6 Şubat 2023 Pazartesi saat 04.17’de Kahramanmaraş merkezli 7.7 şiddetinde yaşadığımız depremin üzerinden tam bir yıl geçti.
53 bin 537 can kaybı, 107 bin 213 yaralının yanı sıra, 38 bin 901 bina’nın yıkıldığı ve 14 milyon insanın direk etkilendiği 100 yılın depreminin bilançosu oldukça ağır oldu. Bir de dolaylı etkilenmeler var ki onu söylemeye bile gerek yok.
Toplam ev ve iş yeri hak sahibi 441 bin 567. Yani yapılacak ev ve iş yeri sayısı. Bir yılın sonunda teslim edilen ev sayısı 41 bin. 5 bin de köy evi. Süreci siz düşünün…
Deprem 11 ili doğrudan etkiledi. Şehirlerde büyük yıkım oldu. Mezopotamya depremi diyen de oldu 100 yılın depremi diyen de oldu. Evet deprem her yönüyle çok büyüktü. Ülkemiz, Gölcük depreminden bu yana (23 yıl) 6 şiddeti üzerinde 17 deprem yaşamıştır. Yani iyice deprem ülkesiyiz.
Sabah saat 04.17
Büyük bir sarsıntı ile uyandı Türkiye. Gün aydınlığı ile birlikte yıkımın büyüklüğü de gün yüzüne çıkmış oldu. Sonrası tam bir seferberlik hali. Vatandaş harekete geçti.
Düştü yollara…
Yurt içinden ve yurt dışından yardım için koştu insan ve insanlık. Zamanla yarış başladı.
Görüntüler izlenecek gibi değildi. Büyük büyük binalar kağıt gibi yere serilmişti. Toprakla eşitlenmişlerdi. O yüksek yüksek duran binalar meğerse ne kadar acizmiş! İnsanlarda öyle değil mi? Görüntü ulu gözükür. Küçük bir harekette ise küçüklüğü ortaya çıkar. İşte o devasa binalarda öyle olmuştu.
Aç ve susuzluk hali bir yakınının canlı çıkması yanında hissedilmiyordu bile. Sık sık ambulans sesleri duyuluyordu. Her binanın yanında bir kurtarma ekipleri.
Çok duyduğumuz sesler vardı:
– Seni alacağız.
– Elimi tut
– Keremmm, Yağızzz, Receppp, Ayşeeee, Fadimeee, Gizemmm seslenişleri. Sonra;
– Sessiz olunnn ile büyük sessizlik. O yöne doğru başlıyor çalışmalar. Umutlu bekleyişler. Sağlık ekipleri çağrılınca yüzlerde tebessüm başlıyor.
– Geliyor, geliyor nidaları ile ilk cümleler dökülüyor. Aydınlığı gördüklerinde ise ;
– Bugün günlerden ne?
– Çok korkuyorum.
– Güneş’i gördüm.
Bir hanımefendi ise böyle bir durumda bile dışarı çıktığındaki ilk isteği ” başörtüsü verin” oluyordu.
Aya bebek mi? Onun hikayesi de bambaşka.
Annesi enkazda doğum yaptı. Göbek bağını yardım ekipleri kesti. Annesi vefat etti. Aya bebek ise hayata merhaba dedi.
Her an bir hikaye oluşuyordu.
Yıkılan binaların etrafında meraklı bekleyişler. Kendini ev sahibi olarak vasıflandıran vatandaş ile kendisini kiracı olarak vasıflandıran vatandaş sokakta yakılan ateşin etrafında birlikte ısınacaktır. Bir gün önceki ev sahibi – kiracı ilişkisi ortadan kalkacaktı. Kirayı az artırdın çok artırdın söylemleri o gün durmuştu.
Ya ekmek sırası…
Sıraya girmeyen, uzaktan uzaktan duran bir kişi. Kenarda durmaktadır. Yaklaşamıyor.
Soruyorlar;
– Siz niye geldiniz?
– Ekmek almak için.
– Peki, niye sıraya girmiyorsunuz? Cevabı ise hayatın tam ortasından.
Ben dün 150 kişinin çalıştığı fabrikanın sahibiydim. Şimdi sıraya girip ekmek almaya kendimi hazırlıyorum der.
Gönderilen yardımların yağma haberlerini duydukça üzülüyorduk. Belki sayıları azdı ama vardı. Çoğunluk ise böyle değildi tabii.
“Ramazan ayıydı. Bir yardım çadırında buluşmuştuk. Sahurda ikramda bulunuyorduk. Açık büfe. Her şey serbesti. Herkes istediğini alabiliyordu. Bir hanımefendi:
-Ben şunlardan istemiyorum. Evimizde onlardan var dedi. Dün almışlar ve bitmemiş olacak ki kanaatkarlığını gösteriyordu. Bu da irfan olsa gerek. Olumsuzların yanında güzelleri anlatmak gerek.”
Ülke seferberlik halinde.
Televizyonlarda ise normal günlerde adları anılmayan deprem uzmanları detaylı şekilde her şeyi anlatıyorlardı ama olan olmuştu.
Bilgili olanların yetkileri yoktu. Yetkili olanların da bilgisi.
Yetkili olanların bildikleri bir şey vardı. Her zaman yaptıklarını yapıyorlardı.
“Yaralar en kısa sürede sarılacak. Devletimiz vatandaşın yanındadır. ” Yine hiç kimse sorumluluğu almaya yanaşmıyordu. Suçlu galiba “deprem” olacaktı. Hemen alıcı kitlenin kolayca kabulleneceği söylemler üretildi. Etkili bir yerel yönetici bir vatandaşa şöyle diyecektir: “Her şerde bir hayır var. Rabbim ne derse o olur. Umudumuzu kaybetmeyip hızlı toparlanacağız. Birlik zamanı”
Söylem, çok tanıdık geldi değil mi?
Biraz hafızayı zorlarsanız aynı söylemler hemen aklınıza geliveriyor. Dini söylemlerin çoğu da bu kolaycılığa kaçıverdi. 1999 yılındaki Gölcük depreminde fatura 28 Şubatçılara kesilmişti ama 6 Şubat depremine ise coğrafi kader dendi. Ara sıra “Japonya’da deprem ülkesi” dense de çok cılız kaldı söylemler.
Alışık söylemler;
“Deprem felakettir. Yüzyılın felaketi ile karşı karşıyayız.”
İsim konmuştu. Deprem felakettir.
Bu, zihin kodlarına geçiş yaptıktan sonra bütün sorumluları sorgulamaktan uzaklaşmış olunuyor. Hedef kitle ise harekete geçip söylemlerini yeni koda göre biçimlendirecektir.
Gelelim sorulara.
Deprem Felaket midir? Deprem ne zaman felaket olur? Bir şey ne zaman felaket olur?
Allah, kötülüğün kaynağı değildir. Depreme felaket denmez. Deprem sonrası insan fazla zarar görürse o zaman depreme felaket derler. Her olayın meydana gelmesi bir kanuna bağlıdır. Fay hattına ev yapmak insanın yaptığı bir şeydir. Dere yatağını kapatmak da insanın yaptığı bir şeydir. Demem o ki ; Yer sarsıntısı olacak, sel olacak. Bunlara karşı davranış biçimi insana aittir. Allah’ın yasalarına uyum sağlamak gerekir. Ahlaki kuralları da yasa ile sağlama almak lazım. Yasalar, ahlaki kuralları çiğneyenler için olmamalıdır. Allah (cc), Hud suresinde “yeryüzünü imar edin” buyurmaktadır. Mimar Allah’tır. İnsana düşen imar etmektir.
O zaman;
23 yılda 6 üzeri 17 deprem gören bir ülkenin davranış biçimi nasıl olur/olmalıdır?
Aynı zihinsel kodlara sahip hükümetlerden farklı bir davranış beklenmemelidir. A. Einstein söylediği gibi “Bir problemi, onu ortaya çıkaran bilinç düzeyi ile çözemezsiniz!”
Hiçbir şey yapılmıyor diyemeyiz. Yaşam devam ettiği sürece otorite muhakkak bir şeyler yapıyor ve yapacaktır. Her şey var ama her şeyin yarısı var. Göç yolda düzülür anlayışı ülkenin bütün damarlarına işlemiş durumda. Basiretsiz insan gruplarının çıkar yollarından biri olmuş maalesef. Esas meseleden kaçmak için hemen konu politik alana çekilmeye/manipüle edilmeye çalışılmaktadır. Bunu da politik arenadaki şahıslar oldukça maharetle yapabilmektedir. Eğer ortada bir problem var ise onu ortaya çıkaran bilinç düzeyi ile çözmeye çalışmak elekle su taşımaya benzer. “Gökyüzünde yer mi yok” diyebilen bir yerel yöneticiden farklı bir çözüm beklemek oldukça zor olacaktır. İşte burada üst bir akıla ihtiyaç duyulacaktır.
Depremden önce yıkılmış, ihanet edilen mekânlarda bunların cevabını bulmak zor gibi. Kalabalık insan toplulukları maalesef bu ihanet edilen mekânlarda yerleşik hale getirilmişlerdir. Üst akılın olmadığı bir anlayışta yereldeki menfaatçi/faydacı gruplar talan siyasetine çabucak soyunabilmektedir. Mesele yapıp yapmamak değil, teşebbüs etmemek olmalıdır. Yoksa mı?
“Yapanın yanına kar kalıyor” düşüncesi yerleşik hale geliyor.
Düşünme biçimi değişmeden düşünce değişmez. Düşünce değişmeden de davranış değişmez. O zaman;
Değişen hükümetlerden ziyade değişen bir iktidara ihtiyaç vardır. Yeryüzüne karşı farklı anlayışı olan bir iktidara. Yüzyıllardır yönetimde bulunan anlayışlar/kişiler “kognitif körlük” içindedirler. Bir değişim yapmaları mümkün değildir.
Her zaman “önlemek, ödemekten ucuzdur.” Sorunun olup, sorumluluğun olmadığı bir yerde ancak güzel salalar okunur.
Deprem; doğal değil doğan bir felakettir.
Çok güzel yerinde ve ders niteliyinde olmuş inşallah birilerine ders olması dır dileyimiz teşekkürler.
Teşekkür ederim Hacı Murat.
Güzel tespitler kardeşim, teşekkür ederim
Allah razı olsun üstadım.
Ben de, kızının cansız bedeni başında 24 saat bekleyen babayı ve Hatay’da depremden tam 72 saat sonra kurtarıldığında sorulan “su içer misin” sorusuna; “su içemem daha muayene olmadım” cevabını veren 5 yaşındaki kız çocuğunu hiç unutamıyorum hocam… Tam; “Rabbim bunları toplumun ıslahına vesile kılsın” diyecek olduk ki… gündemde bile kalmayı başaramadı… Hatırlatanların kalemine sağlık. Dua ile…
Eyvallah kardeşim.
Hergün işe giderken yolda gördüğüm yardım tırlarınnın önünde asılı; Eskişehir, Konya, İzmir, Kırşehir, Yozgat… afişlerini gördükçe gözyaşları içinde rabbime hamd edişimi nasıl unuturum. Acıyı unutmak kolaymı? Rabbim beterinden korusun. Yeniden yüreğimizin sızısıyla hatırlattın.
Kalemine sağlık abi,