Değişim değerinin, kullanım değerinin önüne geçmesi
Her malın, kaçınılmaz olarak bir kullanım ve bir de değişim değeri vardır; ama kapitalizmde belirleyici olan, değişim değeridir. Bunun anlamı, kapitalist üretim tarzının kullanım değeri üzerinde değil; değişim değeri üzerinde yükseldiğidir. Zira kâr, değişim değerinden neşet eder. Artı değer üretmenin, artı değere el koymanın yolu; değeri, değişim değerine indirgemekten geçer.
Kapitalistin bir mal üretip satmaktaki asıl ve birincil amacı, herhangi bir insan ihtiyacını tatmin etmek değil; kâr etmektir. Kâr etmek için de, bir değişim değeri üretmektir. Eğer bir mal veya hizmet, metaya dönüşmüyorsa, meta niteliği kazanmıyorsa bir değeri yoktur; zira kâr elde etmeye, dolayısıyla sermaye birikimine hizmet etmez.
Yıkım ve yok etme araçlarının (“savunma ve güvenlik” diyorlar) üretimine, silahlanma vb. eşlik ediyor. Elbette kişisel güvenlik için de silah üretiliyor ve satılıyor; ama silahın asıl alıcısı devletler ve devletler, güvenlik gerekçesiyle asıl, “iç düşmana” karşı, “kendi halklarına” karşı silahlanıyorlar. Güvenlikten çok söz ediliyor; ama “kimin” güvenliğinden söz edildiği gözden kaçıyor. Kapitalizm emperyalizmi devreye sokmadan, emperyalizm savaş çıkarmadan, hegemonya da düşman üretmeden süremez…
Geçerli anlayışta, bir şey üretilir ve tüketilirken, doğaya (ve insana) verilen zararlar dikkate alınmıyor. Sermaye, tuhaf bir tsunami gibi her şeyi akıl almaz bir hızla kapsıyor; meta kategorisine dâhil ediyor, dönüştürüyor ve kendi suretinde bir dünya yaratıyor. Her şeyi alınır-satılır nesneler haline getiriyor ve kendine tabi kılıyor; gezegende ne var, ne yoksa sermayenin ihtiyacıyla uyumlandırıyor, biçimlendiriyor-biçimsizleştiriyor, çürütüyor: “En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı. Bu, o zamana kadar el değiştiren; fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu genel kokuşma ve evrensel ölçekli alışveriş dönemidir. Eğer ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse, bu; maddi olsun manevi olsun, her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır.” (Karl Marx. Felsefenin Sefaleti, çev. Ahmet Kardam, Sol Yayınları, Ankara, 211)
Yaşam temposu hızlandıkça insan, insanlıktan çıkıyor; ama bu büyük bir başarı olarak sunulabiliyor. Velhasıl tuhaf bir hız fetişizmi almış başını gidiyor… Artık sahip olma isteği, insan olma isteğinin önüne geçmiş bulunuyor. Giderek, “daha çoğa”, “daha büyüğe” odaklanmak, çoktan normal insan davranışı haline geldi.
Aslında aktörleri değil, senaryoyu değiştirmenin gerekli olduğu bir zamandayız. Kimileri, “hırsızları yakalamanın”, “kötüleri cezalandırmanın” yeterli olduğunu sanıyor. Oysa hırsızları yaratan koşullar göz ardı edilerek, şeylerin seyrini değiştirmeye çalışmak; bir şeyi, olmadığı yerde aramaktır…
(Fikret BAŞKAYA,
Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto)