Dün İstanbul’da Doğu Türkistan 6. Milli Birlik Şûrası’na katıldım. Öncelikle programı düzenleyen arkadaşlara teşekkür ediyorum. Bu vesileyle Doğu Türkistan’da yaşananları bir kere daha sizlerin gündemine taşımak istiyorum.
Bugün dünyanın birçok noktasında özellikle de İslam dünyasında zulümler, karışıklıklar, çatışma ve kaoslar yaşanıyor.
Filistin‘den Doğu Türkistan’a, Keşmir’den, Yemen’den Arakan’a kadar birçok noktada maalesef farklı farklı baskı ve işgallerle karşı karşıyayız. Tabloya baktığımızda en sistematik sindirme politikalarından bir tanesinin de Doğu Türkistan’da yaşandığına şahit oluyoruz.
Geliniz Doğu Türkistan’daki baskı ve zulmün sebeplerine birlikte yanıt bulmaya çalışalım: “Nedir Çin’in bu insanlarla alıp veremediği?”
Bu sorunun cevabını bulmak için öncelikle biraz Çin’in tarihini irdelememiz lazım. Mao Zedong tarafından 1945’te kurulan Çin Halk Cumhuriyeti, kültür devrimi adını verdikleri, sistematik şekilde kimlikleri dejenere etme politikasıyla, Çin sınırları içinde yer alan milletleri tabiri caizse “eritmeye” çalıştı.
Mao’nun fikir babası olduğu bu sürecin 10 yıl aralıksız uygulandığı 1966-1976 yılları arasında halka ve Çin’deki etnik gruplara olmadık zulümler uygulandı. Aslında 1945’ten bu yana devam eden baskı politikaları 1960’lı yıllardan sonra daha da radikalleşti. Artık Çin’in ideolojisi olan komünizm dışındaki her fikir, yaklaşım onlar için birer düşmandı. İşte bu dönemden itibaren Çin yönetimi tek bir hedefe yöneldi. Uygur, Moğol, Tibetli, Hui veya kim olursa olsun Pekin bürokrasisinin taleplerini yerine getirmeyenler mutlaka yola getirilmeliydi. Her ne kadar iddia ettikleri bu kültür devrimi süreci 1976’da resmen sona erse de asimilasyon uygulamaları hâlâ devam ediyor.
İşte bugün Çin’de yapılan zulümlerin kökünde bu fikri altyapı, bu ideolojik bakış var.
Çin renksiz, ruhsuz, “otur” deyince oturan, “kalk” deyince kalkan bir toplum istiyor.
Özellikle Çin’in bu aşırı isteklerine uymayan toplum Uygur Türkleri. Çünkü Uygur Türkleri büyük bir tarihe sahip, İslam dinine bağlı ve bu sentezden yoğrulan milli bir kimlik taşıyorlar. Bu kadar güçlü bağları medya, eğitim ve bürokratik engellerle kıramayan Çin, toplama kampları kurarak insanların beynini yıkamaya, onlara yeni kimlikler giydirmeye çalışıyor. Bugünkü verilere baktığımızda rakamlar korkunç: 3-4 milyondan fazla insanın sözde eğitim kamplarında tutulduğu, baskı ve zulümlere maruz kaldığı tahmin ediliyor.
Peki, bu kadar enerji harcayan ve milyonları yarı açık cezaevinde tutan Çin başarılı olur mu? 1945’ten bu yana devam eden her türlü baskı politikası gösteriyor ki, Çin ciddi bir “başarı” sağlayabilmiş değil.
On yıllardır devam eden gizli baskı politikası bugün Çin Seddi’ni aşmış durumda ve tüm dünya artık Çin’in neler yapmaya çalıştığını çok iyi biliyor. Bir diğer yandan dini inanç ve milli kimlik her ne kadar baskı altında olursa olsun varlığını her zaman sürdürür. Çin’den daha önce bunu Sovyetler Birliği, Müslüman halklarda denedi. İngiltere, Hindistan‘da denedi, lakin tüm örnekler başarısızlıkla sonuçlandı. Amerika Birleşik Devletleri, Batılı ülkeler hâlâ denemeye devam ediyor. Ayrıca onlar Uygur Türkleri konusunda samimi de değiller. Yani onların da başarılı olması mümkün değil. Bugün Çin’in bu yaptıkları da boşuna kürek çekmekten başka bir anlam taşımıyor. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte Çin ne kadar engellemeye çalışsa da yapılan zulümler mutlaka duyuluyor. Diğer yandan Çin, kendisi de güç kaybına uğruyor. Çin’in kendi rakamlarına baktığımızda 1990’lı yıllarda %7-8 gibi devasa büyüyen Çin ekonomisinden şimdi eser yok. Enerjisini içerdeki halklara harcayan Çin, son yıllarda %3 civarında büyüyerek aslında bir gerileme dönemine girmiş durumda. Ve Çin yönetimi için aslında bu rakamlar hiç de iyi şeyler söylemiyor. Çin, bu zulümlere son verip yeni bir sayfa açmazsa gelecekteki hiçbir planı tutmayacak ve bu sürecin kendisine vereceği zararlara katlanmak zorunda kalacak…
Milli Gazete / Mustafa Kaya