Güneydoğu Asya’daki konumu itibariyle gözlerden uzak kalan Bangladeş, zaman zaman ülkedeki protestolarla ekranlara gelmekte, onun dışında sessizmiş gibi görünmekle birlikte yaklaşık iki yıldır devam eden bir protesto süreci yaşıyordu. Modern bir diktatörlük olmakla suçlanan laik demokratik Hasina Vecid yönetimi, tüm ülkeyi baskı altında tuttuğu gibi en büyük hasmı olan Cemaat-i İslami’yi de ancak idamlarla frenleyerek bugünlere gelebilmişti. Halk ile devlet arasındaki mesafenin açık olduğu ülkede, süregiden çözümsüz sorunların yanına bir de bölgede esmeye başlayan değişim rüzgarları eklenince, 2009’dan bu yana iktidarda olan Hasina yönetimi daha fazla dayanamayarak yıkılıp gitti. Başbakanın bir helikoptere atlayıp Hindistan’a kaçması ile gözler yeniden Güneydoğu Asya’nın bu kritik önemdeki Müslüman ülkesi Bangladeş’e çevrildi.
Laik Hasina Vecid yönetiminin en büyük destekçisi ve koruyucusu, Hindu milliyetçisi komşusu Hindistan idi. Kendi halkına dayanamayan yönetimlerin ancak dışarıdan aldıkları desteklerle ayakta kalabildikleri bilinen gerçektir. Bangladeş’te de durum böyle. Ancak bu kez Hindistan’ın koruması, ABD’nin desteğine sahip Bangladeş ordusuna karşı yeterli gelmedi. Hasina yönetiminin normal yollarla iktidardan çekilmesi için, bu yılın başında düzenlenen seçimlere kadar bekleyen ABD umduğunu bulamadı. Ana muhalefetin seçimlere girmemesi ile Hasina rahatça yeniden kazanmıştı. Seçimlerden önce Rusya Dışişleri Sözcüsü Zaharova’nın “ABD’nin halk oylamasının sonuçlarından memnun kalmaması halinde, Bangladeş’i ‘Arap Baharı’ çizgisinde daha da istikrarsızlaştırma girişimleri muhtemeldir” sözleri dikkat çekmişti. Zaharova’nın sözleri, Aralık ayında Bangladeş sokaklarında yaşanan olaylar üzerine gelmişti. Seçimler öncesi halk yine sokaklara dökülmüş, yollar kapatılmış, otobüsler yakılmış ve polisle çatışma yaşanmıştı. Zaharova olayların ardında ABD olduğunu ima ediyordu.
Bangladeş 148 bin km2’lik yüzölçümüne karşın (Türkiye’nin yaklaşık 5’te biri) 170 milyonluk (Türkiye’nin iki katı) nüfusu ile daracık bir alana sıkıştırılmış görünümü veriyor. Ülkede kuzey ile güney arasındaki mesafe 625, doğu ile batı arası ise sadece 304 kilometre. Halkın tamamına yakını Müslüman olan Bangladeş dünyanın en fakir ülkelerinden biri, kişi başı geliri ancak 2.600 dolar civarında. Ülkenin ana geçim kaynağını, batılı ülkelere üretim yapan tekstil fabrikaları oluşturuyor. Yaklaşık 3500 tekstil fabrikası, ülkenin gerçekleştirdiği 55 milyar dolarlık dış ticaretin yüzde 85’ini üretiyor. Ülkenin ana ithalat kalemi ise, bu üretimi yapmak için gereken pamuk. 170 milyonluk bir nüfus, batının giysi sektörüne ucuz işçilik ile geçinmek zorunda kalıyor. Dünyanın dijital tabanlı yeni üretim düzenine geçtiği bir dönemde, 3d yazıcı ile giysi ve ev eşyasını hatta evin kendisini bile üretmek mümkün hale gelmişken, geleneksel emek-yoğun üretim düzeninin sürdürülemeyeceği ve bunun da doğal olarak siyasi sonuçlar getireceğini de görmek gerekir.
Bölgenin makus talihi İngilizlerin bölgeye gelişi ile başlamıştı. İngilizler daha 1700’lerin başında Hint yarımadasında etkin bir güç haline gelirken, Bangladeş coğrafyası da 1757’den itibaren İngiliz egemenliğine geçmişti. Avrupalı yabancıların bölgede kurduğu, işgücünü sömürü düzeni, İkinci Dünya Savaşı’na kadar sürdü. Savaş İngiltere’nin ‘süper gücünü’ kaybetmesi ile 1945’te tamamlanırken, 1947’de Hindistan hem İngiltere’den bağımsızlığını kazanıyor ama aynı zamanda parçalanıyordu. Hindistan’daki Müslümanlar Muhammed Ali Cinnah liderliğinde aynı yıl Pakistan’ı kurdular. Ülkenin bir kısmı Batı Pakistan (bugünkü Pakistan), bir kısmı da Doğu Pakistan (bugünkü Bangladeş) olurken, bu iki parça arasında bir toprak bağlantısı kurulamamış, ortaya devasa nüfusu ve toprakları ile Hindistan yerleşmişti. Doğu Pakistan’ın etrafı Hindistan toprakları ile çevrili olarak kaldı. Ta ki Doğu ve Batı Pakistan bir iç savaşa tutuşup, Hindistan’ın Doğu Pakistan’ı işgaline kadar! 1971’de bir takım sebeplerle başlayan Pakistan iç savaşı 1972’de Hindistan işgali ‘sayesinde’ bitmiş, kısa süren işgal sonrası Bangladeş adında bir ülke ve Hindistan’a bağlı seküler bir yönetim kurulmuştu. İşgalden kurtulmak için verilen savaş ‘Büyük Kurtuluş Savaşı’ olarak adlandırılırken, kurucu baba olarak da Mucibur Rahman ismi ortaya çıkmıştı.
İşgali bitiren Hindistan, ülkeden çekilirken bir hukukçu olan Mucibur Rahman’ı (Hasina Vecid’in babası) Bangladeş’in kurucu lideri olarak bırakıyordu. Bugüne kadar uzanan olayların temeli böylece atılıyordu. Ülkenin kuruluşuna ilişkin ana hatları bu kadarla özetlemek mümkün ancak İngilizlerin Hint alt kıtasında hüküm sürmek için uyguladığı zulüm ve Müslümanların yaşadığı ibretlik olayların asgari düzeyde de olsa öğrenilmesini tavsiye ediyoruz. Ana parça olarak kalan Hindistan’da devasa bir güç oluşurken Müslümanların parçalanmış, güçsüzleşmiş ve o gün bugündür bağımsız hareket edemez halde olduklarını iyi bilmeliyiz.
Modern Bangladeş
1972’de Hindistan’ın desteği ile iktidara gelen Mucibur Rahman, 25 Ocak 1975’te Bangladeş’te tek parti yönetimi ile bir başkanlık sistemi kurdu, anayasayı ve parlamentoyu devre dışı bırakarak tek adam haline geldi. Ülkenin her yanına diktirdiği heykelleri Mucibur Rahman’a sadece altı ay sonra, 15 Ağustos 1975’te, o güne kadar yaşananların en ağırı olacak bir darbenin yapılmasına engel olamadı. O sırada Avrupa’da bulunan iki kızı dışında Rahman ve tüm ailesi birlikte öldürüldü. Darbeyi düzenleyen Bangladeş ordusu Rahman’ın yerine yine onun kabinesinden bir bakanı getirmesine rağmen o da 3 ay sonra başka bir darbe ile indirilecekti, darbeler ülkesi Bangladeş’te.
Kurucu lider Mucibur Rahman ve partisi Bangladeş Avami Birliği’nden gelen Başbakanlar genellikle İngiltere, Hindistan ve Sovyetler ile yakın ilişkiler kurarken, ilk dikkat çekici ayrılık, eski Genelkurmay Başkanı Ziyaur Rahman’ın döneminde yaşandı. 1977 yılında Cumhurbaşkanlığı görevine getirilen Ziyaur Rahman, ülkenin geleneksel ilişkileri yerine Batı, Çin ve Pakistan ile ilişkileri geliştirmiş, ayrıca, dine dayalı siyasi partilerin kurulma yasağını da kaldırmıştı. 1981’de suikast sonucu öldürülen Ziyaur Rahman’ın, bu dört yıllık döneminde 21 defa darbe girişimi ile karşılaşması, siyasette olduğu gibi ordunun içinde de iki yöne eğilim olduğunu göstermektedir. Her iki taraftan cumhurbaşkanları ve başbakanlar, ordu içindeki karşıtları tarafından zaman içinde tasfiye edildi. Bugünkü durum ise, ordu içinde batıcıların daha baskın hale geldiğine işaret ediyor.
Yarı başörtülü iki kadının mücadelesi
Bangladeş siyasetinde ağırlığı iki parti taşıyor. Biri Mucibur Rahman’ın kızı Hasina ve seküler partisi Avami Birliği, diğeri ise Begüm Ziya (Ziyaur Rahman’ın karısı) yönetimindeki neoliberal Bangladeş Milliyetçi Partisi. Hasina ve Begüm arasındaki kısır çekişme, tekstil üretiminden öteye bir iş yapamayan Bangladeş halkına bugüne kadar siyaset olarak sunuldu.
Pakistan’ın bugüne kadar lider partisi ise, Hasina’nın Avami Birliği oldu. Parti 1949’da kurulduğunda Müslüman Halk Partisi ismini alırken 1953’te önce Müslüman isminden kurtulmuş, 1969’daki programında ise ilkelerini milliyetçilik, laiklik, demokrasi ve sosyalizm olarak ilan etmişti. Araştırmacı Sertaç Tekdal partinin “bu yönüyle BAAS Partisine benzediğini, Türkiye’de 1950 öncesinin CHP’si, Mısır’da Nasırcılık, Libya’da Kaddaficilik, Tunus’ta Burgibacılıkla aynı anlayışa dayanmakta” olduğunu vurguluyor. Avami Birliği, kendisinden 8 yıl önce Pakistan’da kurulan Cemaat-i İslami Partisi’ne karşı konumlanarak kurulmuş ve bugüne kadar da bu çizgisinden asla taviz vermemiştir.
Ana muhalefette ise Begüm Ziya’nın partisi Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ideolojisini sahiplenmiş, herkesin dinine saygılı(!) bir serbest piyasa partisi. Bu haliyle Avami Birliği’ne karşı daha özgürlükçü bir role sahip olurken, Cemaat-i İslami’ye karşı da daha ılımlı duruyor. Her iki ismin tek ortak özelliği ise yarım olarak taktıkları ve düştü düşecek görüntüsü veren başörtüleri!
Tebliğ Cemaati ve Cemaat-i İslami
Bangladeş siyasetinde bir üçüncü güç ise, sistem-içi mücadeleyi esas alan Cemaat-i İslami Partisi. Mevdudi’nin 1941’de başlattığı hareket beş ayrı ülkede (Hindistan, Pakistan, Keşmir, Bangladeş, Sri Lanka) her biri kendi programına sahip partiler şeklinde mevcudiyetini sürdürüyor.
İslami bir devlet kurma hedefi taşıyan Cemaat-i İslami, bu yüzden de sistem tarafından en tehlikeli görülmekte ve sürekli takip ve baskı altında tutulmaktadır. Liderleri hakkında verilen idam kararları ile dünyanın gündemine de birçok defa geldi. Bangladeş rejimi, kurulduğu günden bu yana Cemaati İslami’yi hasım olarak görmüş, tüm faaliyetlerini terör eylemi olarak kabul etmiştir. Parti geniş bir tabana sahip olurken, Hasina’ya karşı yürütülen sokak gösterilerinde de büyük varlık göstermişti. Hasina, Hindistan’a kaçışından birkaç gün önce partiyi tamamen yasaklamış, binlerce üyesini içeri atmış ve parti resmen kapatılmıştı. Yıllar süren mücadelenin sonunda Hasina defedilirken, Cemaati İslami’nin yeni yönetimde yer alacağı ya da yeni bir düzen oluşması beklentileri ise sükutu hayale uğramıştır. Hapistekiler Hasina’nın 5 Ağustos’taki kaçışı ile serbest bırakılmasına karşın, Cemaati İslami’nin yasağı ancak 28 Ağustos’ta kaldırılmıştır.
Hint alt kıtasında olduğu gibi Bangladeş’te de ikinci büyük İslami cemaat Tebliğcilerdir. Cemaat-i İslami ile farklı yol izliyor ve siyasetten uzak olduklarını iddia ediyorlar. 1927’de Hindistan’da kurulan bu cemaat tasavvufi yönelime sahip ve üye sayısının milyonlarca olduğu biliniyor. İslami bir devlet fikri, merkezi Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’deki bu cemaatin ilgi alanına girmiyor. Bu yönü sayesinde Bangladeş rejimi de Tebliğcilere destek vermekte bir sakınca görmüyor, cemaat de bir ihtiyaç halinde rahatça Hasina Vecid’le de görüşebiliyorlardı. Böyle bir siyaseti, biz siyaset yapmıyoruz, uzak duruyoruz diye kabul ettirmek de bir başarı olarak görülebilir!
Hasina yönetiminin sonu
Bangladeş’in küçük ve fakir haline karşın, stratejik konumu, Hindistan’ı ve az da olsa bir sınır bağlantısı olan Myanmar’ı ve dolayısıyla Çin’i yakından ilgilendiriyor. Öte yandan ABD’nin Asya-Pasifik stratejileri içinde de görmezden gelinmeyen önemli bir ülke Bangladeş. Dolayısıyla küresel çekişme içerisinde de kendine yer buluyor. Ülkede bugün gözüken çekişme, ABD’nin Bangladeş ordusu üzerinde artan ağırlığına karşılık siyasette İngiltere ve Hindistan’ın azalan nüfuzu şeklinde.
Olayların bu kadar baskı altındaki bir ülkede nasıl bu seviyeye geldiği önem arz ediyor. Geçen yılın Aralık ayında yoğunlaşan hükümet karşıtı protestolar Ocak ayından sonra hafiflemiş ve gündemden düşmüştü. Aylar süren sessizliği Bangladeş Yüksek Mahkemesi bozmuştu. Halkın tepkisi gayet iyi bilinen bir yasa, Yüksek Mahkeme tarafından Haziran ayı başında yeniden yürürlüğe sokuldu. Böylece, sakin sokaklar yeniden alevlendi. Kötü yönetim, kötü ekonomi, kötü gidişat zaten halkı isyana sevk ediyordu. Üzerine, Hasina’nın sokaklara çıkanları hain diye suçlaması ve polis gücü ile baskılama çabası olayları daha da kışkırtırken, Bangladeş ordusu sokaklara müdahale etmek yerine olayları izlemeyi seçti.
Ordu desteğini kaybeden ve sokağı da sakinleştiremeyen Hasina iki ayın sonunda ülkeyi kaçarak terk etmek zorunda kaldığı sırada ilginç bir durum da Hasina rejiminin destekçisi İngiltere’de yaşanıyordu. Bangladeş’le aynı zamanlarda İngiltere’de de sokaklar karışmış, aşırı sağcı şiddet ile İngilizler de dünya gündemine girmişti. Elon Musk’ın ‘iç savaş geliyor’ diye ivme vermeye çalıştığı olaylar İngiltere için birincil sorun haline gelirken, Hasina’nın beklediği İngiliz desteği ise hayal oluyordu.
Hasina’nın ana destekçisi Hindistan’da da o günlerde ilginç bir gelişme yaşandı. Devrik başbakan daha buraya gelişinin üçüncü gününde Bangladeş’e geri dönüş sinyalleri vermeye başlamıştı. Bu sinyallerin ardında Hindistan’ın olduğu, Hasina yönetimini kolayca feda etmeyeceği anlaşılıyordu. Hindistan’ı Bangladeş ilgisini azaltmaya zorlayan ise yine sıra dışı bir hareketlenme oldu. Tecavüz olayları vakai adiyeden sayılan Hindistan’da bir kadın doktorun tecavüz edilip öldürülmesi, orada da sokakların fitilini ateşledi. On binlerce Hintlinin protestosu ile karşılaşan Hint hükümeti, İngilizler gibi kendi içine dönmek zorunda kalırken, Hasina’nın geri dönüş açıklaması da bu protestoların gölgesinde eriyip gidiyordu.
Hasina ile birlikte katı laik dönem sona ererken, ülkede ABD ve Avrupa’nın desteklediği gelişmeler ışık hızında ilerledi. Batının ‘sevdiği’ yeni lider Muhammed Yunus’un, ordu tarafından derhal ataması yapılırken, Hasina’nın kaçışından sadece üç gün sonra yeni hükümet kuruluvermişti bile. Haziran ayında başlayan olaylar böylece noktalanmış oldu. Öte yandan, ataması oldukça hızlı yapılan Muhammed Yunus’a başbakanlık yetkisi yerine başdanışmanlık statüsü verilmesi de dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir noktadır.
Muhammed Yunus kimdir?
Devrik Başbakan Hasina tarafından, kan emici tefeci olarak yaftalanan bir bankacı Muhammed Yunus. Bangladeş’te Grameen Bank adında bir banka kurarak, başta köylü kadınlar olmak üzere, normal bankaların kredi vermeyeceği kadar küçük bireysel krediler dağıtarak büyüdü ve batının da dikkatini çekti. Daha 12 yaşında iken batı ile tanışan Yunus, Fulbright bursu ile ABD’de okudu, profesörlüğünü de orada aldı. Bangladeş’in kuruluşundan sonra ülkeye döndü ve planlama komisyonuna atandı. O dönemde yoksulluk konusunda geniş incelemelerde bulunurken bazı projeler de geliştirdi. Grameen (Köy) Bankasını 1983’te kurdu. Bu bankanın hızlı gelişimi ona 2006 yılında Avrupa’dan Nobel ödülü sağladı. Ödül gayet sevimli bir şekilde verilmiş gibi görünse de aslında yoksullara kredi dağıtmanın ötesinde, burada esas muhatap kitlenin Müslüman kadınlar olması, Bangladeş gibi Müslüman bir ülkede bunun yapılıyor olması, kredi-faiz sisteminin Müslüman bir toplum içinde tabana kadar yayılması madalyonun görünmeyen yüzünü oluşturuyor.
Muhammed Yunus’un Nobel ödülü alması gerektiğini, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton her yerde ısrarla dile getiriyordu. Bunun ardından ödüller peş peşe geldi. 2008’de ABD’nin Houston kent yönetimi 14 Ocak gününü Muhammed Yunus günü ilan etti, 2009’da ABD’nin Forbes dergisi Yunus’u en etkili 100 kişi içinde gösterdi, 2010’da bir İngiliz dergisi onu en etkili 50 kişi listesine koydu, 26 ülkedeki 67 üniversiteden ayrı ayrı fahri doktora unvanı verildi. Ayrıca Sri Lanka’dan, Filipinler’den, Ürdün’den, İsveç’ten, Hollanda’dan, Güney Kore’den, Japonya’dan çeşitli kurumlarca ödüllendirildi. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac tarafından Legion d’Honneur üyesi olarak kabul edildi. 2009’da ABD tarafından ‘Başkanlık özgürlük madalyası’na layık görüldü. 2011 yılında İstanbul’da Okan Üniversitesi bünyesinde Muhammed Yunus ismiyle bir merkez açılırken, açılış törenine Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış da katılıyordu. 2012’de ABD’li Fortune dergisi en büyük girişimcilerden biri olarak tanıttı, 2013’te ABD kongresi altın madalya verdi, 2019’da Vatikan “Aziz Francis Barış Lambası” verdi. 2020’de Japonya’da “Olimpiyat Defnesi” ödülü verildi. Toplam 33 ülkeden 146 ödül verilen Muhammed Yunus, Time, Newsweek ve Forbes dergilerinin kapaklarında da yer aldı.
Bu ödüllerin ardından Muhammed Yunus, 170 milyonluk Müslüman bir ülkenin başbakanlık koltuğuna -başdanışman sıfatıyla da olsa- getirildi. Bu yönüyle bakıldığında Bangladeş’te yaşananlar, küresel çekişmelerin hangi boyutlarda sürdüğünün anlaşılmasını da kolaylaştırmaktadır.
Rejimin koruyucusu ordunun ‘yeni’ yaklaşımı
15 yıllık despot Bangladeş hükümeti bu şekilde sona ererken, bugüne kadar darbelerle ve suikastlarla hükümet ve lider değiştirilen Bangladeş’te bu kez, sokaklardaki gösteriler sonucu hükümet değişimi ile bir ilk yaşandı. Hükümet, olayları polis kuvveti ile bastırmaya çalışırken, Ordunun sürekli geri planda kalması dikkat çekiciydi. Haziran ayı başında başlayan gösterilere Ordu ancak Temmuz ayının 20’sinde müdahale ediyor, ancak müdahalesi de OHAL ya da sıkıyönetim ilanını kapsamıyordu. Ordunun bu zayıf müdahalesi sokakları dizginlemeyi hedeflemiyordu ve sokaklar 15 gün sonra başbakanın sonunu getirecekti. Ordu bir darbeci olarak değil, kurtarıcı rolü ile çıkacaktı süreçten.
Hasina’nın bir helikopterle ülkeyi terk etmesine izin verilmesinin ardından aynı gün resmi ilk açıklama Bangladeş Genelkurmay Başkanı Waker-uz-Zaman tarafından ‘ulusa sesleniş’ adı altında yapıldı. General yönetime ‘geçici’ olarak el koyduğunu duyururken, bu duyuru tepkiyle değil sevinçle karşılandı. Ordu, geleneksel darbe şeklinin dışına çıkarak, olayların olgunlaşmasını beklemiş ve zamanı geldiğinde son müdahalesini yaparak, süreçten yıpranmadan çıkmayı başarmış oldu. Üstelik, darbe sonrası yaşanan batı baskısı, halk tepkisi gibi sonuçlar oluşmadığı gibi, protestocu öğrencilerle birlikte askerlerin fotoğrafları yayınlanmış, daha da ileri gidilerek, öğrencilerin talepleri doğrultusunda olduğu iddiasıyla Muhammed Yunus’a geçici hükümet kurma görevi verileceği yine Genelkurmay Başkanı tarafından duyurulmuştu.
Sokaklarda protesto gösterileri sürerken, yeni dönemin kapalı kapılar ardında hazırlığının yapıldığı ordunun tavrından da rahatça anlaşılıyor. Ülkelerin müesses yapılarının olayların önünde sürüklenen değil, onları güçleri el verdiğince yönlendiren yapılar olduğu göz önüne alınırsa, bunun Bangladeş rejimi için de geçerli olduğu söylenebilir. Her ne kadar ABD ve Avrupa desteği bulunsa da rejimin de onayı ile Hasina dönemi kapatılıp yeni bir dönem başlatıldı, tıpkı Türkiye’de 1960 darbesi ile başlayan dönem gibi.
Değişimi zorlayan ekonomik darboğaz
Küresel ve bölgesel gelişmeler yanında ülkenin siyasi ve ekonomik koşulları da yeni bir yapılanmayı zorunlu kılıyordu. Dünyanın hızla dijitalleşmesi ile birlikte, Bangladeş’in insan gücüne dayalı eski üretim tekniğinin ve hantal fabrikalarının artık son kullanım tarihi yaklaşıyordu. Bangladeş’in yaptığı üretim, onun müşterisi olan Avrupa’ya, konum olarak daha yakın (örneğin Türkiye gibi) yerlerde daha kaliteli, ucuz ve hızlı yapılabilir hale geldi. Hasina yönetiminin bunu çözemeyeceği bilinen bir gerçek. Zira partisinin kuruluş amacı da esas olarak ekonomik bir kalkınmadan ziyade ülkede İslami hareketin engellenmesi idi. Bugüne kadar bunu başardığı ve bunu da Bangladeş’i dünyanın en fakir ülkesi bırakma pahasına yaptığı da ortadadır.
Bir ülkenin ekonomik omurgasının bu kadar büyük bir tehdit altında kalması, o ülkenin rejiminin beka hedefini ister istemez tehdit altına sokacaktır. Halkın tamamının Müslüman olduğu bir düzende bir çöküşün yaşanması halinde yerine ne gelebileceği rejimin uykularını kaçırmış ve anlaşılan o ki oldukça geniş önlemler alınmış, ta ki başbakanın gönderilmesine kadar… Rejimin çökmesi halinde İslami bir sistemin kurulması mümkün ancak böyle bir düzenin kurulması için gerekenler sadece ekonomik kötü şartlar olmakla kalmayıp esasen halk bazında İslami güçlü bir zeminin ve İslami devlet anlayışının varlığını gerektirir. Bu manada Cemaat-i İslami gibi yapıların varlığı da yeterli olmuyor. Halkta gerçek bir bilinçlenme ve irade bu işin ön şartı.
Bangladeş’te ekonomik tehdidin ötesinde rejim için ana sorun, Hasina hükümetinin baskıcı ve zalim yönetiminin İslami hareketleri güçlendirmesine karşın, destekçisi İngiltere ve Hindistan’ın, ülkenin durumunu bu şekilde sürdürmekte bir beis görmemesiydi. Müesses düzen, bekası için oluşan tehditi görüyordu. Bu anlamda, ABD gibi bir güçten alınacak destek, rejimin dayanıklılığını artıracaktı. Çin’in hırslı atılımlarına karşı koyma iddiasıyla ABD’nin bölgeye yakınlaşması, rejim için siyasi ve ekonomik destek fırsatı yaratıyordu. Rejimin bu ‘fırsatı’ kaçırmadığı anlaşılıyor.
Bu noktada Myanmar konusunun da hem ABD hem Bangladeş için önemli olduğunu unutmamak gerekir. Ukrayna ve Gazze dışında dünyada sürmekte olan bir diğer çatışma noktası olan Myanmar’da, askeri cunta üç yıldan bu yana ülkeyi baskı altında tutuyor. İsyancı Budist Arakan Ordusu da Myanmar Ordusu ile savaş halinde. Bangladeş’e geçen bir milyonun üzerinde Arakanlı Müslüman bu çatışmaların yoğunlaştığı 2017’de topraklarını bırakıp canlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmıştı. Bangladeş rejiminin sınırları kapatmayarak Müslümanları alması, İslami kaygılardan ziyade stratejik hesaplardan kaynaklanıyordu. Müslümanlar Myanmar’da bir güç unsuru olmaktan çıkarılmış, cunta ile isyancılar karşı karşıya kalmıştı. Bölgeden bugünlerde gelen haberler, isyancıların arasında onları eğiten Amerikalı ve İngiliz ‘gönüllü’ eski askerlerin bulunduğunu haber veriyor. Myanmar ordusu ise Çin’den destek alıyor ki bu desteğin en önemli nedeni, Çin açısından bu ülkenin stratejik konumu. Myanmar Çin’e Bengal körfezine inmek için en kısa yolu sağlıyor yani Bir Kuşak Bir Yol Projesi için önem arz ediyor. Ülkedeki çatışmalar hem Bangladeş’e yakın bölgelerde hem de Çin’e yakın bölgelerde yaşanıyor. Bangladeş ordusunun Myanmar’daki isyancılara destek konumunda olması, ABD tarafından ödüllendirilmesini de doğal olarak sağlayacaktır. Öte yandan, Hindistan da bugüne kadar güven hissettiği Bangladeş sınırlarında yeni tehditler yaşaması muhtemeldir.
Bangladeş’te önümüzdeki dönemi dikkatle takip etmeye devam edeceğiz. Muhammed Yunus eliyle batıya yaklaştırılan, aynı oranda da İslam’dan uzaklaştırılan bir Bangladeş izleyeceğimiz anlaşılıyor. Ekonomik olarak, en alt düzeydeki fakirliğin bir derece iyileştirileceği, geleneksel tekstil üretimi dışında farklı işlerin teşvik edileceği bir model uygulanması beklenebilir. Siyasi olarak, liberal Begüm Ziya’nın Partisi ile İslamcı Cemaat-i İslami’nin yer aldığı bir politik ortam küçük bir ‘güncelleme’ ile devam ettirilecek ayrıca siyasette İslam’ın tonunun bir ton artmasına da izin verilecektir. Askeri olarak ise, Ordunun rejimin sahibi olarak sürekli teyakkuzda olacağını, halkı Müslüman diğer ülkelerde olduğu gibi her an ‘eskisi gibi’ darbe yapmaya hazır vaziyette bekleyeceğini unutmamak gerekir. Ordu içindeki nüfuz mücadelesi de tabi kaldığı yerden devam edecektir.
170 milyonluk bir nüfus İslami bir idareye sahip değil
Bangladeş’te hepimizi ilgilendiren ana sorun, bu kadar küçük bir coğrafyada bu kadar yoğun bir Müslüman nüfusa sahip olmasına karşın, İslami bir yönetimin burada da esamesinin okunamaması. Yakın komşusu Hindistan’ın bu duruma büyük etkisi olduğu kadar, batının ülkedeki durumu dikkatle takip etmesi, ülkedeki partilerin İslam’a karşı konumlandırılması, Cemaat-i İslami’nin sistem içi bir hareket yöntemi izlemesi de elbette etkili olan diğer unsurlar. Ancak temeldeki sorun, halkın nezdinde Kur’anî İslam’ın, aynı zamanda İslami bir yönetim bilincinin ve arzusunun yer etmemiş olması. Toplumun, İslam’ı geleneksel kalıpları aşıp hakkıyla bilip istemesi durumunda bunun önünde durabilecek hiçbir güç yoktur. Ancak bugün başta mevcut siyasi partiler eliyle olmak üzere halk mevcut düzenin içinde tutulurken, tasavvufi-geleneksel cemaatler eliyle de İslami bütünlüğün kavranması engelleniyor. Cemaati İslami’nin sokak gösterileri sırasındaki yadsınamaz rolüne karşın, yeni hükümetin kuruluşu esnasında eline hiçbir şey geçmemesi, sistemin gerektiğinde gerektiği kadar İslami oluşumlara izin verdiğini gösteriyor.
Beklentimiz Bangladeş’in, boynuna geçirilen boyunduruklardan kurtulabilmesidir. Demokrasi veya bir başkasının getiremeyeceği güzelliğin ancak İslam’ın sayesinde sağlanabileceğinin halk bazında kavranmasıdır. İslam’a yöneliş arttıkça, kurulan oyunların derinliği ve genişliği de artacaktır. Küresel ya da bölgesel küfür düzenlerinin oyunları bitmeyecektir, ancak İslam’a sahip olmak bütün oyunları çözecek ve üstesinden gelecek gücü, feraseti ona sahip çıkanlara sağlayacaktır. Allah’ın gücünün üzerinde bir güç tanımıyoruz. Esas karar verici O’dur ve O’nun dediği olur.
İktibas Dergisi Eylül Sayısı Yorumu