Adiyy b Hatem’in İslam’a giriş kıssası, Kur’an’ı Kerim ile ilişkisi sadece onu yüzüne okumanın ötesinde olan ve vahyi anlamada ihlaslı gayretler ortaya koymaya çalışan herkesin bildiği bir “ihtida” hikâyesidir. Merhum Seyyid Kutub’un Tevbe Suresi 31. âyetin tefsirinde İbn-i Kesîr’den aktardığına göre, bu olay bize İmam-ı Ahmed, Tirmizi[1] ve İbn-i Cerir gibi farklı kanallardan nakledilmektedir. Gerçi Tirmizî; “Bu hadis râvî açısından zâyıftır. Bu hadisi sadece Abdusselam b. Harb’in rivâyetiyle bilmekteyiz. Gutayf b. A’yan hadiste tanınmış bir kimse değildir” notunu düşse de, hadis mana açısından son derece doğru bir sözdür. Râzi[2], Zemahşeri[3] ve Elmalı Hamdi Yazır[4] da tefsirlerinde bu kıssayı nakletmişlerdir.
Rivayetlere göre, Adiyy b Hatem Şam’da yaşayan ve cahiliye döneminde Hristiyan olmuş bir adamdı. Bir dönem arkadaşları ile birlikte Müslümanlara esir olan kız kardeşini, Allah Rasulü affetmiş ve bu kadıncağız tekrar kardeşinin yanına dönmüştü. Döndüğünde ise, Adiyy b Hatem’i müslüman olmaya ve Peygamberimize gidip kendisi ile görüşmeye teşvik etmişti. Bunun üzerine Adiyy Medine’ye geldi. Peygamberimizin huzuruna vardığında boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz ‘ Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler.’ cümlesi ile başlayan Tevbe Suresi 31. ayetini[5] okuyordu.
Ayet bitince Peygamberimize “Ya Rasûlallah, biz onları Rabb edinmiyorduk.” deyince Rasûlallah şu açıklamayı yapar: “Siz onların helâl dediğini helâl, haram dediğini haram kabul etmiyor muydunuz? İşte bu, onları Rabb edinmektir.”
Rabb kavramının anlaşılması konusunda son derece önemli olan bu çarpıcı kıssayı bir kenara not ettikten sonra konumuza devam edelim.
Rabb kelimesi lügatte “itaat olunan efendi, herhangi bir durumu düzelten kimse veya bir şeyin maliki” anlamlarına gelmektedir. Rabb kelimesinin çoğulu () dir. Cahiliye döneminde ise bu kelime kral anlamında kullanılmıştır. Nablusî’nin tanımına göre Kur’an’daki anlamı ile Rabb ise; “varlıklar âlemini yaratan, terbiye ederek geliştiren, onları maddî ve mânevî olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine mâlik ve her şeye sahip olan Allah” anlamına gelmektedir.
Kur’an’da türevleri ile birlikte 976 yerde zikredilen “Rabb” kelimesi, vahyin anlaşılmasında ve Kur’an merkezli zihinsel inşaa sürecinde kilit rol oynayan anahtar kelimelerden birisidir. Mevdudi, “Kur’an’a Göre Dört Terim” isimli eserinde bu kavram için geniş bir yer ayırmıştır.
Kendini İslam’a nispet eden her Müslüman bilir ki; dinin sahibi, din günün maliki, hesap gününün, dünya ve ahiretin yegâne mâliki Allah’tır. Bu konuda Allahû Teâla kendisine kesinlikle bir ortak kabul etmemekte, emir ve yasak koyma yetkisini kimseyle paylaşmamaktadır. Bu yetkileri zaman zaman Allah’a ait kılıp, zaman zaman da başka güç, otorite, ideoloji ve çıkarlara has kılmak Allah’ın kitabında yer almamaktadır. Kişiler açısından da toplum ve devletler açısından da durum değişmemektedir. Şahıslar hayatlarına nizam veren merci, mülkleri üzerinde söz hakkını tanıdıkları melik, ticaret ve alışverişlerinde sözünden çıkmayacakları otorite, dost ve düşmanlarını belirlerken emrine uyacakları iktidar olarak nasıl Allah’ı seçip seçmeme iradesine sahiplerse; iktidarların da bütün bunları yaparken dini yalnız Allah’a has kılma veya milli çıkarlara, jeopolitik kaygılara, gelecek tasavvurlarına, kişi başı gelire, dostlarına veya düşmanlarına, çoklukların sesine veya demokrasi tanrısına kurban etme iradesi vardır. Modern zamanlarda “Rabb edinme”nin nasıl olurluğunu anlatmak için, Gazze’de yaşanan zulmün tabii tuttuğu sınavdan geçemeyen ve kendini aklamak için terler döken Türkiye’deki iktidar üzerinden vereceğimiz örnek, meramımızı anlatacaktır.
Bilindiği üzere Hamas yönetiminin askeri kanadı olarak bilinen Kassam Tugayı direnişçilerinin 07 Ekim 2023 tarihinde başlattığı Aksa Tûfânı hareketi tüm Dünya ülkelerinin liderleri ve halkları üzerinde derin etki yarattı. Mazlum Gazze halkı, (gerçek manada) Bedir kadar şanlı direniş askerleri sayesinde, kendilerinden hiç beklenmedik bir şekilde sokaklara dökülen Batı halklarının vicdanına ulaşmayı başarmıştı. Birçoğumuzun çağımızın en büyük putu ve tehlikelerinden biri olarak gördüğü “teknoloji ve internet”in, Rabbimizin lütfu ve ihsanı ile nasıl da bir rahmet ve hidayet seline vesile kılındığına birlikte şahit olduk. Meğerse yeryüzündeki instagram, twitter, facebook gibi belam girişimler, (Allah’ın “ol” demesi ile) bir zulmün Dünya halklarına duyurulmasına, vahyin yeryüzüne yayılmasına hizmet etmek için Allah tarafından müsaade edilmiş olgularmış. Filistin için şimdiye kadar yazılan bütün kitapların, çekilen sinema filmlerinin, gösterilerin, panellerin, sempozyumların, kapalı devre yaptığımız konferansların harcadığı bütçe ve emeğin yarattığı etki, Aksa Tufanı’nın gücü ve görkemi karşısında sönük bir köze dönüştü. İlk defa Filistin meselesi Dünya gündemine oturdu. Müslümanların gündem etmeye çalıştığı ama bir türlü başaramadığı bir işgal, kâfirler istemese de gündemde kalmaya devam ediyor. Bu muazzam zafer bile Gazze halkı için (inşallah) salih bir ameldir.
Türkiye’deki muhafazakâr reâyâ, yapılan uluslararası anlaşmalar ve gizli ittifakların zarif ihanetlerinden habersiz bir şekilde, yaşananları inceden inceden izlemeye ve devlet başkanının ağzından çıkacağı sözü beklemeye başladılar. Belki ikinci bir “one minute” vakası yaşanması için beklentiye girenler bile olmuştur. Kendi iradesini kullanma yetkisini kaybeden “taşralılaşmış” zihinler, tabii olduklarından bir işaret bekledi. Ancak iktidar uzun süre sessizliğini korudu. Hatta ve hatta bir ara bu sessizliği farklı yorumlayıp, “Hamas Filistin davasına ihanet etti. Netenyahu’nun ekmeğine yağ sürdü. Şimdi ne olacak? En azından ekmek-su bulabiliyorlardı, şimdi İsrail Gazze’yi dümdüz edecek. Kendileri kaşındı.” diyecek oldular ki, reis-i cumhurdan ilk kınama geldi ve onlar da lafını yuttu. Cumhurun başı, -sözde- Filistin halkının yanında olduğunu ifade edip, “Hamas bir terör örgütü değildir. Kurtuluş mücadelesi veren direnişçilerdir.” dedi. Az da olsa bu açıklamadan mutmain olan aynı milli muhafazakâr reâyâ, açık duruşlarını ele veren paylaşımlarını bu açıklamanın hemen sonrasında yapabildiler.
İnsanların yaşanan gelişmelere olan merakını gidermeye yönelik canlı yayınlar her akşam Türkiye’deki TV ekranlarından anbean izlendi. Bazı Türk gazeteciler, İsrail’in kara harekâtı öncesi Gazze sınırına, Barı Şeria’ya ve Kudüs’e konuşlanıp canlı yayında yaşananları anlatması bir veya iki ay kadar sürdü, sonrasında o da sansürlendi. Müslüman ülkelerin halklarından ve Türkiye’den “çıt” dahi çıkmazken, fıtratındaki “âdem”liği kaybetmemiş Avrupa ülkelerinin halkları[6], kitleler halinde proteto ve yürüyüş eylemlerine başladılar. Londra’nın caddelerinde, New York’ta Beyaz Saray’ın önünde, Paris’te, Belçika’da, Hollanda’da ve daha bir çok ülkede kitlesel eylemler başladı. Yürüyüşlerin istediklerini elde etme konusunda netice vermeyeceğine kani olanlar, İsrail’e silah satan firmaların içini bastı. Hatta ve hatta temsilciler meclisindeki bütçe görüşmelerinde ABD Dışişleri protesto edildi. Beyaz sarayın önünde kanlı ve kefene sarılı bebeklerin olduğu gösterilerden tutun da, bir çok Avrupa ülkesinin metro istasyonlarında yere yatarak yapılan eylemler de, İsrail’i durdurmaya yetmedi. Türkiye’deki iktidarın, Gazze’de yapılan soykırımı asla kabul edilemeyeceğini ve Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na başvuracaklarını ifade ettiğinde, şahit sayısı henüz 17 bin civarında idi[7]. Üstelik, UAD’nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmeyen Türkiye’nin, İsrail’i burada dava etme ehliyeti bile yoktu. Olsun, demokratlar bu açıklamaları severdi…
Dünya’daki neredeyse tüm ülkelerde, iktidar sahiplerinin Gazze konusundaki fiil ve kararları hedef tahtasına konulurken, Türkiye’de (azınlıktaki birkaç ses dışında) lanetlenen ve kahrolması istenen hep İsrail ve ABD olmuştu. Anadolu’nun birçok ilinde, iktidara yakın muhafazakâr dernek ve STK’ların başını çektiği ve çoğunluğun katılım sağladığı yürüyüşler (topu dış mihraklara atan sloganlar olduğu sürece), demokratik gösteri hakkında sayıldı ve otoritenin bir tepkisini çekmedi. Harekatın (muhtemelen) beklenenden uzun sürmesi ve toplumdaki Siyonist zulme olan öfkenin bir türlü dinmek bilmemesinden olacak ki, bir sibop ayarı bâbında büyük İstanbul Mitingi düzenlendi. Müslümanların beklentisine iktidarın cevap veremediğini gören seküler muhalif kesim, (güya Filistin çok da umurlarındaymış gibi) burada da demokrasi tanrısının isteklerine tercüman oldu ve “İktidar miting değil, icraat yapar!” dedi. Böylelikle Gazze’de yaşanan soykırım, yaklaşan seçimlerin de etkisi ile Türkye’de hızlıca duygusal tüketim nesnesi haline dönüşüverdi. Bazı sanatçılar tribünlere oynayıp takipçi arttırma telaşı ile “özgür Filistin” taklidi yaparken, bazıları laik-kemalist kimliğinden ödün vermekten “ar” edip tepkilere rağmen “Bizim öyle bir meselemiz yok” dedi. Siyasi partiler de hitap ettikleri demokrat kesimlerin isteklerine her zamanki gibi boyun eğip, onların yuhaladıklarını yuhalayıp methettiklerini methettiler.
Durum Dünya’daki diğer gösterilere iktidarların verdiği tepki açısından da farklı değildi. Ne zaman ki görece azınlıkta kalan bir grup “hakkın sesi”, Siyonistlerle ticareti, silah satışını, maddi yardımı, termal tayt satmayı, Türk kahvesi göndermeyi, -Gazze’li çocukları bir vuruşta yere seren tetikleri çeken- kafir İsrail askeri iyice semirsin diye hamburger gönderilmesini iktidarların gözü önünde protesto etmeye veya külliyelerin önünde sessiz bir duruş sergilemeye kalksa veya konferansları basıp gerçekleri sorumluların yüzüne yüzüne haykırsa veya camlarını/çatılarını kan rengi boyalarla boyasa, ters kelepçeler ve joplar görevlerini anında yerine getirdiler. Çoğunlukların çıkardığı sesler, iktidarların (seçim kaybetme korkusuna) istemeden de olsa kulak verdiği demokrasi ayetleri olurken, herhangi bir çoğunluğu temsil edemeyen sesler (Kur’an’dan birer hatırlatma da olsa) göz ardı edildi, üstü örtüldü. Türkiye’deki medya da, İsrail ile ilişkiler konusunda işlenen cürümün üstünü örtme (kefere) konusunda iktidarın bir numaralı yardımcısı oldu.
Yaklaşık yüz elli günü aşkın bir süre olmasına rağmen, “İsraille ticaret, Filistine ihanet” diyenlerin/diyebilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. İktidar, kendilerine dokunmayan protesto gösterilerini ve kitlesel öfkeyi yönetmede oldukça başarılı performanslar sergiledi. Gazze’deki hastanelere ard ardına düzenlenen ve tek seferde yüzlerce Müslüman Gazzeli’nin can vermesine neden olan saldırılar sonrası, İsrail büyükelçiliklerine yürümek popüler oldu. Ancak her nedense, Dışişleri Bakanlığı ve iktidar kurumları önünde ses çıkarmak çok sonradan akıllara geldi. Seçim için şehir şehir dolaşıp, demokrasi tanrısının bekası için oy devşiren siyah arabalı bürokratlar, Şanlıurfa, Bursa ve Sakarya’da Allah’ın ayetlerini açıkça yüzlerine hatırlatan ve “İsrail ile yapılan ticaretten utanç duyuyoruz!” diyebilen birkaç Müslümanın protestosuyla karşılaştılar. Bu bürokratlar düşündü taşındı, ölçtü biçti. Bir daha ölçtü biçti… Sonra baktı, kaşlarını çattı, suratını astı. Sesini değiştirdi ve “Bu olsa olsa bir provakasyondur” dedi. “Tamam kardeşim hadi, açtığın pankartı da gördük. Seni buraya gönderenlere de ki, ‘Dünya’da Filistin için gece-gündüz uğraşan bir tek lider var, o da R.T.E’dir.’” dedi.[8] Oysa bilmiyordu ki o Müslümanları oraya gönderen “bir beşer sözü” değildi. Allah’tan aldığı yetki, sorumluluk ve bilinçle Müslümanlar gerçeği haykıramazlar mıydı?
Demokratik iktidarların hüküm sürdüğü topraklarda, gerçeklik sadece çoğunluğun istemesine göredir. Azınlıkların taleplerini düşmanlaştırmak, itibarsızlaştırmak, terörle eşleştirmek çok kolaydır. Nitekim Türkiye’de de İsrail ile ticaretin Gazze’ye, İslam davasına ve Müslümanlara ihanet olduğunu hatırlatanlar (Allah ve Rasulüne vekaleten de olsa) marjinalleştirildi. Görmezden gelindi ve iktidar bu konuda sessizliğini korudu. Hatta ve hatta, korktukları unsurları Milli İrade Platformunun düzenlediği “Kadim Dostlar İftarı”nda itiraf etmeden de çekinmedi. “İsrail’in sadece İsrail olmadığını, gerisindeki onlarca destekçisi ile bambaşka bir denklemi ifade ettiğini görmeyenin aklına da vizdanına da şaşacağını” belirtti[9]. Aynı konuşmada, 15 yıl önce Davos’ta yaptığı ve tüm Dünya’da kendisine haksız bir prim yaptıran “one minute” çıkışını da hatırlatarak hakkının teslim edilmesini istedi.[10] Oysa Rabbimiz, Müslümanlara yardım ettiği takdirde, hiç kimsenin onları yenemeyeceğini ve Mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etmeleri gerektiğini söylemişken[11], bizim aklımızı kullanarak İsrail’in ne kadar büyük olduğu vehmine kapılmamızı (üstelik bir iftar programında) telkin etmek ne büyük bir garabetti. Rusya’ya karşı savaşan Ukrayna’ya satılan SİHA’ları ballandıra ballandıra anlatanlar, Gazze’ye bırakın silah ve teçhizat göndermeyi, havadan gıda yardımı bile gönderemedi. Yemen gibi fakirlikten başka bir şeyleri olmayan halklar İsrail’e giden ticaret gemilerini hedef alırken, iktidarın bakanları ekonomik endişelerle Türk-İsrail ticaretini savundu. Evet, İsrail gibi bir müttefiki(!) kaybetmenin ticari, ekonomik, askeri ve siyasi sonuçları katlanılması zor bedellerdir. Allah, bu bedellere Mü’minlerin katlanabileceğini bize haber vermektedir. Nitekim, Mekke’nin fethinden sonra, Kâbe içindeki ve çevresindeki putların yerle bir edilmesinden sonra, eski cazibesini kaybeden Mekke’nin artık ziyaretçi akınına uğramayacağını düşünen ve turizm gelirlerinin sekteye uğramasından korkan Müminlere, “…unutmayınız ki Allah size -dilerse- kendi lutfuyla bolluk verir. Allah bilmekte, hikmetle yönetmektedir.”[12] denmektedir. Üstüne üstlük, Kur’an’da yeri geldiğinde zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmayanlar kınanmakta[13], inananlara en şiddetli düşmanlık edenlerin Yahudiler olduğu[14], Yahudileri dost edinmememiz gerektiği[15] hatırlatması yapılmakta ve dinlerine uymadıkça yahudilerin de hristiyanların da asla bizden razı olmayacakları[16] tembihi yapılmaktadır. Bizlere gelen bu kadar ilimden sonra, hala onların arzu ve isteklerine uyulması halinde, Rahman bize ne dost ne de yardımcı olacaktır.
Rahman’ın bu hatırlatmaları, muhafazakâr camianın bir zamanlar güya İslam Dünyası’nın halifeliğini layık(!) gördükleri liderleri tarafından tabii ki, dikkate alınmadı(Bunu bizler de zaten beklemeyiz.) Ancak, hiçbir çıkar gözetmeksizin Allah’a karşı sorumluluklarının bir gereği olarak; Türkiye’nin İsrail’i koruyan Kürecik gibi üslerini kapatmasını, ticareti durdurmasını ve diplomatik elçiliklerini geri çağırmasını isteyen grupların sessiz çığlığı yerine, ne zaman ki demokrasi dinin tarikatları (siyasi partiler) çoğulcu bir şekilde ticareti dillerine doladılar, işte o zaman iktidar söylenenleri kulak ardı etmeyi bıraktı. İktidar, yerel seçim sonuçlarında yaşadıkları hezimette de, kabahati demokrasi tanrısının sözünü dinlemediklerinde gördüler ve 09 Nisan 2024 tarihinde tövbe edip Ticaret Bakanlığı tarafından İsrail ile kısıtlamaya gidilen 54 kalem ürün listesi yayınladılar. Gazze’de ateşkes ilan edilene kadar yürürlükte kalacağı bildirilen bu kısıtlamanın mahiyeti ise sadece ticaret erbabı ilgilileri tarafından biliniyor.
Bizler biliyoruz ki, demokrasi dinine iman edenlere ancak ve ancak “demokrat” denilebilir. Müslüman ise, İslam’a teslim olmuşların ismidir. Bu yaşananlarda bir kez daha gördük ki, ancak ve ancak demokrasi “haram” dediği zaman İsrail ile ticaret konusunda bir adım atılabilmiştir. Demokrasi’nin iktidarının/gücünün/otoritesinin dışına çıkamayanlar, demokrasiden aldıkları vekillik, yetki, izin ve sorumluluk ile ticaretin önünü açar veya kapatırlar. Mü’min’ler bu konuda harekete geçerken ince hesaplar yerine Allah ve Rasulü’nün sözüne bakarlar. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi; zina, aile hukuku, faiz, miras hukuku, yeryüzünün imarı, ezan, başörtüsü, hırsızlık, iklim değişikliği, yapay et, GDOlu ürün, yapay insan, ..v.s. konularda da demokrasi tanrısının sözleri, Allah’ın indirdiği hükümleri geçersiz kılacaktır.
Şunu unutmamalı ki; Gazze konusunda turnusol kağıdında renk verenler ve sınavı geçemeyenlerden, eşcinselliğin yaygınlaştırılması, cinsiyet değişikliği, (iklim değişikliği bahanesi ile) ekinin ve neslin bozulması gibi konularda Allah’ın dinine tabi olmaları beklenemez/beklenmemelidir. Bu beyhude bir beklentidir. Rabbimiz, iyi bir amel yaptıklarını zanneden bu gibilerinin ahirette ellerinin boşa geçeceğini bizlere Kitabı’nda haber vermiştir. [17]
Bütün bu söylediklerimizin, din olarak İslam’ı seçmiş ve razı olmuş kişi ve iktidarların sorumlu olacağı düsturlar olduğunu bir kez daha anmak gerekir. Ancak bu konunun anlaşılması, yanlış beklentilere girip dünya denen hayal perdesi ortadan kaldırıldığında hüsrana uğrayanlardan olunmaması için önem arz etmektedir. Zira Kur’an, önderlerinin peşinden gidip de hesap günü yüzüstü bırakılan cehennemliklerin ibretlik hikâyeleri ile doludur.
Müminler, Allah’ın emir ve yasaklarını sadece ve sadece Allah’a itaatlerinin gereği olarak yerine getirirler. Demokrasinin helal dediklerini helal, haram dediklerini haram kabul etmekten Rabbimiz’e sığınırız. Selam, hidayete tabii olanların üzerine olsun. Şüphesiz ki Allah en doğrusunu bilendir.
[1] Tirmizî, Berae suresi Tefsir, Bab 10, Hadis no: 3095; Kutub-i sitte, 641
[2] Râzî, Mefatihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), XVI, 37
[3] Zemahşerî, II, 149
[4] Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2512
[5] “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Halbuki onlara, kendisinden başka ilâh olmayan bir tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.”
[6] Ali İmran Suresi 113-114
[7] https://www.indyturk.com/node/679506/haber/erdo%C4%9Fandan-i%CC%87srailin-t%C3%BCrkiyedeki-hamas-%C3%BCyelerine-suikast-a%C3%A7%C4%B1klamalar%C4%B1na-tepki
[8] https://www.gercekgundem.com/siyaset/akpli-bakanlara-tepki-suruyor-bakan-ozhaseki-sanliurfada-protesto-edildi-454974
[9] www.instagram.com/iletisim/p/C4oH2RZC9QW/?img_index=2
[10] ww.youtube.com/watch?v=Ek2D00BE0qU&ab_channel=T.C.Cumhurba%C5%9Fkanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1
[11] Âli İmran Suresi 160. ayet
[12] Tevbe Suresi 28. ayet
[13] Nisa Suresi 75. ayet
[14] Maide Suresi 82. ayet
[15] Maide Suresi 51. ayet
[16] Bakara Suresi 120. ayet
[17] Kehf Suresi 104-105; Muhammed Suresi 8-9-28
Ali Durmuş / İktibas Dergisi Mayıs Sayısı