Dar açılı bakışlarla yaşanan bir dünyada bulunuyoruz. Bunun nedenleri, siyasal körlükler, çıkar endişesi, korku, insanlığı kuşatanlar gibi birçok nedenleri var. İnsan giderek birçok durumda değersizleşiyor. Medyaya bakılamıyor. Çünkü vahşi bir ortam var. Vahşeti uygulayan insan. İnsan insana karşı. Sorumluluk duygusu giderek tükeniyor.
Bir açıdan bakılırsa veya dar alanlı bir değerlendirme insanı gerçeklerle buluşturmuyor. Çıkar duygusu insanı sınırlıyor. Hakikatler karşısında susuyor veya yutkunuyor. Hakikat sahibi kimseler için zor bir durum.
İnsanların savruluşların görmek yerinde değerlendirmeler yapmak kadar zor bir durum. Geçmişte belli ilkeler üzerine iken ya da kendini öyle biliyorken, günün dalgasıyla savrulanlar artık bir yerde kalamıyorlar. Bir insanın ayağı kaymaya görsün artık bunu sonu yoktur. Geçmişte ilkeler dünyasındaki sınırlamalar ile çok açılımlı olunamıyor endişesi, insanları başka alanlara açılmaya zorluyor bu da o kimseyi kişiliksizleştiriyor. Hakikat yıkılmayan bir dağdır. Dağ yerinde durur. Ne ki dağda bulunan nesneler savrulurlar. Otlar kurur, ağaçların da bir ömrü var, belli zaman sonra kökleri zayıflar, dalları kurur sert rüzgârlar savurur. Kayalar yerinde kalır. Toprak bile bir zaman sonra giderek azalır. Sonuçta dağ konumunu korur.
Büyük medeniyetler büyük ve yüce dağlardır. Her dağ yerindedir. İnsanlık tarihinin de ana izleği ve akışıdır. Peygamberler medeniyeti ana izlek. Bu asla değişmez. Kendilerini tanrı yerine koyan insan, düşünceler üretir, sapkınlıkları, aykırılıkları ya da kendine göre doğruları olur. Bunların da ömrü bir yere kadardır.
Dağlarına sırt vermeyenler savrulup giderler. Bir deyimimiz var: “Yuvarlanan taş yosun tutmaz.” İdealleri olmayanlar başka renklere bürünürler ama o renkler onlara ait değil.
Günümüz insanının bu denli kaygan düzlemde olmasının temel nedeni de bu. Yani sabitkadem olmayışı. Mevlânâ’nın ifadesiyle pergelin ayağı sabit bir yerde değil. Başka sabitler arayanlar hiçbir zaman sağlıklı bir yer edinemezler.
Savrulmaların nedenleri elbette ki çok. Hiçbir şey nedensiz gelişmiyor.
Yerlerini, yurtlarını terk edenler sonunda eski yerlerine de dönemiyorlar. Bunun nedeni zihni savrulmaların açtığı büyük boşluklar.
Bireyler ya da oluşlar zihin dünyalarının bir yapısını kuruyorlar. Bunu temel ve aslolana yaslanmıyorlar. Onlar artık kendilerini bir öncü gibi görüyorlar düşüncelerini de yanılmazlık üzere kabulleniyorlar. Davranışlarına veya eylemlerine inan getiriyorlar. Bu, aynı zamanda bir iman konumunda oluyor.
Peygamberler hakikatin sözcüleridirler. Onlar birer elçi. İlahi olanı insanlara aktarıyorlar, anlatıyorlar, öğüt veriyorlar ve aynı hâl üzere yaşıyorlar. Onlar hem dikkat sahibidirler, hem de onlara da yol gösteriliyor.
Alan daraltmak ve belli bir mekâna kendilerini hapsetmek ufuk darlığına da neden oluyor. Bir zaman sonra yanıldıklarının farkına varıyorlar o zaman da iş işten geçiyor.
İnsanlık okumayan düşünmeyen bir süreçte. Sadece olanlara, bitenlere bakıyor. Ne olup bittiğinin farkına bile varmıyor. Bu tip insanlar çok şey bildiklerini sanıyorlar. Oysa onlar kendilerine gösterilenlerle yetiniyorlar. Diğer açılarında ne olup bittiğinin farkında olmuyorlar. Nesnelerin gölgelerini bile göremiyorlar.
Görsel dünya derinlikli bilgi sunmaz. İstediği açıdan istediklerini sunar. Reklâm ve tanıtımlar hiçbir zaman bütün hakikati gözler önüne sermezler. Onların hemen hiç mi hiç kusurları, yanlışları yoktur? Nesneler pazarlandığı gibi düşünceler de pazarlanıyor. Günümüz siyasasının özü de budur. Hiç kimsenin ayranı ekşi, katışıksız, yapma değildir. Siyasal bozukluk maya bozuklukları taşır. Nereden bakılırsa bakılsın sağlıklı sonuçlara götürmüyor. Yabancılıklardan beslenenler ancak onları öykünürler, hiçbir zaman bir dağ olamazlar. Olsa olsa küçük tepecikler olurlar sonra hiçbir değerleri olmaz.
Milli Gazete / Ali Haydar Haksal