Bugünkü resmi 1.664.897 km² arazisiyle Türkiye’nin iki katından fazla yüzölçüme sahip olan Doğu Türkistan Çin Halk Cumhuriyeti’nin dahilinde bağımsızlığını kaybetmiş bir Türk ülkesi.
Doğal kaynaklar açısından oldukça zengin olan Doğu Türkistan stratejik konumu ve tarihi önemiyle de dikkat çekiyor. Doğu Türkistan 20. yüzyılın ortalarından beri, özellikle de son yıllarda Çin yönetiminin burada işlediği insan hakları ihlalleriyle dünya gündeminde ilk sıralarda yer alıyor.
Batı Türkistan ve Doğu Türkistan
Sovyetler Birliği’nden ayrılan Türki cumhuriyetlerin bulunduğu bölgeye uzunca zamandır Batı Türkistan denirken, Batı Türkistan’a oranla daha küçük olan, tarihi olarak Kaşgar merkezli, Tarım Havzası’nı içeren bölgeye Doğu Türkistan ismi veriliyor.
Bu Doğu ve Batı Türkistan ayrımının tarihçiler ve coğrafyacılar arasında 19. yüzyılda Rusya’nın işgal ettiği bölgeye Batı Türkistan, Çin’in 18. yüzyılda işgal ettiği bölgeye Doğu Türkistan denilmesiyle kavram ve sınırlar olarak keskinleştiği gözlemleniyor.
Doğu Türkistan’ın konumu ve kaynakları
Oldukça geniş bir araziyi kaplayan Doğu Türkistan, Çin’in yanı sıra Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Hindistan, Afganistan ile de komşudur. Doğu Türkistan’ın Afganistan ile komşuluğu sadece Vahan Koridoru’na dayanırken, bölge örneğin Moğolistan ile oldukça geniş sınırlara sahiptir. Çin’in ana kısmı haricinde, tarihte bağımsız ve ayrı bir kültüre sahip olup, Çin tarafından işgal edilen Tibet de Doğu Türkistan’ın komşusudur.
Doğu Türkistan’ın yer altı kaynaklarının çok zengin olduğu biliniyor. Bölgede altın, uranyum, petrol, doğalgaz, kömür, demir, platin, bakır ve nadir toprak elementleri başta olmak üzere işlenebilir ve ticareti yapılabilir 122 çeşit maden kaynağı tespit edilmiş durumda.
Doğu Türkistan denizden uzak ve kurak bir bölge olsa da, deniz seviyesinden de aşağıda bölgelere sahip olması, dağlardan beslenen tatlı su kaynaklarıyla, tarihten bu yana su kanalları ve tarım kültürüyle aynı zamanda zengin bir tarım bölgesi niteliğinde.
Doğu Türkistan’ın halihazırda 631 bin km² tarım arazisine sahip olduğu belirtiliyor ki bu miktar, Türkiye’nin toplam yüzölçümüne yakın. Hindistan ve ABD’nin ardından dünyanın 3. büyük pamuk üreticisi olan Çin’in pamuğunun %85’i Doğu Türkistan’da yetişiyor. Doğu Türkistan aynı zamanda Çin tarafından tahıl ve özellikle de her çeşit meyve ambarı olarak kullanılıyor.
Doğu Türkistan’da ilk çağlar
İnsanların beslenme ve ısınma ihtiyacının en ön plana çıktığı ilk çağlarda Doğu Türkistan’daki Tarim Havzası çevre bölgelere göre daha ılık ve tarıma uygun yapısıyla insanları cezbetmiş, bu bölgede yerleşimler kurulmuş, devrine göre geniş çaplı olarak tarım başlamıştı.
Han Hanedanlığı döneminde milattan önce 3. yüzyılda Çin, Doğu Türkistan’ı istila etti. Çinlilerin ilerleyen dönemlerde çıkarılmasıyla bölge Hun ve Göktürkler gibi Türk devletlerinin bir parçası oldu, ara dönemlerde zaman zaman Çin istilalarına uğradıysa da Çinliler isteklerinin aksine kalıcı olamadılar, her seferinde Doğu Türkistan’dan çıkarıldılar.
Talas Savaşı (751)
Göktürk Devleti’nin dağılmasının ardından 7. yüzyılda Çin yeniden Doğu Türkistan’ı istila etmişti. Yüz yılı aşan Çin işgalinin giderilebilmesi için ortada yerel bir umut bulunmuyordu. Ancak bu süreç, beklenmedik şekilde Batı’dan Müslüman Arapların ilerlemesiyle başladı. Doğu Türkistan’a ulaşan Müslüman Arap orduları 751’de Talas Savaşı’nda Çin ordularını yendi.
Talas Savaşı öncesinde tarafların ilerleyişi. Koyu Mavi: Arap-İslam orduları, Açık mavi: Arap-İslam ordularına destek olan Tibet güçleri, Kırmızı: Çinliler, Mor: Çinlilerin müttefiki güçler
Bu savaş Doğu Türkistan’ın Müslümanların eline geçmesiyle değil Müslüman ordularından büyük darbe alıp zayıflayan Çin’in elinden çıkmasıyla sonuçlandı. Doğan güç boşluğunu Uygur Devleti doldurdu.
Uygur Hanlığı
Talas Savaşı’ndan kısa bir süre önce Moğolistan merkezli olarak kurulan Uygur Hanlığı 751’deki Talas Savaşı’yla bugünkü Doğu Türkistan’a hakim olma, 7. yüzyılda Doğu Türkistan’ı istila eden Çinlileri buradan çıkarma imkanı bulmuştu. Başkentleri bugünkü Moğolistan’da kalmakla beraber Uygur Hanlığı Doğu Türkistan’ın tarımsal yapısı içerisinde daha yerleşik, daha sistemli bir devlete dönüştü, Doğu Türkistan’da mamur yerleşimler ortaya çıktı.
Başta Türklerin antik dini olan Tengricilik inancını benimseyen Uygur Devleti 9. yüzyıldan itibaren önce Budist ve Ortodoks, Katoliklerce din dışı ilan edilen Süryanilerin Nasturi Mezhebi üzere Hristiyan oldular. Halkın genelinde eski inancın devam ettiği bu dönemde Budizm de halkta karşılık bulmuş fakat yönetici sınıf dışında Hristiyan olanlar oldukça az kalmıştı. Fakat sonraki dönemlerde halkta da hakim din Budizm oldu. Hanlıkta farklı dinler bir arada yaşamaktaydı. İslam bu dönemde Doğu Türkistan’a ve Uygurlara sistematik olarak ulaşmamış ama Müslümanların elindeki Batı Türkistan ile etkileşimle ferdi olarak Müslüman olanlar olmuştu.
İpek Yolları’nın en önemli hatlarından olan kuzey hattı Doğu Türkistan’dan geçtiği için Uygurların döneminde daha oturmuş yapısıyla Doğu Türkistan hem uzak bölgelerle kültürel etkileşime girebilmiş, hem de ticaret yoluyla zenginleşmişti.
Karahanlılar ve İslamlaşma (10. yüzyıl)
9. yüzyılda Uygur Devleti’ne batı yönünden saldıran bir diğer Türk devleti Karahanlılar bugünkü Kaşgar dahil Doğu Türkistan’ın batısını ele geçirdiler. Uygur Devleti bu gelişme üzerine Doğu Türkistan’ın daha doğusuna geçti, bu kısmi coğrafya değişikliğiyle yeniden yapılanan Uygur Devleti’ne Karahoca Uygur Devleti denildi. Karahoca Uygur Devleti, Karahanlılarla rekabete girişti.
Tarihçilerce Doğu Türkistan’ın tarihi ve kültürel başkenti sayılan Kaşgar’ı başkent edinen Karahanlılar 940’te devletçe Müslüman oldular. Böylece Doğu Türkistan’da toplu İslamlaşma da başlamış oldu. Karahanlılarla Karahoca Uygurları’nın rekabeti Müslüman-Budist rekabetine de dönüştü. 11. yüzyıl başında Karahanlılar savaşlarla daha doğuya ilerlediler.
İlerleyen dönemde Karahoca Uygurlarında da İslamlaşma başladı ama devlet başkanları Budist kaldılar. Bu dönemde Karahanlı ve Karahoca savaşı sürmekte, Karahanlılar doğuya ilerleyişini sürdürmekteydi. Böylece bugünkü Doğu Türkistan git gide daha çok Müslümanlaşmaktaydı.
Moğollar, Moğol İstilası ve Doğu Türkistan
1209’da Karahoca Uygurları Devleti’nin Budist lideri Barçuk Art Tekin devletinin zayıfladığını, halkının Budizm’i bırakıp Müslüman olmaya başlamasını tehdit görerek Moğolların o sırada git gide güçlenmekte olan lideri Cengiz Han’dan yardım istedi. Cengiz Han’ın tabiyetine girdiği gibi Cengiz Han’ın kızıyla da evlendi.
Böylece Karahoca Uygurları Cengiz’le beraber Cengiz’in Çin’e karşı savaşına dahil oldular. 1218’de Çin’e karşı savaşını bitiren Moğollar 1261’de Suriye’de Ayn Calut Savaşı’nda durdurulabilecek olan “Moğol İstilası”nın ana kısmına başladılar. Bu istilada milyonlarca kişi katledilecek, Doğu Türkistan’dan Suriye’ye İslam dünyası harap olacaktı.
10. yüzyıldan beri Doğu Türkistan’da İslam ve medeniyetin merkezi sayılan Kaşgar Karahanlıların ardından Selçukluların eline geçmiş, Müslüman Türk devletlerin elinde el değiştirdikten sonra 1211’de yeniden Budistlere geçmişti. Budist idarenin Kaşgarlı Müslümanları Budizme zorladığı bir dönemde 1219’da Karahoca Budist Uygurlarının da yer aldığı Cengiz Han’ın ordusu istila kapsamında Kaşgar’ı kuşattı ve aldı. Kaşgar’ın güzelliğinden etkilenen Cengiz Han ileride Orta Asya’daki Müslüman-Türk şehirlerine yapacağının aksine burayı fazla tahrip etmedi. Fakat Moğol İstilası’yla 13. yüzyıl başında Doğu Türkistan’daki İslami siyasi otorite ortadan kalkarak Doğu Türkistanlı Müslümanlar Moğol baskısı altına girdiler.
Çağatay Hanlığı ve İslamlaşmanın tamamlanması (13. ve 14. yüzyıl)
1227’de Cengiz Han öldüğünde imparatorluğu dört oğlu arasında miras olarak paylaşıldı. Doğu Türkistan’ın Kaşgar da dahil batı kısmı Cengiz’in oğlu Çağatay’a kalırken doğusundaki Budist Karahoca Uygurları Devleti diğer oğlu Kubilay’ın himayesine girdi. Orta Asya’ya hükmeden Çağatay Hanlığı, özellikle Batı Türkistan’da Moğollardan çok daha ileri bir medeniyet seviyesinde büyük bir Müslüman Türk nüfusa sahipti. Bu da Moğol yöneticilerin İslamiyetle olan etkileşimlerini artırıyordu. Halkta Müslüman olma eğilimi Çağatay Hanlığı altında da devam ediyordu. 1326’da Çağatay tahtına çıkan Tarmaşirin Müslüman olduğunu ilan etti ve Aleaddin ismini aldı.
Bu gelişme Doğu Türkistan’ın Çağatay Hanlığı kontrolündeki batı kesimindeki Müslümanları rahatlattı. 14. yüzyıl ortalarında Çağatay Hanlığı Budist Karahoca Uygurları devletini fethetti. Böylece Çağatay Hanlığı eliyle tüm Doğu Türkistan’a Müslümanlar hakim olmuş oldular. Karahoca Uygurları elindeki bölgelerde zaten halkta İslamlaşma uzun bir geçmişe sahipti. Siyasi otoritenin de Müslümanlara geçmesiyle bu bölgelerde de halkın tamamı Müslüman oldu. Böylece Doğu Türkistan coğrafyasındaki Türkler tamamen İslam ile özdeşleşmiş oldular.
Doğu Türkistan ve Çinli Müslümanlar (Huiler)
Doğu Türkistan’ın doğusunun da tamamen İslamlaşmasıyla bu bölgeye komşu olan Çin topraklarında da etkileşimle İslamlaşma arttı.
‘Hui’ denilen Çinli Müslümanlar daha önce de mevcut olmakla beraber Doğu Türkistan’a İslami siyasi otoritenin artması ve bu bölgenin İslamlaşmasıyla daha da arttılar. Çinlilerin tamamen Müslüman olmasından korkan Çin İmparatorluğu, Moğol İstilası’nın kendisini zayıflatmasının ardından tekrar güçlenmeye başladığı 14. yüzyılın ikinci yarısında Çinli Müslümanları büyük bir tehdit görerek onlara yönelik baskı ve katliamlara girişti.
Dünyada bu yıllarda “İlk Çağ” olarak anılan yıllar biterken “Yeni Çağ” olarak anılacak dönem başlıyordu. Doğu Türkistan bu sürece büyük ölçüde İslamlaşmış olarak girecekti.
Doğu Türkistan 14. ve 15. yüzyılı ‘Türkistan İmparatorluğu’ olarak bilinen, 15. yüzyılın ilk yarısında tarihçilerce dünyanın en güçlü ülkelerinden sayılan Çağatay Hanlığı’nın idaresinde geçirdi. Doğu Türkistan’da bu dönemde İslamlaşma tamamlandığı gibi Müslüman olan Moğollar da Türkleşip genellikle göçebelikten yerleşik hayata geçti.
Çağatay Hanlığı’nın dağılıp zayıflaması üzerine bu hanlığın en doğu ucunu teşkil eden Doğu Türkistan’da 16. yüzyılda Yarkend Hanlığı kuruldu. Hanlık yine Çağatay, yani Cengiz Hanedanı’nın bir kolunun devamıydı. 17. yüzyıl sonunda Çungarlar Devleti Doğu Türkistan’ı zaptetti. Çungar Müslüman olarak Türkleşen Moğol kökenli bir aile olup, Cengiz Han’ın 13. yüzyılda yaşayan komutanlarından Kutuga Bey’in soyundan gelen bir aileydi.
Çungarlar bir müddet daha meşruiyet sağlamak için Cengiz soyundan hanedanı dışarıdan yöneterek devam ettirdilerse de 1705’te bu uygulamaya da son verdiler, resmiyette de kendi hanedanlarını kurdular.
Çin-Çungar Savaşları ve Doğu Türkistan (18. yüzyıl)
1644 yılında Çin’de tahta uzun mücadeleler sonucunda Çing Hanedanı çıktı. Ülkeyi, cumhuriyet ilan edileceği 1912’ye kadar yönetecek olan bu hanedan, Çin İmparatorluğu’nun son hanedanı olacaktı. Çing Hanedanı Çin’in çeperinde yer alan Moğolistan, Tibet ve Doğu Türkistan’ı topraklarına katma hedefindeydi.
Çin öncelikle daha kolay bir hedef olarak gördüğü Moğol topraklarına 1687’de saldırdı. Çungarlar Moğollarla müttefik olduklarından kendilerini Çin ile savaşta buldular. Fakat zaten Çungarlar da savaşı fırsat bilmekte ve Çin’in Doğu Türkistan sınırındaki topraklarını fethetmek istemekteydi. Ama imkanları daha geniş olan Çinliler Moğolları da Çungarları da yenerek bugün Çin’e bağlı İç Moğolistan Özerk Bölgesi olarak bilinen arazinin fethini 1689’da tamamladı. Bununla beraber Çin-Çungar Savaşı devam etti. 1720’de Tibet’i, 1723’te Tibet’in kuzeydoğusunda, Doğu Türkistan’ın güneydoğusundaki Çinghay’ı alan Çing Hanedanı yönetimindeki Çin artık kendisine hedef olarak Doğu Türkistan’ı belirlemişti.
Uzun süren bu savaşta Çinliler büyük nüfuslarına dayanarak devasa büyüklükte ordular kurdular ve verdikleri kayıplara aldırmadılar. 70 yıl süren bir savaşla nihayet 1755-1757’de Doğu Türkistan’ı tamamen işgal edip Çungar Devleti’ne son verdiler.
Çin işgaline karşı başlayan ‘Altışehir Hocaları’ ismiyle bilinen isyan 1759’da Çin tarafından bastırıldı. İzleyen yıllarda da Doğu Türkistan’da Çin’e karşı silahlı direniş hiç bitmedi. Birbiri ardına çıkan isyanlarda Uygurlar Çin hakimiyetinden kurtulmak için çabaladılar.
Doğu Türkistan’da Çin işgali ve soykırım (18. yüzyıl)
Çin, kendisine en büyük tehdit olarak gördüğü Çungarları özellikle yok etmeyi hedefledi. Bu dönemde Çungar nüfusunun %80’inin Çin tarafından yok edildiği, Doğu Türkistan’daki Müslüman ve daha kuzeydeki Budist Çungarlardan toplam 600 bin kişinin öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Çin’in Doğu Türkistan Uygur Türkleri’nden katlettikleri de eklendiğinde, Çin’in Doğu Türkistan ve çevresini işgalle o dönem katlettiği nüfusun 1 milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir.
Çin, o dönemde Çinlileri Doğu Türkistan’a, özellikle de tarım havzalarına yerleştirme, Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk nüfusu azaltma politikası uygulamıştır. Katliamın yanında Uygur kadınlara Çin askerlerinin ve görevlilerinin tecavüz etmesi sık karşılanan bir durum olup Uygurların isyanlarına neden olan konuların başında gelmekteydi. Örneğin 1765 Uş ve 1818 Cihangir Hoca isyanları bu sebeple çıkmıştır.
Çin’in zayıflaması (19. yüzyıl)
Çin’in güçlenmesiyle geçen 18. yüzyılın ardından 19. yüzyılın başından itibaren Çin’de patlak veren isyanlar Çin’i yıpratmaya başlamıştı. 1839-1842’de Çin ve İngiltere arasında geçen Afyon Savaşı Çin’in yenilgisiyle sonuçlandı. Böylece Çin’de, komünist rejimin resmi tarih görüşünün “Aşağılanma Asrı” adını verdiği ve 1839-1949 dönemini kapsadığını belirttiği dönem başladı. Bu dönemde Çin önce Batılı devletlerin sonra da onlardan çok daha yıkıcı biçimde Japonya’nın saldırılarına uğradı.
Fakat Çin’e 19. yüzyılda asıl darbe içeriden geldi. 1850’de Hristiyanlıktan esinlenerek yeni bir din kuran ve Hz. İsa’nın kardeşi olduğunu iddia eden bir Çinli, Hong Xiuquan, Çin İmparatorluğu’na isyan etti. Çin halkındaki memnuniyetsizlikle beraber hızla yayılan ve büyük bir iç savaşa dönüşen Taiping Ayaklanması 1864’te Çin İmparatorluğu’nca kesin olarak bastırılsa da 20-30 milyon Çinlinin ölümüne, Çin ekonomisinin yıkımına yol açarak ülkeye büyük zarar verdi, Çin zayıfladı.
“Dungan Kıyamı” ve Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı (1862-1877)
Doğu Türkistan’da Çin’in işgalinden sonra Türklerin bağımsızlık ve baskılardan kurtulmak için sürdürdüğü silahlı isyanlar hiç kesilmemişti. 1850’li yıllardan itibaren Çin’in zayıflamasına paralel olarak Uygur direnişçiler Çin’in isyanı bastırma çabalarında zayıflama gördüler ve daha organize halde bundan yararlanıp Çin’i Doğu Türkistan’dan çıkarma çabasına ve hazırlığına girdiler.
Doğu Türkistan’a komşu iki eyalet olan Gansu ve Şensi’de de Müslüman Çinli olan Huiler baskı gördükleri ve Çin İmparatorluğu’nun Huileri yok etme planı olduğu iddia edildiği için Uygurlarla beraber Çin’e isyan etme ve bağımsızlık kazanma arayışına dahil oldu.
1862’de Uygur ve Huilerin “Dungan Kıyamı” ismi verilen, Çin’den bağımsızlığı hedefleyen organize büyük isyanı başladı. Dungan Çinli Müslümanlara verilen isimdi, isyan öncelikle Huiler/Dunganlar arasında başladığından bu ismi almıştı. Çin, Uygur ve Huilerin tahmininden daha fazla bu direnişin bastırılmasına özen göstererek para ve insan kaynaklarını harcamaktan çekinmedi. 1864’te Çin’in Taiping Ayaklanması’nı tamamen bastırması üzerine Uygur ve Huilere daha büyük ordular göndermesinden çekinen Uygur ve Huiler, Doğu Türkistan’ın batısında ve bağımsız bulunan, bugünkü Kırgızistan ve Özbekistan toprakları üzerindeki Hokand Hanlığı’ndan yardım istediler.
Yakup Bey (1820-1877) ve Orta Asya’daki gelişmeler
Hokand Hanlığı’nda görev olan bir Özbek olan Yakup Bey 1850’li ve 1860’lı yıllarda Orta Asya’yı işgal eden Rus Çarlığı’na karşı başarılı savunmalarıyla ünlenmişti. 19. yüzyılda bugünkü Kazakistan topraklarında ilerleyen Rus Çarlığı daha sonraki dönemde Orta Asya’nın daha yerleşik ve bol nüfuslu, Buhara ve Semerkand gibi önemli şehirlerini kapsayan Maveraünnehir Bölgesi’ne ulaşmıştı. Yakup Bey gibi bazı Türk komutanların başarılı savunma stratejileriyle yavaşlayan bu Rus ilerleyişi, Rusların askeri üstünlüğü ve Orta Asya Türkleri’nin asırlardır yerinde sayması, Rus Ordusu’na nispetle ilkel kalan silahları ve bölünmüşlükleri nedenleriyle1884’te Merv şehrinin de Ruslara düşmesiyle tamamlanacaktı. Böylece Rus Çarlığı İran ve Afganistan’a kadar bugün Türki cumhuriyetler olarak ifade edilen tüm Batı Türkistan’ı ele geçirmiş olacaktı.
1864’te Hokand Hanlığı’ndan Uygur ve Huilerin yardım istemesi üzerine hanlıktan Yakup Bey Doğu Türkistan’a geçti. İlk adresi Hokand Hanlığı sınırındaki Doğu Türkistan’ın isyanla Çin işgalinden kurtarılan kültürel başkenti Kaşgar şehri olmuştu. Burada kendi birlikleriyle yerel Uygur birliklerinden bir ordu kuran Yakup Bey Çinlilere karşı başarılı oldu ve Çin ordularını adım adım Doğu Türkistan’dan çıkardı.
İngiltere ve Rusya’nın rekabeti ve Doğu Türkistan
Fakat aynı dönemde Rus orduları Orta Asya’da git gide ilerlemekteydi. 1868’de Rusya’ya yenilen Hokand Hanlığı Rusya’ya boyun eğip Rus hakimiyetine girdi. 1876’da Rusya Hokand Hanlığı’nı tamamen ortadan kaldırıp topraklarını doğrudan ele geçirecekti. Aynı dönemde Orta Asya üzerinde İngiltere ve Rusya ‘Büyük Oyun’ ismi verilen bir rekabete girmişti. Yakup Bey’in Hokand Hanlığı’ndan olmasından ve Doğu Türkistan’a geçmeden önce Ruslara karşı savaşmasından dolayı Ruslarla olan düşmanlığından haberdar olan İngilizler Yakup Bey’in güçlenmesinden memnun oldular. 1868’de Hokand Hanlığı’nın Rus tabiyetine geçmesiyle Doğu Türkistan’ın batıdan Ruslarca sarılması üzerine Yakup Bey İngilizlerin politikasından istifadeyle İngiltere’nin elinde bulunan Hindistan üzerinden silah satın almaya başladı. Bu sayede kanlı savaşlarla 1871’de tüm Doğu Türkistan’dan Çin’i çıkarmayı tamamladı.
İyi bir teşkilatçı olarak tanımlanan Yakup Bey’in Doğu Türkistan’da İslami hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasına ve merkezi otoriteli bir devlet yapısının kurulmasına özel önem verdiği belirtilmektedir. Yakup Bey’in Doğu Türkistan’da kurduğu hanlığın Batı Türkistan’daki hanlıklardan farklı olarak modern devlet mekanizmalarına sahip olduğu, bu açıdan Orta Asya’nın ilk modern devleti sayılabileceği de vurgulanmaktadır.
Yakup Bey’in Osmanlı Devleti’yle ilişkileri
Yakup Bey Doğu Türkistan’ı idaresi altında birleştirerek oldukça güçlenmişti. İngiltere Yakup Bey’e Doğu Türkistan hükümdarı olarak İngiltere tabiyetine girmesi teklifinde bulundu. Böylece İngiltere Rusya’ya komşu olacak ve Çin sınırında da stratejik, büyük bir ülke sahibi olacaktı. Fakat Yakup Bey bu teklifi reddederek Doğu Türkistan’ı Osmanlı tabiyetine sokmaya karar verdi. 1872’de Yakup Han Kaşgari (1818-1899) ismindeki diplomatını İstanbul’a gönderen Yakup Bey, Osmanlı Devleti’nden hem yardım istedi hem de Doğu Türkistan’ı Osmanlı Devleti’ne kattığını duyurdu. Bu gelişme İstanbul’da olumlu karşılanmakla beraber Doğu Türkistan’a istenen yardımlar gönderilemedi.
Yakup Bey Osmanlı Devleti’nden istediği yardımı alamayınca Çin’in olası bir karşı harekatına karşı tedbir almak kastıyla Rusya ve İngiltere ile ticari anlaşmalar imzaladı. Böylece Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı Osmanlı, Rusya ve İngiltere tarafından tanınmış oldu. Bu devlet Yedişehir Uygur Hanlığı ve Kaşgarya Hanlığı olarak da bilinir.
Çin’in Doğu Türkistan’ı yeniden işgali (1876-1878)
Çin, 1871’de Doğu Türkistan’dan tamamen çıkarılmasının ardından Yakup Bey tehlikesini önemseyerek Doğu Türkistan’a çok iyi hazırlanıp saldırmaya karar vermiş, izleyen yıllarda Doğu Türkistan’ı geri almayı ertelemişti. Aynı dönemde Gansu ve Şensi’de Çin İmparatorluğu ile Hui Müslümanlar arasında kanlı savaşlar devam etmekte, Çin buradaki Müslümanları tamamen yok etmeye uğraşmaktaydı.
Huiler isyana beraber başlamalarına rağmen Uygurların Yakup Bey altında ayrı bir devlet kurup Gansu ve Şensi’deki Çin İmparatorluğu güçlerine saldırmamalarına tepkiliydi. Fakat Yakup Bey buralarda Çin’i yenemeyeceğini düşünerek Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını savunmada kalarak korumaya odaklanma taraftarıydı. 1876’da Gansu ve Şensi’deki Huileri büyük ölçüde yok etmeyi tamamlayan, Hui isyanını tamamen bastıran Çin, Doğu Türkistan seferini başlattı.
Çin, tedbir olarak Doğu Türkistan hakkında Rusya ile bir anlaşmaya vardı. Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk hanlığın Rusya’yı da tehdit ettiği konusunda Rusya’yı kışkırtan Çin, başlayacağı seferde sınırı kapatıp Çin’e yardımcı olması karşılığında Doğu Türkistan’ın Kaşgar’ın batısında kalan bazı arazilerini de Rusya’ya bırakacağı sözü verdi.
İyi hazırlanmış büyük Çin orduları, ünlü Çin generali Zuo Zongtang komutasına Doğu Türkistan’a girdi ve ilerlemeye başladı. Doğu Türkistan güçleri Çin ordularına ağır kayıplar verdirmekle beraber Çin orduları kayıplarına aldırmayarak ilerlemeye devam etti.
“Çin Osmanlı’ya saldırıyor”
1877’de Doğu Türkistanlı diplomat Yakup Han Kaşgari İstanbul’a gelerek Osmanlı padişahı Sultan 2. Abdülhamid ile görüştü. Doğu Türkistan’ın Osmanlı tabiyetinde bir Osmanlı toprağı olduğunu hatırlatarak padişaha Çin’in bu saldırılarıyla aslında bir Osmanlı toprağını işgal ettiğini söyledi, padişahtan Çin’e karşı yüklü miktarda askeri ve mali destek istedi. Fakat o dönem 93 Harbi’nde Rusya’ya karşı büyük bir savaş ve ağır kayıplar veren Osmanlı Devleti bu teklifleri karşılıksız bıraktı. Kaşgari, İngiltere ve Rusya’yı da ziyaret edip destek istediyse de sonuç alamadı.
Çin ordularının ilerlediği bir sırada 1877’de Yakup Bey şaibeli bir biçimde öldü. Yakup Bey’in öldürüldüğü iddia edilse de üzüntüsünden aniden ölmüş olabileceği de belirtilmektedir. Yakup Bey’in ani ölümüyle devletinde kargaşa baş göstermiş ve Çin’e karşı savunma daha da zorlaşmıştır.
1878’de Kaşgar’ı da ele geçiren Çin Yakup Bey’in Doğu Türkistan’da kurduğu devlete tamamen son verdi. 1881’de Rus Çarlığı’nın başkenti St. Petersburg’da Çin ve Rusya arasında yapılan anlaşmayla Çin Rusya’ya daha önce söz verdiği gibi Kaşgar’ın batısındaki bazı Doğu Türkistan arazilerini bırakarak iki ülkenin sınırını belirledi. Rusya’ya bırakılan bu araziler bugün Tacikistan ve Kırgızistan’ın Doğu Türkistan ile komşu doğu bölgelerinde bulunmaktadır.
“Dungan Kıyamında 20 milyon kişi öldü”
Bazı tarihçiler 1862-1878 döneminde Doğu Türkistan, Gansu ve Şensi’de ölen Çin askerleri de dahil süren savaşların doğrudan ve dolaylı sonuçlarıyla 20 milyona yakın kişinin öldüğünü belirtmektedirler. Çin Ordusu savaş boyunca ve Doğu Türkistan’ı yeniden işgal ettiğinde halkı yok etmeyi amaçlayan büyük katliamlar yapmış, bazı yerleşim birimlerinden kurtulan bile olmamıştır. Şehirler yerle bir edilmiş, Doğu Türkistanlı ve Hui kadınlara tecavüz edilmiş, Yakup Bey’in ailesi de katledilmiştir.
Gansu ve Şensi’de Huilere yönelik katliamlar ise Doğu Türkistan’dakini bile aşmıştır. Örneğin savaştan önce 4 milyon Hui’nin yaşadığı Şensi’de savaştan sonra sadece 20 bin Hui hayatta kalmıştı.
Bölgeye Şincan/Şinciang ismi veriliyor
Çin, 1882’de Doğu Türkistan’a Çince’de “Yeni Bölge” anlamına gelen ‘Şinciang’ ismini verdi, 1884’te bu isimle Doğu Türkistan’da idari bir yapılanma organize etti. Bu tarihten sonra Doğu Türkistan için kullanılan bu ifade, özellikle bölgedeki Uygurlarca reddedilmekte, bölgenin bu isimle anılması tepki çekmektedir.
Çin’in yeni idari yapılanmasında Doğu Türkistan kuzeydeki Çungarya ve güneydeki Tarim Havzası olarak iki alt idari yapıya bölünmüştür. Çin idaresinde halka yönelik baskılar sürmüş, kadınlara tecavüz ve onları Çinliler ile evlenmeye zorlama gibi uygulamalar gerçekleşmiştir.
1895-1896’da Gansu’da Huiler yeniden Çin İmparatorluğu’na isyan etmiş, yaklaşık 100 bin kişinin öldüğü bu isyan Çin tarafından bastırılmıştır. Bu isyan, savaşlarla tüm enerjisi tükenen Doğu Türkistan’da yeni bir isyanı tetiklememiştir.
Çin cumhuriyet oluyor
1911’de Çin’de imparatorluğa karşı başlayan ayaklanmalar 1912’de başarıya ulaştı ve Çin’de 2 bin yıldan fazladır süren imparatorluk sona ererken cumhuriyet rejimi kuruldu. Bu olaylar esnasında Çin’in Doğu Türkistan valisi Sibirya’ya kaçtı.
Fakat Doğu Türkistanlılar bu dönem yeni bir isyana girişemediler. Böylece Doğu Türkistan Çin Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak devam etti. Rejim değişikliği Doğu Türkistan’da nisbi de olsa halka baskının azalmasıyla sonuçlanmıştı.
Çin’de cumhuriyetle sonuçlanan devrim Doğu Türkistan’da daha sonra Sovyet desteğini de alacak Çinli savaş ağalarının Çin merkezi yönetiminden kopan uzunca sürecek olan idaresini başlattı. 1933’te Uygurlarca idealist biçimde kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ertesi sene Sovyet ve Çin ordularının işgaliyle yıkıldı ama Uygurların işgalci güçlere karşı direnişi devam etti.
Doğu Türkistan’da Çinli savaş ağaları dönemi
Çin’de 1912’de 2 bin yıldan fazla süren imparatorluğun yerini cumhuriyetin almasıyla kurulan yeni rejim Doğu Türkistan’da henüz idareyi tam ele alamamıştı. Bu dönemde Yang Zengtsin isminde bir Çinli savaş ağası yaptığı darbeyle Doğu Türkistan’da idareyi ele aldı ve kendisini ‘Doğu Türkistan Valisi’ ilan etti.
Bunda Doğu Türkistan’a komşu bölgelerden bazı Hui (Çinli Müslüman) dini önderlerin desteğini alması rol oynadı, Zengtsin Huilerden kendi özel ordusunu kurup Doğu Türkistan’a getirdi.
Bu dönemde Pekin’deki yeni Çin Cumhuriyeti başka iç ve dış sorunlarla uğraştığı için Doğu Türkistan’a müdahale edemedi. Yang Zengtsin yerel otoritesinde halk desteğine ihtiyaç duyduğundan bu dönemde Doğu Türkistan’daki Müslüman Türklere baskılar azaldı.
Zengtsin Doğu Türkistan’ın komşusu Rusya’da olan gelişmelerle yakından ilgilendi. Rusya’daki 1917 Devrimi’nin ardından kurulan Sovyet rejimiyle iyi ilişkiler kurdu. Diğer taraftan Sovyetlerle koordineli halde, Çarlık yanlısı Beyaz Hareket/Beyaz Ordu mensuplarını tarafsızlaşmaları karşılığında Doğu Türkistan’a yerleştirdi. Zengtsin bu şekilde Doğu Türkistan’a yerleştirdiği 30 bin Rus’un askeri, ekonomik ve idari tecrübe ve imkanlarından faydalandı.
Birliklerini git gide Hui ve Uygurlardan çok Ruslardan oluşturmaya başlayan Zengtsin, Rusların ani bir şekilde kendisine cephe almasıyla, Doğu Türkistan idaresini kaybetmek ve öldürülmekten endişe etti. Bunun üzerine 1925’te Çin’de yeni kurulan Nanking merkezli yeni milliyetçi rejimle anlaşma peşine düştü. Temmuz 1928’de Doğu Türkistan’ı yeniden Çin denetimine sokacak bir anlaşmayı imzalaması üzerine kendi adamları tarafından öldürüldü.
Yang Zengtsin’in yerini Jin Şuren aldı. Zengtsin gibi o da Nanking’e bağlanmayı kabul etse de Çin’deki merkezi yönetimin tekrar zayıflamaya başlamasıyla fiilen bağımsız bir idare sürdü. Beyaz Rusları yeniden valiliğe bağladı ve onlardan birlikler oluşturdu, Uygurlar üzerinde, Zengtsin’e nispetle daha baskıcı bir idare kurdu.
Uygurların İsyanı (1931-1933)
Yeni idarenin eski baskılara geri döndüğünü gören Uygurlar Çin merkezi yönetiminin de Jin Şuren’in yerel yönetiminin de eskisine oranla zayıfladığını düşünerek Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı için ayaklanmaya karar vermeye başlıyorlardı.
20 Şubat 1931’de bir Uygur kızının bir Çinli komutanla zorla evlendirilmeye çalışılması bardağı taşıran son damla oldu. Düğünü basan silahlı Uygurlar komutanı ve 33 askerini öldürdüler. Kaşgar, Urumçi ve çevreleri Çin güçleri ve Uygurlar arasında savaş alanına döndü. Aynı dönemde Çin ve Japonya Savaşı sürüyor ve Çin yeniliyordu. 1933’te bu savaşın şiddetlenmesi ve Uygur direnişinin kırılamaması üzerine Nisan 1933’te Jin Şuren’in Rus birlikleri isyan ederek savaştan çekildiklerini açıkladılar. Jin Şuren Çin’e kaçarken Doğu Türkistan’da idare Uygurlara geçti.
Birinci Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti
Nisan 1933’ten itibaren Doğu Türkistan’daki yerleşim birimleri birbiri ardında Uygurların eline geçti. 12 Kasım 1933’te Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler ‘Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Bu yeni cumhuriyet hukuk düzeninin İslam şeriatı, bayrağının ise mavi zemin üzerine ay yıldızlı ‘Gök Bayrak’ olduğunu ilan etti. Cumhurbaşkanı Hoca Niyazi Bey oldu.
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin öncüleri genelde eğitimciler olduğundan ilk iş olarak eğitimi ele aldılar. Medrese geleneğine teknik yenilemeler yaparak İslami ilimler ve diğer alanlarda verimli bir eğitim sistemi kurmayı hedeflediler, kısa zamanda bu açıdan büyük başarılar elde ettiler.
Başlangıçta kurdukları 22 bin kişilik ordu zamanla daha da büyüdü. Doğu Türkistan’da faaliyet gösteren, özellikle İsveçlilerin başını çektiği misyonerler ülkeden çıkarıldı, İslam hukukunun gereği olarak, İslam’dan dönmek yasaklandı.
Doğu Türkistan’a Sovyet ve Çin müdahalesi (1934)
Doğu Türkistan’da bağımsız bir İslam cumhuriyeti kurulması, Sovyetler Birliği’ni de en az Çin kadar rahatsız etmişti.
Batı Türkistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı Basmacı isyanlarına katılan Türklerden geri kalanlar başta olmak üzere Batı Türkistanlı Sovyet muhalifleri Doğu Türkistan’a yerleşmeye başlamıştı.
Sovyetler Birliği Batı Türkistan’a komşu, Batı Türkistan ile tarihi ve kültürel derin bağları olan Doğu Türkistan’da Müslüman Türklerin bağımsız, İslami hukuka göre yönetilen bir cumhuriyet kurmasını istemiyordu. Bu durumu, başlı başına Batı Türkistan’da Sovyet sultasında yaşayan Müslüman Türkleri bağımsızlık yönünde kışkırtıcı bir gelişme olarak değerlendirmekteydi. Üstelik Doğu Türkistan’ı 1928-1933’te yöneten Jin Şuren’in çevresi de Uygurların kendilerini devirmesinin ardından Sovyetler Birliği’ne kaçmış ve Doğu Türkistan’ı işgal etmeleri yönünde onları kışkırtmıştı.
Ocak 1934’te Doğu Türkistan’a yönelik Sovyet Ordusu’nun saldırısı başladı. Sovyet orduları verdikleri ağır kayıplara aldırmadan sayı ve özellikle de teknik açıdan üstün kuvvetleriyle Doğu Türkistan’da ilerlemeye devam ettiler. Doğu Türkistanlıların Sovyetlerle savaşmasından cesaret alan Çin de Doğu Türkistan’a karşı saldırıya geçti. 1934’te iki işgalci güç Doğu Türkistan’ı peş peşe kanlı savaş ve katliamlarla ele geçirdi. Mart-Nisan 1934’te Yarkend Savaşı’nda Uygurların ordularının üstün düşman güçlerine karşı yenilmesiyle Doğu Türkistan’ın işgali tamamlandı. Kaşgar ve çevresi Sovyet denetimine geçerken Doğu Türkistan’ın diğer bölgeleri Çin denetimine geçti.
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin yöneticilerinin bir kısmı bu savaşlarda hayatını kaybetti, bir kısmı işgalcilere karşı gerilla savaşına çekildi. Bir kısmı ise Doğu Türkistan’ı Afganistan’a bağlayan Vahan Koridoru üzerinden Afganistan’a geçti.
1931-1937 döneminde en az 300 bin Doğu Türkistanlının Çin ve Sovyet güçlerince katledildiği tahmin edilmektedir. Bu kurbanların ezici çoğunluğu silahsız halktan olup katliamlarla hayatını kaybetmişlerdir.
Büyük ümitlerle kurdukları İslam cumhuriyetleri iki dev gücün istilasıyla bir çırpıda yıkılan Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler bu işgalleri kabullenmeyerek Doğu Türkistan’ın çeşitli yerlerinde peş peşe isyanlar çıkardılar. Bu isyanlar tam olarak başarılı olamasa da işgalci güçlerin ülkeye hakim olmasına engel oldular ve Doğu Türkistan kırsalında işgalci otoritesinin zayıf kalmasıyla sonuçlandılar.
öfkelendirmişti. Kazaklar bu katliamdan itibaren Sovyetler Birliği’nin ve Çin’in aynı anda ilgilerinin Doğu Türkistan’dan çekilmesini beklemişlerdi.
Bu isyanın Doğu Türkistan’ın kuzeyinde Kazaklar arasında başarılı olmasıyla Uygurlar da isyan edip kendi bölgelerini ele geçirmişlerdi. Böylece 2. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, ilkinin yıkılmasından 10 sene sonra bu kez Gulca başkentli olarak kurulmuş oldu. Henüz isyanın başında, 12 Kasım 1944’te cumhurbaşkanı olarak Alihan Töre Sağuni (1884-1976) seçilmişti.
Alihan Töre Sağuni (1884-1976)
Batı Türkistanlı ve Özbek kökenli olan Alihan Töre Sağuni Buhara’nın ardından Mekke ve Medine’de de dini eğitim görüp ülkesine din alimi olarak dönmüştü. 1914’te 1. Dünya Savaşı başlayıp Rus Çarlığı Batı Türkistanlıları askere almaya başlayınca, bölge halkına Rus Çarlığı’nın askeri olmamaları, askerlikten kaçmaları, bilhassa Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmamaları yönünde fetvalar verdi.
Aynı dönemde Batı Türkistan’da Rus Çarlığı’na karşı başlayan Türk isyanlarına destek verdi. Bu isyanların 1916’da Rusya tarafından bastırılması üzerine Doğu Türkistan’ın Gulca şehrine geçip hocalık yapmaya başladı, 1937-1941’de hapis yattı. İlk Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ne de destek veren Alihan Töre Sağuni, ikinci Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla sonuçlanan Kasım 1944’teki Kazak İsyanı’nda liderlerden olarak yer almış ve bu yeni cumhuriyetin cumhurbaşkanı olmuştu.
Osman Batur (1899-1951)
Altay yöresinin Doğu Türkistan sınırlarında yer alan tarafından, Doğu Türkistan’ın kuzeyinden bir Kazak olan Osman İslamoğlu (İslambay) 2. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yer alan bir diğer önemli isimdi. 1941’de liderlik ettiği küçük bir grupla Doğu Türkistan’da Sovyet askerlerine ve Şeng Şicai’nin güçlerine karşı gerilla savaşına başlayan Osman Batur, 1944 İsyanı’nın hazırlığında da önemli rol oynamış ve isyanı idare etmişti.
İsyanın başarılı olmasında Osman İslamoğlu’nun başarılı idaresinin büyük rol oynadığı belirtilmiş ve kendisine cesur kahraman anlamında “Batur” lakabı verilmişti. Bu lakabın kendisine verilmesinin ardından artık daha çok Osman Batur olarak anılacaktı.
Alihan Töre idaresinde Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti (1944-1946)
Alihan Töre Çin ve Sovyetler Birliği’ni tüm Doğu Türkistan’dan çıkarmak istiyordu. Bu sebeple hakim olduğu arazilerle yetinip Çin ve Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkilere girmek yerine 1945’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ordularına Çin işgalindeki Urumçi’ye yönelmeleri emrinde bulundu.
Osman Batur’un yönettiği 20 bin kişilik ordu Urumçi yönünde ilerlemede başarılı oldu.
Fakat 1945’te 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesi, Almanya ve Japonya’nın teslim olması Çin ve Sovyetler Birliği’nin Doğu Türkistan ile yeniden ilgilenmesine neden oldu. Çin güçleri bu sayede Urumçi’de kalabilmeyi başarmakla beraber sayıca üstün güçlerine rağmen Osman Batur idaresindeki Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti birliklerini geriletmeyi başaramadılar. Bu dönemde Hui (Müslüman Çinli) General Ma Bufang, kalabalık Hui güçleriyle Çin adına Doğu Türkistanlılara karşı savaştı.
Çin bu aşamada Sovyetler Birliği’ni yöneten Stalin’den yardım talebinde bulundu. Zaten Doğu Türkistan’ın bağımsızlığının Batı Türkistan’daki Türkleri bağımsızlığa ve İslami idare istemeye yöneltmesinden endişe eden Stalin, durumu tehdit olarak görmekteydi. Başlangıçta Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmayı nispeten zor gören Stalin, bu sebeple aşama aşama bir siyaset izledi. Öncelikli olarak tam bağımsızlıkçı ve İslamcı bir siyaset takip eden Alihan Töre’yi devirip yerine kendisiyle daha uyumlu olacak bir yönetimi Doğu Türkistan’ın başına geçirmeyi daha uygun gördü.
Stalin ayrıca bu dönem Doğu Türkistan’ı bir Sovyet cumhuriyeti olarak Sovyetler Birliği’ne bağlamanın planlarını da yapıyor, bu sebeple Çin’in de Doğu Türkistan’a hakim olmasını istemiyordu. Fakat Stalin için en kötü senaryo Çin’in Doğu Türkistan’a hakim olması değil, Doğu Türkistan’ın İslam hukukuyla yönetilen bir İslam cumhuriyeti olarak bağımsızlığıydı.
Alihan Töre’nin kaçırılması ve Ahmedcan Kasımi’nin cumhurbaşkanı olması (1946)
Stalin, Doğu Türkistan’da içeriden bazı ajanlarını harekete geçirerek Alihan Töre’nin güvenliğini zayıflattı. Sovyet ajanlarının Haziran 1946’daki baskınıyla Alihan Töre’yi kaçırıp dönemin Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti Taşkent’e yerleştirdi. Alihan Töre vefat edeceği 1976’ya kadar 30 yıl Taşkent’te sıkı bir denetim altında ev hapsinde tutuldu.
Stalin’in müdahaleleriyle Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin başına Ahmedcan Kasımi (1914-1949) geçirildi. Alihan Töre’ye yapılan bu darbeyi bazı tarihçiler Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin yıkılışı olarak kabul etmektedir.
Ahmedcan Kasımi (Kasımov) idaresinde Doğu Türkistan (1946-1949)
1914 Gulca doğumlu olan Ahmedcan Kasım 1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği’nin başkenti Moskova’da üniversitede okuyup 1936’da mezun olmuştu. Moskova’dayken Komünist ideolojiyi benimseyen Kasımi Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin üyesi olmuş ve kendi isteğiyle Kasımi olan soyadını Rusçalaştırıp Kasımov’a çevirmişti.
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yer almayan ve bağımsızlık ilanına da desteğini açıklamayan Kasımi Haziran 1946’da Stalin’in müdahelesiyle Doğu Türkistan’ın başına getirilmiş oldu. Bu değişimde Doğu Türkistanlı bazı yönetici kadroların Alihan Töre’yi radikal ve uzlaşmaz biri olarak bulup ona tepkili olmaları da etkili oldu. Bu değişime karşı olanların pek çoğu da Sovyetler Birliği’nin Doğu Türkistan’a saldırmasından endişe ederek sessiz kaldılar.
Fakat Osman Batur bu darbeyi ve Gulca’daki Kasımi idaresini kabullenmeyerek Tayankol’u kendine merkez edinip Çin güçlerine karşı mücadelesini sürdürdü.
1946’da Sovyetler Birliği’nin dahil olmasıyla Kasımi Çin ile antlaşma imzaladı. Buna göre Doğu Türkistan bağımsızlığından vazgeçecek, Doğu Türkistan’ın Kaşgarya, Çungarya ve Gulca merkezli, daha çok Kazaklarla meskun kuzeydeki İli Bölgeleri geniş bir özerklik kazanacak, Urumçi ve çevresi ise doğrudan Çin’e bağlı kalacaktı. Bağımsızlıktan vazgeçilmesi Doğu Türkistan’da büyük tepki çekerken Osman Batur bağımsız şekilde silahlı mücadelesini sürdürdü.
Çin’in Doğu Türkistan’ı işgali (1949)
1927’den beri Çin’de Komünist bir rejim kurmak için Çin rejimine karşı silahlı mücadele veren, Japonya’nın Çin’e saldırması üzerine Japonya’ya karşı da savaşan Komünist Mao Zedong (1893-1976) bu dönemde öne çıkan bir isimdi. Mao, 1945’te Japonya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan teslim olarak çekilmesi üzerine yeniden Çin rejimine karşı savaşına yoğunluk vermişti. 1949’da Mao Zedong Çin’de yönetimi ele geçirmeyi başardı.
Çin’e Komünist bir rejimin hakim olması üzerine o dönem ABD ile başlayan Soğuk Savaş’a ve 2. Dünya Savaşı’yla Sovyet nüfuzuna giren Doğu Avrupa ülkelerinde Komünist rejimler inşasına odaklanan Stalin, Doğu Türkistan’ın tamamen Çin kontrolüne girmesine razı oldu.
Çin’de iktidara gelen Komünist Çin Yönetimi, Doğu Türkistan’daki fiili iç bağımsızlık seviyesindeki geniş özerkliğe sahip Çungarya, Kaşgarya ve İli Özerk Bölgeleri’ne ültimatom vererek teslim olmalarını istedi. Sovyetler Birliği Doğu Türkistan Yönetimi’ne Pekin’e gidip Çin ile görüşmesini tavsiye ederek arabulucu olacağını bildirdi. Ahmedcan Kasımi liderliğinde Doğu Türkistanlı yöneticiler Pekin’e uçakla geçmek üzere dönemin Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti Almatı’ya geldiler ve 27 Ağustos 1949’da bir Sovyet uçağıyla Pekin’e havalandılar. Fakat uçak Baykal Gölü yakınlarında düştü ve uçaktaki heyetten kurtulan olmadı.
Ahmedcan Kasımi de dahil Doğu Türkistanlı üst düzey idareciler bu kazada hayatını kaybederken bir diğer idareci Seyfeddin Azizi’nin (1915-2003) son anda bu yolculuktan vazgeçmesi çok şüpheli bulundu. İddiaya göre Sovyet-Çin antlaşmasıyla bu uçak kazası tertip edilmiş, Çin’e tam teslimiyet göstermesi konusunda kendisiyle gizlice anlaşılan Seyfeddin Azizi bu tertibi bildiğinden bu yolculuğa çıkmamıştı.
Eylül 1949’da Burhan Şehidi ve Seyfeddin Azizi Çin’e teslim olduklarını ilan ettiler. 1946-1949 arasında Ahmedcan Kasımi yönetiminde Doğu Türkistan askeri gücünü büyük ölçüde kaybetmiş ve Osman Batur kendi güçleriyle bu idareden kopmuştu. İdareleri teslim olan Çungarya, Kaşgarya ve İli Özerk Bölgeleri halkın Çin’in gücüne oranla zayıf kalan direnişleriyle Çin işgaline girdi.
Osman Batur’un yakalanması ve idamı (1951)
1946’da Alihan Töre’nin devrilip kaçırılmasının ardından yönetimden kopan Osman Batur, birlikleriyle önemli askeri başarılar göstererek Çin’de iç savaşın kızıştığı bir sırada 1948’de Urumçi’yi ele geçirmeyi dahi başarmıştı.
Fakat 1949’da Doğu Türkistan’daki özerk bölgelerin teslim olması ve Çin’in Doğu Türkistan’a büyük işgal orduları göndermesi üzerine 6 aylık bir savaşın ardından Osman Batur geri çekildi. 1950’de elinde kalan 4 bin adamıyla gerilla savaşı vermek üzere Doğu Türkistan’ın güneyinde Himalaya Dağları’nın eteklerinde yer alan Makay’a yerleşti.
Üzerine büyük Komünist Çin Orduları gönderilen Osman Batur 17-18 Şubat 1951’de Komünist Çin güçlerince esir alındı. Osman Batur’un güçlerinden hayatta kalabilenlerden Himalaya Dağları’nı aşıp Keşmir’e, oradan Türkiye ve diğer ülkelere ulaşabilenler oldu. “Doğu Türkistan’ın Şeyh Şamili” olarak görülen Osman Batur, ağır işkencelerden geçirildikten sonra, Komünist Çin güçlerince 29 Nisan 1951’de kızı Azapay’ın da esir olarak çalıştırıldığı Urumçi’deki bir elbise imalathanesinde kurşuna dizildi.
Doğu Türkistan’da Komünist Mao rejimi kuruluyor
Doğu Türkistan’ın tamamen Çin işgaline girmesiyle Doğu Türkistan’da Çin işgaliyle Komünizm baskılarının birleştiği yeni bir dönem başladı. Doğu Türkistan’ı Çin’e teslim eden Seyfeddin Azizi, Mao’nun yakın adamlarından biri oldu ve onun Aralık 1949’daki Moskova gezisine katıldı. Seyfeddin Azizi Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı girişimlerinden pişmanlığını aleni olarak ilan etti. 1955’te Mao Seyfeddin Azizi’nin 1978’e kadar yöneticisi olacağı, çok az bir fiili özerklik iç yapısına sahip Sinciang (Sincan) Uygur Özerk Bölgesi’ni kurdu.
Ahmedcan Kasımi’nin 1945’te evlendiği eşi Mahinur Kasımi (1929-) de Doğu Türkistan’ı Mao rejiminin işgalini destekleyenlerden biri oldu ve ilerleyen yıllarda rejimin idaresinde görevler aldı, 2003’te emekli olana değin Pekin’de politikada ve yönetimde yer aldı.
Bu gelişmeler nedeniyle pek çok Doğu Türkistanlı bölgeyi terk etmek istedi fakat Çin ve Sovyetler Birliği’nin buna müsaade etmemesi nedeniyle yol bulamadılar. Bu dönemde Doğu Türkistan’dan kaçabilenler çok zorlu bir yolculukla Doğu Türkistan’ın güneyindeki Himalaya Dağları’nın sıraları üzerinden genellikle Hindistan’ın Keşmir Bölgesi’ne ulaşabilenlerdi.
Doğu Türkistan 1949’dan bugüne hem bağımsızlığını kaybetmenin hem de Çin’in Komünizm’in Maoizm yorumunu dayatmasının büyük baskılarını yaşadı. Mao’nun 1976’da ölümünün ardından Çin’in Maoizm’den uzaklaşmaya başlamasının Doğu Türkistan’a olumlu yansıyacağı düşünülürken bu umut boşa çıktı ve yeni dönemde de baskılar, katliamlar devam etti.
2014’ten itibaren ise Çin yönetimi Doğu Türkistan’daki Müslüman Türklere İslam’ı ve Türk olduklarını tamamen unutturmayı hedefleyen bir zorunlu asimilasyon politikası başlattı. Milyonluk toplama kampları kurarak Doğu Türkistan’ı tamamen Çinlileştirme hedefini açıkça ortaya koydu.
Mao döneminde Doğu Türkistan (1949-1976)
1949’da Doğu Türkistan’ı işgal eden Komünist Mao rejimi hem Doğu Türkistanlıların işgale her türden direnişini yok etmeyi hem de Komünizm anlayışını Doğu Türkistan’a zorla benimsetmeyi hedeflemişti. Doğu Türkistan’ı fazlaca Müslüman ve Türk bulan Mao rejimi, işgal ettiği tarihte Müslüman olmayan Çinlilerin oranının %5’in altında olmasından rahatsız olarak bölgeye Çinli yerleştirmeye başladı.
Çinlilerin Doğu Türkistan’a yerleştirilmesi politikası Mao’dan beri 70 yıldır kesintisiz devam etmektedir.
1950’li yılların ortalarına kadar süren Doğu Türkistanlıların direniş girişimlerini bastıran Mao rejimi, 1955’te Doğu Türkistan’da ‘Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ kurduğunu ilan etti. Bölgenin ilk başkanı Mao ile Doğu Türkistan’ın işgalinde iş birliği yapan Seyfeddin Azizi (1915-2003) oldu.
1955’te Doğu Türkistan’da yapılan ilk resmi nüfus sayımında Çin’in resmi açıklamasına göre 5,11 milyon nüfusun %73’ü Uygurdu. Bu sayım üzerine yurt dışında yaşayan Uygur muhalefeti, Çin’in rakamlarla oynayıp Uygurları olduğundan daha az göstermeye çalıştığını beyan etti.
Mao’nun çelik üretiminde rekor kırmayı hedeflediği ama tarımın çöküşüyle milyonlarca kişinin öldüğü bir kıtlıkla sonuçlanan ‘Büyük Atılım’ (1958-1962) ve Maoizm’i ülkeye tam olarak yerleştirip eski kültüre dair ne varsa ortadan kaldırmayı hedeflediği, buna dirençli görülen milyonlarca kişinin katledildiği ‘Kültür Devrimi’ (1966-1976) Doğu Türkistan’da mevcut olan dini, kültürel, ekonomik baskıları daha da artırdı. Doğu Türkistanlı pek çok Müslüman, ‘devrim düşmanı’ olduğu gerekçesiyle katledildi, Kur’an-ı Kerim’ler başta olmak üzere İslami kitaplar imha edildi, camilere çok ileri derecede kısıtlamalar getirildi, dini eğitim yasaklandı, pek çok cami yıkıldı.
Çin-Sovyet gerginliği ve Doğu Türkistan
1953’te Sovyetler Birliği lideri Stalin’in ölmesiyle yerini alan Kruşçev 1956’da Stalin döneminde büyük yanlışlar yapıldığını, halka karşı büyük suçlar işlendiğini en yüksek perdeden resmi açıklamayla ilan ederek reform yapılacağını açıkladı.
Sovyetler Birliği’ndeki bu gelişmeleri Komünizm’den sapma ve ideolojik gevşeme olarak gören Mao, aynı zamanda bunu Komünizm’in dünya lideri olmak için fırsat olarak da değerlendirmeyi düşündü.
‘Büyük Atılım’ (1958-1962) esnasında Çin genelinde olduğu gibi Doğu Türkistan’da da köylüler kendi üretimlerini bırakıp devletin çelik üretiminde çalışmaya zorlandılar. Bu durumu Çin’e karşı değerlendirmek isteyen Sovyetler Birliği Doğu Türkistan’dan mülteci kabul edeceğini açıkladı. Çoğunluğu Uygur ve Kazak yaklaşık 200 bin kişi bu dönemde Doğu Türkistan’dan Sovyetler Birliği’ne zorlukla kaçabildi.
1960’lı yılların başından itibaren Sovyetler Birliği Taşkent Radyosu’ndan yaptığı Türkçe yayınlarla Uygurları Çin’e karşı kışkırtmaya başladı. 1969’da Çin ve Sovyetler Birliği aylarca sınır çatışmaları yaşadı, çatışma bölgelerinden biri de Doğu Türkistan’dı. İki ülkenin de nükleer silaha sahip olması nedeniyle nükleer bir savaşa dönmesinden korkulan bu çatışmalar Ekim 1969’da bitse de, Çin ve Sovyetler Birliği’nin zaten soğuyan ilişkilerini daha da olumusuz hale getirdi. Bu gerilim diğer ülkelerdeki Komünistler arasında da da “Sovyetçi” ve “Maocu” ayrımına yol açtı.
1963’te Doğu Türkistan’da yeraltında kurulan Maoizm karşıtı Sosyalist ‘Doğu Türkistan Halkın Devrimci Partisi’ 1969’dan itibaren Sovyetler Birliği’nce desteklenmeye ve Sovyetler Birliği’nde kurumsallaşmaya başladı. Sovyetler Birliği’ne taşınmasının ardından 1969’da yaptığı açıklamada hedeflerinin Doğu Türkistan’ı bağımsız Marxist-Leninist bir devlet yapmak olduğunu açıkladılar.
Fakat bu Maoizm karşıtı Sosyalist parti, Sovyetler Birliği’nin her türden desteğine, Taşkent Radyosu’ndan Doğu Türkistan’a yönelik yaptırdığı propagandalara rağmen dini sebepler ve halkın Sosyalizmin her türüne karşı olan tavrı nedeniyle Doğu Türkistan halkında çok ilgi görmedi. Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girmesiyle bu parti 1989’da kendini feshetti.
Mao’nun 1976’da ölümünün ardından da Sovyetler Birliği ve Çin’in gerilimi de, bu gerilimin Doğu Türkistan’a yansımaları da devam etti. 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi üzerine bunu kendisine yönelik de bir tehdit olarak gören Çin, Taşkent Radyosu’nun etkisini de kırabilmek amacıyla Sovyetler Birliği’nin Afganistan Müslümanlarına yönelik soykırımını Doğu Türkistan radyolarında işleyerek Uygurların Sovyetler Birliği’ne düşman olmasını hedefledi.
Çin’in Doğu Türkistan’da nüfus politikası
Mao döneminin başından, 1950’li yıllardan itibaren Çin, Doğu Türkistan’a Çinli nüfus yerleştirerek Doğu Türkistan’da Çinlileri çoğunluk, Uygurları azınlık haline getirmeyi hedefledi. Bu amaca yönelik olarak o günden bugüne milyonlarca Çinli Doğu Türkistan’a yerleştirildi.
1949’da Doğu Türkistan’da %5’in altında olan Müslüman olmayan Çinli oranı bu göçlerle artışa geçti. Doğu Türkistan’ın başkenti ilan edilen Urumçi ve çevresinin, Tarim Havzası’nın özellikle hedeflendiği bu göç halen devam ettirilmektedir.
Bu göçün en büyük dengeleyicisi Uygurlar arasında doğum oranının daha fazla olmasıdır. Mao döneminde 1971’de ‘Nüfus Planlaması’ Çin’in devlet politikasına girerken Mao’nun ardından Çin 1980’de ‘Tek Çocuk Politikası’na geçerek ülke genelinde tek çocuk sahibi olmayı teşvik etti, tek çocukta kalan ailelere teşvikler verirken iki çocuğun üzerinde çocuğu olan aileleri cezalandırdı. Bu politikalar Çinlilerin doğurganlık oranını daha da düşürmekle beraber Çin yönetimi Uygurlara yönelik de az çocuk sahibi olmalarına yönelik yoğun baskılar başlattı, çok çocuğu olan Uygur kadınlarını kürtaja zorladı.
Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı nüfus sayımlarına dair resmi sonuç açıklamaları Doğu Türkistanlı muhalefetçe her zaman Doğu Türkistan genel nüfusunu ve Uygur sayısını az, Çinli oranını fazla gösterme yönünde çarpıtmalı bulundu.
Çin’in 2000 yılında Doğu Türkistan’da yaptırdığı nüfusa sayımına göre Doğu Türkistan nüfus verileri şu şekildeydi:
Toplam nüfus: 18.460.000 (2000)
Uygur: %43,6
Han Çinli: %40,6
Kazak: %8,3
Diğer (Müslüman Çinli, Kırgız, Moğol, Tacik ve diğerleri): %7,5
2015 yılında yapılan sayımda, güvenilir bulunmayan Çin’in verilerine göre bile süren Çinli göçüne rağmen doğurganlıktaki farktan dolayı Doğu Türkistan’da Müslüman ve Türk oranı artarken Çinli oranı düşmüştü. Kazakistan’a 2000-2015 döneminde gerçekleşen Kazak göçü de Doğu Türkistan’da Kazak Türkleri’nin oranını düşürmüştü:
Nüfus: 23.600.000
Uygur: %46,5
Han Çinli: %38,5
Kazak: %7,1
Hui (Müslüman Çinli): %4,6
Diğer: %4,3
Yine 2015 sayımında Çin’in resmi açıklamasına göre Doğu Türkistan’ın %61’i Müslümandır. 2000 sayımında Müslüman oranı %58 olarak açıklanmıştı.
“Çin Doğu Türkistan Müslümanlarını az gösteriyor”
Bu rakamlar uluslararası gözlemciler ve Uygur muhalefetince güvenilir bulunmamaktadır. Çin’in Uygurlar başta olmak üzere Doğu Türkistan’daki Müslüman kavimleri olduklarından oldukça az gösterdiğini belirtmekte, bu iddialarını toplam Doğu Türkistan nüfusunun herkesin kabul edeceği gibi tahmin edilenden oldukça az gösterilmesi iddiasıyla da delillendirmektedirler. Çin’in 2009’dan itibaren artırdığı baskılarda ve 2014’ten itibaren Doğu Türkistanlıları toplama kampına toplama politikası gütmesinde Uygurların nüfus artış hızından korkmasının başat faktör olduğu tahmin edilmektedir.
Mao sonrasında Doğu Türkistan
1976’da Mao’nun ölümü üzerine Çin 1978’de açılım politikasını başlattı. Ekonomik açılımın öncelendiği bu süreçte Doğu Türkistan’da da baskılarda bir gevşeme yaşanması bekleniyordu.
Fakat bu beklenti gerçekleşmedi. 1980’li yıllarda Doğu Türkistan dışında Çin içlerinde yaşayan Hui (Müslüman Çinli) nüfusa yönelik dini baskıda bazı hafifletmeler yaşandı. Fakat Uygurların sadece Müslümanlığından değil Türk olmasından da endişe eden Çin yönetimi bu politikayı Doğu Türkistan’a yansıtmamaya çalıştı. Örneğin Çin’de Hui çocuklarına ilkokul sonrasında camilerde İslami eğitim alma izni verilirken Uygur çocuklarına verilmedi.
Mao döneminin ‘Büyük Atılım’ ve ‘Kültür Devrimi’ politikalarıyla kültürlerinden uzaklaştırılmaya, Çinli gibi yaşamaya ve Çin’e köle gibi çalıştırılmaya zorlanan Uygurlar, Mao sonrası değişim beklentilerinin de boşa çıkmasıyla sosyal patlamanın eşiğine geldiler.
Ülkede ekonomik reform dönemi başlamasına rağmen Uygurların din eğitimine izin verilmemesi, köle gibi çalıştırılmaya devam edilmesi, dini değerlerine ve kültürlerine aykırı biçimde kadınlarının Çinli erkeklerle çalışmaya ve bazen Çin içlerinde çalışmaya zorlanmasıyla Uygurlarla yönetimin ilk sürtüşmeleri 1980’den itibaren dünya basınına yansımaya başladı.
Bazı gözlemciler bu sürtüşmelerin Mao döneminde de yaşandığını fakat Çin o dönemde daha kapalı olduğundan yurt dışına yansımadığını, dünyada basın ve yayının imkanlarının daha gelişmesinin de bu bilgi akışının önünü açtığını belirtmektedirler.
Mao sonrasında Doğu Türkistan’da baskıların beklenenin aksine gevşemeden devam etmesi Doğu Türkistan halkını üzerindekini baskıları kaldırmaya yönelik daha aktif bir mücadele vermeye yöneltti. Mao sonrasında Çin’in yaptığı ekonomik açılımlar Doğu Türkistan’ın şehirlerinde de fabrikaların kurulmasıyla sonuçlanmış, kırsalda yaşayan pek çok Müslüman Türk iş bulabilmek için şehirlere göçmüştü.
Şehre göç, dini ve kültürel baskılarla daha doğrudan yüzleşilmesini ve Müslüman Türklerin bir arada mücadele edebilme konusunu konuşabilmesini sağlayacaktı. Bu durum Doğu Türkistan’daki Çin baskılarına karşı mücadele, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı gibi konuları bölge halkının gündemine daha da sokmuştu.
Türkistan İslam Partisi
1988’de Ziyaeddin Yusuf liderliğinde Çin baskılarına karşı mücadele için ‘Türkistan İslam Partisi’ kuruldu. Bu oluşum Doğu Türkistan İslam Cumhuriyetleri ve sonrasında tüm baskılara rağmen yürütülen dini medreseler geleneğine dayanmaktaydı. Hareket, gerekirse “meşru müdafaayla Çin’in askeri baskılarına karşı silahlı direniş”i de benimsemekteydi.
Nisan 1990’da Çin’in Doğu Türkistan-Barin’de Müslüman Türk halka karşı saldırısına mukavemete katılan Ziyaeddin Yusuf bu çatışmalar esnasında hayatını kaybetti.
Yusuf’un ardından grubun liderliğine Hasan Mahsum geldi.
1996’da Afganistan’ın başkenti Kabil’in Taliban’ın eline geçmesiyle, Doğu Türkistan’da yeraltında faaliyet göstermekte zorlanan Türkistan İslam Partisi, lideri Hasan Mahsum’un kararıyla Afganistan’a yerleşti, Doğu Türkistan’da yer altı faaliyetlerine devam etti.
Afganistan’a yerleşmesine Taliban’ın izin verdiği Türkistan İslam Partisi iddialara göre 1999’da El Kaide lideri Usame bin Ladin’den (1957-2011) maddi destek aldı. Bu dönemde de Türkistan İslam Partisi Çin’deki faaliyetlerine devam etti.
Türkistan İslam Partisi, 2001’de ABD’nin Afganistan’ı işgalinin ardından ABD tarafından terör listesine alındı.
Grup, Afganistan’ın işgalinin ardından Pakistan’ın kuzeybatısındaki Veziristan başta olmak üzere kabile bölgelerine yerleşti. Suriye İç Savaşı’yla (2011-) beraber Türkistan İslam Partisi’ne bağlı unsurlar Suriye’ye de yöneldi. 2020 yılında ABD, Türkistan İslam Partisi’ni terör listesinden çıkardı.
Gulca Katliamı ( Şubat 1997)
Doğu Türkistan’da Çin güvenlik güçleriyle halkın hemen her sene çatışmalar yaşadığı belirtilmektedir. Çoğu dünya medyasına yansımayan olayların büyüklüğüne göre bazı hadiseler dünya basınına yansıyabilmektedir.
Şubat 1997’de, 2. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin başkenti olan ve Doğu Türkistan’ın kuzeyinde yer alan Gulca şehrinde 30 Müslüman Türk’ün Çin’in uygulamalarına karşı olduğundan toplu idamı bu şehirdeki Müslüman Türk halkın protestolarına neden oldu.
İslami taleplerin üzerindeki baskıların kaldırılmasını isteyen protestoculara saldıran Çin Ordusu yüzlerce kişiyi katletti, şehir genelinde ve çevresinde binlerce kişi gözaltına alındı.
Temmuz 2009 Doğu Türkistan Katliamı
Temmuz 2009’da Doğu Türkistan’ın Çinlilerin çoğunlukta olduğu idari merkezi Urumçi’den başlayarak Doğu Türkistan’ı saracak şekilde Çinliler ve Müslüman Türkler arasında çatışmalar başladı.
Çin Ordusu’nun da Çinlilerden yana müdahil olmasıyla, Doğu Türkistan muhalefetinin verilerine göre bin ila 3 bin kişinin öldürüldüğü büyük bir katliam yaşandı.
Yaşananları Çin’in Müslüman Türkleri hedef aldığı kapsamlı tutuklama kampanyaları izledi. Doğu Türkistan’da Çin’in baskıları daha da arttı.
Asimilasyon politikaları ve toplama kampları
Çin, kesintisiz olarak 1949’dan bu yana Doğu Türkistanlıları asimile etmeye çalışmış, dini ve kültürel tüm değerlerine baskı uygulamış, kurduğu çalışma-toplama kamplarıyla hapsettiği halka hem işkence uygulamış hem de çalıştırarak zorla ürettirdiği ürünleri satarak gelir elde etmişti.
Fakat 2010’lu yılların başından itibaren Çin’in Doğu Türkistan’daki bu politikaları kapsam ve ileri gitmede yeni bir evreye girdi. Özellikle bu politikalar, mevcut devlet başkanı Şi Cinping’in göreve geldiği 2013 sonrasında arttı.
Doğu Türkistan’da İslam dini üzere her türlü ibadet yasaklandı. Halkın tümünün toplama-çalıştırma kamplarına gönderilmesine başlandı. Bu kamplarda halkın tüm geleneksel değerleri yasaklandı ve aşağılandı, itiraz edenler katledildi.
Kampta kalanlara işkence uygulandığı, tecavüz edildiği, çocuklarının ellerinden alındığı, kamplardan kurtulup diğer ülkelere kaçabilenlerce anlatıldı. Doğu Türkistanlıların evlerinde dahi değerlerini yaşayabilmelerine mani olunması için Doğu Türkistanlılara Çinlileri evlerinde ağırlama görevleri verildi.
Doğu Türkistan’da artan Müslüman Türk nüfusunu kendisine tehdit gören Çin’in Müslüman Türkleri kısırlaştırma ve zorunlu kürtaja zorladığı da bildiriliyor.
Çin’in nihai hedef olarak Doğu Türkistan’daki Müslüman Türkleri zorla tamamen İslam ve Türklükten kopararak Çinlileştirmeyi hedeflediği belirtiliyor, Çin resmi makamları da bu amaçlarını saklamıyorlar.
Doğu Türkistan’da yaşananlara tepkiler
Doğu Türkistan’da 2010’lu yıllarda baskıların Mao devrinden bile daha ileri, Müslüman Türk varlığını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik seviyeye ulaşması dünyanın çeşitli yerlerinden yoğun tepki çekiyor.
Doğu Türkistanlılar bu sürece en büyük tepkiyi Müslüman ülkelerden beklerlerken, Müslüman ülke yöneticilerinin Çin ile ekonomik ilişkileri nedeniyle sessiz kalması veya açıkça Çin’e destek veren beyanları Doğu Türkistanlıları büyük hayal kırıklığına uğratıyor.
Doğu Türkistan’ın Türkiye’den beklentileri
Doğu Türkistanlılar hem İslam hem de Türklük üzerinden 2000’li yıllardan itibaren dış politik hamlelerini artıran Türkiye’den Çin’in Doğu Türkistan politikalarını durdurmaya yönelik girişimlerde bulunmasını özellikle istiyorlar.
19. yüzyılda Yakup Han zamanında Doğu Türkistan’ın kendisini Osmanlı Devleti’ne bağladığını, Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye zorluklar içerisindeyken Çin işgalinin tüm sıkıntılarına rağmen Doğu Türkistanlıların kalbinin o yıllarda Türkiye ile attığını, fakirlik içerisinde topladıkları yüklü maddi yardımları Türkiye’ye gönderdiklerini hatırlatıyorlar.
Doğu Türkistan’da dini eğitim
1949’dan itibaren kesintisiz şekilde süren Çin işgaline ve İslam’ı özellikle hedef alan baskılarına rağmen dindar bir halka sahip olduğu bilinen Doğu Türkistan’da medrese faaliyetlerinin o günden bugüne kesintisiz sürmesi dikkat çekiyor.
Tüm baskılara rağmen yeraltında yakın tarih boyunca devam eden bu medreselerde öğrenciler Kur’an-ı Kerim’i ezberliyor, Arapça öğreniyor ve çeşitli İslami ilim dallarında yetişiyor.
Fakat 2010’lu yıllardan itibaren Doğu Türkistanlılar üzerindeki baskılar Mao döneminin en zorlu günlerini dahi geride bırakmış durumda. Teknolojik gelişmelerin, polis devletlerin yönettikleri halkların her şeyini takip etmesini kolaylaştırmasıyla bu faaliyetlerin de büyük ölçüde sona erdiği bildiriliyor. Zaten Doğu Türkistan’da sadece dini eğitimin değil namaz kılmanın, Türkiye’de bulunmuş olmanın dahi cezalandırılma sebebi olduğu belirtiliyor.
Doğu Türkistan’da nükleer denemeler
Çin’in atom bombası üretmesinin ardından nükleer denemeler için Doğu Türkistan’ı seçmiş olması Doğu Türkistanlılara ve Doğu Türkistan tabiatına büyük zararlar vermektedir.
İlk denemenin yapıldığı 1964’ten bu yana Doğu Türkistan’da 11’i yer altında olmak üzere en az 46 nükleer denemenin yapıldığı, bu denemeler için Doğu Türkistan’da Türk nüfusun yoğunlaştığı yerlerin seçildiği, denemeler sonucunda Doğu Türkistan’da kanser ve deri hastalıklarının arttığı belirtilmektedir.
Hatta bu denemelerin zararlarının rüzgarların iletmesiyle Doğu Türkistan’a komşu diğer Türki cumhuriyetlere de ulaştığı bildirilmektedir.
Doğu Türkistan Türkleri Uygur mu?
Doğu Türkistan’ın Müslüman Türkleri’ne Uygur denilmesi zannedildiği kadar eski bir geçmişe sahip olmayıp 1921’de Sovyetler Birliği’nin bölge üzerine çalışan müesseselerince teklif edilen bir uygulama.
Doğu Türkistan’ın yerli Türklerini yine aynı bölgede yaşayan ama yerli Türklerden farklılıkları bilinen Kazak Türklerinden ayırmak için tarihteki Uygur devletlerinin bu bölgede kurulmasına binaen bu Türklere Uygur denilmiş, daha sonra Çin de bu isimlendirmeye geçmişti.
‘Uygur’ kelimesinin eski Türkçe’de yer aldığı biliniyor.
1. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nde Uygur tabirinin bölge halkı için kullanımı konusu ele alınmıştı. Bu cumhuriyetin yöneticilerinden Muhammed Emin Buğra bu tabire karşı çıkarak Doğu Türkistan halkı için ‘Müslüman Türk’ ifadesinin kullanılmasını önermiş, cumhuriyet idaresi de Muhammed Emin Buğra’nın teklifini kabul etmişti.
Fakat Çin’in işgalin ardından bölgenin ismine Uygur tabirini de yerleştirmesi, Uygur tabirinin kullanılmasının bölgedeki Müslüman Türk halka tarihi bir toprak aidiyeti hissettirmesi gibi sebeplerle bu tartışmalar unutulmuştur. Doğu Türkistan’ın asli unsuru olan yerleşik Müslüman Türk halka Uygur denilmesi genel kabul görmüş bulunmaktadır.
Mepa News