyor. Ve dinleyiciler içeriği ve sınırları önceden belirlenmiş bu konuşmalara katılımı bekleniyor.
Bütün bu çabanın iyi niyetle ortaya konduğuna şüphe yok; ancak bu şartlarda mecburen yukarıdan aşağıya bir mantıkla üretilen bu etkinlik programları tabiatı gereği bir süre sonra rutinleşiyor ve canlılığını kaybediyor. Bir kısmı, statik ve büyük ölçüde tekrara dayalı ‘belirli gün ve haftalar’ rutinine teslim oluyor. Başka bir kısmı, aşırı teknik ve akademik içeriği sebebiyle dinleyicisiyle irtibatını yitiriyor. Daha başka bir kısmı da, hamasî ve propagandist abanma yönelimleriyle kendini daha baştan lüzumsuz hale getiriyor.
Görebildiğim kadarıyla bütün bu iyi niyetli çabalar; insanlarımızda, özellikle de genç insanlarımızda yeni ufuklar açacak, onların zihinsel ve duygusal dünyalarını geliştirecek ölçüde bir ‘etki’ uyandıramıyor pek. Bunun istisnaları var ama adı üstünde onlar istisna…
İnsan belli bir dönemde böyle etkinliklere katılarak kendini geliştirme ihtiyacı duyuyor. Üniversite yıllarında bu tür yönelimlerin daha fazla olduğunu kendi hayatımdan biliyorum. Çünkü o yıllar, kendimizi inşa etmek konusunda en duyarlı olduğumuz ve buna yetecek enerjiye en fazla sahip olduğumuz yıllar… Mutlaka belli bir fayda da temin ediliyor bu ilgilerden… Ancak olması gerektiği kadar mı, orası tartışılır.
Acizâne kanaatimi ifade ederek bitireyim; bu tür etkinlikleri düzenleyenlerin rutine düşmemeye dikkat etmeleri lazım… Dostlar etkinlikte görsün mantığıyla ezbere düzenlenen etkinliklerin hiçbir kalıcı etkisi olmuyor. Ayrıca kendi hazır hissiyatlarını başkalarına aşılama gayretine girmemeleri de gerekiyor. İnsan inşa etmek o kadar kolay değil ve doğrusu zihinsel çilesi çekilmemiş hazır hissiyatlardan da bir şey çıkmıyor. Bu etkinlikler kimin için düzenleniyorsa, bir şekilde onlara ne istediklerini sormak gerek… Konuşmayı profesyonel bir uğraş haline getirmişler yerine, sohbet ehline, her dem taze söz sahiplerine ama en önemlisi konuştuğu konuda ehliyeti bulunanlara imkân tanımak noktasında hassasiyet gösterilmeli. Özgün bir mesele, özgün bir lisan bulunamıyorsa, aynı nakaratla boşluk doldurma kolaycılığına da hiç kaçılmamalı. Konuşmanın hakkını veremeyen (mesela benim gibi) vazgeçilebilir karakterlerle de insanların vakti yok yere zayi edilmemeli.
Yeni Şafak/ Gökhan Özcan