Önce niyetlerimiz değişti sonra namazlarımız. Efendimizin (S.A.S.) “Kimin namazı onu kötülüklerden alıkoymuyorsa, o namaz, sahibini Allah’tan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz” (Taberani) uyarısını unuttuk. Namazımızın gıybet etmemize yalan, söylememize, ahlaksız dizileri izlememize, kul hakkı yememize, rüşvet almamıza, torpil yapmamıza engel olmadığı, rüşvetin hediye kabul edildiği, faizin alışveriş sayıldığı, tozunun bulaşmadığı kimsenin kalmadığı büyük bir değişimin muhatabı olduk sonunda.
İslam’ın bir hayat nizamı olduğuna dair inancımız değişti sonra. Aziz İslam’ın sadece namaza, oruca, sakala ve tesettüre endekslendiği bir İslam anlayışı kapladı zihinlerimizi. AB hedefleri, muasır medeniyetler seviyesi, demokrasinin nimetleri, milli gelir hesaplarından başımızı kaldırıp, yola çıkarken bir müddetliğine ertelediğimiz İslami hedef ve ideallerimizi hatırlayacak ne vaktimiz kaldı ne de mecalimiz.
Müslümanlığımızın görünür yüzünün belki de hiç olmadığı kadar prim yaptığı zamanlar yaşadık. Kılınan namazların, örtülen tesettürün, bırakılan sakalın, yapılan infakların ve hatta gariplerin sofrasında iftar açmanın bile muhakkak bir dünyalık kazanıma tahvil edildiği, dünyevi prestij ve reyting sağladığı günler gördük geçirdik.
Evet, çok kazandık, çok paramız oldu ama bereketi kaybettik. Güzel evlerimiz oldu ama huzuru kaybettik. Nimetlere boğulduk ama şükrü kaybettik. Kalabalıklaştık ama kardeşliği kaybettik. Çok iş yaptık ama ihlâsı kaybettik. Gücümüz oldu ama adaleti ve merhameti kaybettik. En kötüsü de neleri kaybettiğimizi anlayabilecek şuurumuzu ve bilincimizi de kaybettik sonunda.
Hz. Ömer’in (R.A.) “Bir Müslümanın namazı ve orucu sizi aldatmasın siz onun parayla münasebetine bakın. Konuştuğunda doğru söylüyor mu ona bakın? Kendisine bir şey emanet edildiğinde güvenilirliğini kanıtlıyor mu ona bakın? Dünya kendisine güldüğünde yani menfaat anında veya bir haramla karşılaştığında takvasını ve Allah’ın sınırlarını koruyor mu ona bakın? İşte asıl bakılması gereken bunlardır. (İbn Hacer ) uyarısında belirttiği parayla olan imtihanımız başta olmak üzere, koltuk imtihanı, emanet, liyakat ve güvenilirlik imtihanı, mal, makam ve servet imtihanı, haramlara karşı direniş imtihanı, adalet, merhamet ve kardeşlik imtihanı gibi birçok alanda ciddi yıkımlar ve hezimetler yaşadık.
Maalesef hayatımızdan namazı, orucu, tesettürü ve sakalı çıkardığımızda geride İslam adına elle tutulur, gözle görülür bir şeyin kalmadığı garip bir Müslümanlık çıkardık ortaya. Kur’an ve sünnetin siyasete, yönetime, hukuka, mirasa, ekonomiye, aile hayatına, uluslararası alana, sosyal hayata dair talimatlarıyla ilgili ne bir arpa boyu yol alabildik ne de kitlelerin önüne İslami hedefler olarak koyabileceğimiz yeni teklifler sunabildik.
Allah’ımızın bizim nasıl oruç tuttuğumuza, nasıl namaz kıldığımıza baktığı gibi sokaklarımızdaki 20 binin üzerindeki faizli banka şubesine, ceplerimizdeki 114 milyon faizli kredi kartına, topraklarımızdaki 28 Nato üssü ve İncirlik’e, satılan 35 milyon piyango biletine, açılan binlerce tekel bayiine, onlarca rakı fabrikasına da bakacağını hiç aklımıza getirmedik.
Allah’ımızın bizim sakalımıza ve tesettürümüze baktığı gibi hangi dizileri izlediğimize, hangi internet sitelerinde dolaştığımıza, düğünümüzü nasıl yaptığımıza, çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimize, eşlerimize nasıl muamele ettiğimize, akrabalarımızla ve komşularımızla olan ilişkilerimize, ana-babalarımıza karşı davranışlarımıza da bakabileceğini hatırlamak bile istemedik. Bütünsel İslam anlayışını ve öncelikler fıkhını kaybettik.
Unutmayalım ki, ne yaptıysak hep birlikte yaptık. Kimimiz bu değişimin bizzat içinde olduk, kimimiz seyirci kaldık, kimimiz her şeyi bilmesine rağmen yeteri kadar çalışmadık, kimimiz kardeşçe uyarılar yerine yıkıcı eleştirileri tercih ettik. Kimimiz çırpındık ama dinleyen olmadı. Olan oldu. Şimdi kimin haklı kimin haksız olduğunun pek de bir önem ifade etmediği ama hem dünyamız hem de ahretimiz için de son derece tehlikeli bir noktaya geldik hep birlikte.
İşte bu Ramazan tüm siyasi, ideolojik ve cemaatsel farklılıklarımızı bir kenara koyup, yeniden kardeşliğimizi ve akl-ı selimi kuşanarak içine düştüğümüz bu çıkmazdan nasıl kurtulabileceğimize dair tefekkür etmek ve çözüm önerileri üretmek için elimizdeki en büyük fırsattır.
Rabbim bu fırsatı değerlendirebilenlerden eylesin…
Milli Gazete / Abdülaziz Kıranşal