Bu düşünceden yola çıkarak güncellemek gerekirse, bayramlarda şahit olduğum acı manzaraları kardeşlerimle paylaşmak istedim. İşin en acı tarafı da şahit olduğum manzaralar, Müslüman olduğunu söyleyen ailelerde idi.Nur suresi 30-31. ayetlerde, mümin erkeklerin ve mümin kadınların namuslarını, iffetlerini ve ırzlarını korumalarını bize emreden Allah’ın bu yüce sözleri, ne yazık ki sosyal hayatta karşılığını bulmuyor. Yine 31. ayette Allah mümine kadınların örtülerini üzerlerine almaları ve onların korunmalarıyla beraber, karşı cinsi de bir anlamda korumalarını bizden istiyor. Araf Suresi 26. ayette bahsettiği: “Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi… İşte o daha hayırlıdır…” Allah’ın bu kelamını okuduğumuzda örtünmenin ne anlama geldiğini daha iyi anlıyoruz. Demek ki örtünmede takva boyutu eksik olduğu zaman, ortaya çıkan şey örtünme değil, süslenmedir. Süslenme dediğimiz şey çok geniş bir alanı kapsar, işin ehli olanlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır, kanaatindeyim.
Allah’ın kitabını kendilerine rehber seçen ve hayatlarını ona göre tanzim eden Müslüman kardeşlerim, özellikle bayramlarda, ne hikmetse haddi daha da bir aşmaktalar. Allah’a yakınlaşmak için tutulan oruç, bayramda çarçur ediliyor ve bize Allah tarafından ikram edilen bayram, aşırılıklara ve sapmalara sebep oluyor. İffetimiz, izzetimiz ki, izzetin tümü Allah’a Peygamber’e ve müminlere ait olduğu unutuluyor ve izzeti başka yerlerde arayarak hayatın o aldatıcı cazibesi karşısında yeniden eski alışkanlıklara dönülüyor. Oysa Allah, cahiliye adetlerine tekrar dönmeyi, müminlere yasaklıyor.
Tuttuğumuz oruçla bayram etmemiz ve Kur’an’ın gölgesinde gölgelenmeye devam etmemiz gerekmez mi? Ramazan’ın manevi ortamından ne zaman çıkıldı da, gerisin geri modernitenin kahrolası değerlerine dönüverildi, anlayamadım? Tekrar soralım, bu günübirlik dönüşler yaman bir çelişki değil mi sizce? Madem ki, takvayı
kendinize düstur edindiniz, Allah için otuz gün aç kaldınız ve Allah için oruç tuttunuz, neden Allah’ın gizleyin dediği ziynetlerinizi insanlara teşhir ediyorsunuz? Takvanın o çelik zırhı üzerinizi hiç mi kaplamadı? Yine ayetin tabiriyle ayaklarınızı neden yere vurma ihtiyacı duyuyorsunuz? Bir insan kendisinin varlığını başkalarına hissettirmek isterse o zaman ayaklarını yere vurur. Akrabalar arasında birbirilerine haram olan erkek ve kızların rahatlıkla birbirileriyle tokalaşmaları, hatta kafa tokuşturmaları, olmadı lüzumsuz
şakalaşmalar ve hatta anne ve babalar tarafından: “Kızım o senin kuzenin neden çekiniyorsun?” diye çocukları teşvik etmeleri yok mu? Bu anlayış insanı kahrediyor. Allah’ın size haram kıldığını neden helal yapmaya çalışıyorsunuz? Kızlarını ve oğullarını haram ve helalle tanıştırmayan ebeveynler, hesaba çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Hayır, Allah’a yemin ederim ki, hesaba çekilecekler. İşte bu hesap günü gelmeden kendimizi hesaba çekelim ve Kuran’a dönelim. Kendi kafamızdan doğrular
üretmektense, Kuran’ın doğrularına teslim olalım.
Şahit olduğum bir başka manzara da, kayın birader ve gelin hanımın birbirleriyle rahat bir şekilde tokalaşmaları. Kardeşim sen kendine çok güveniyor olabilirsin, en azından böyle olduğunu iddia ediyorsun, ama Allah sana güvenmiyor ve uyarıyor: “Sakın Allah’ın sınırlarını aşmayın.” Sözün burasında, ahlak abidesi Yusuf’u (as) hatırlamadan geçmek olmaz diye düşünüyorum. Müslümanlar Yusuf kıssasını çok sever. Onu anlata anlata bitiremezler. Söz konusu kıssayı niçin severiz? Yusuf’un teslimiyeti ve onun iffetinden dolayı severiz. O halde sosyal hayatta bize kılavuz olması gereken bu davranışı kendimize örnek almalıyız. Yusuf’un bu iffetli duruşuna rağmen, Rabbimiz Yusuf’a, (as) ve onun şahsında biz müminlere ne diyor, bir bakalım. Yusuf suresi 24. Ayette; “Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi
o da kadına meyletmişti…” İnsanın özelliklerini en iyi tanıyan, elbette ki onu yaratan Allah’ tır. İnsana fücuru ve takvayı ilham eden Allah, nefsinin insana neyi fısıldadığını da çok iyi bilir. Ne Allah’ı, ne insanları, ne de kendimizi kandırmayalım. Buradan yola çıkarak kendi hevâmızdan uydurduğumuz doğruların, Allah katında hiçbir değeri yoktur. Çünkü mutlak doğru Allah’a aittir. Gerçekten iffetimizi ve takvamızı korumamız gerekiyorsa, tertemiz bir hayatı kaleme almak (yaşamak) için yarışalım ve bize sağ tarafımızdan verilmesini umduğumuz defteri, kirletmeyelim, onu kötü amellerle doldurmayalım. Hayatımızın istisnasız her alanında, Allah’ı sosyal hayata müdahil olarak kabul etmek zorundayız. Allah bize şunlardan kaçının, şu ağaca yaklaşmayın, diyorsa ona (haramlara) yaklaşmamak, şunlardan da (helaller) kaçınmanıza gerek yok diyorsa, bize düşen görev bu ikazları dikkate alıp, Allah’ın yolumuza koyduğu işaret taşlarını doğru okuyup, kendimizi istikamet etmek zorundayız.
Yani hayatımıza yön veren, Hak ve batılı, doğruyu ve yanlışı belirleyici olan tek merci, Allah’tır. Allah tasavvurumuz doğru olmadığı müddetçe, ahiret bilincimiz yerli yerine oturmadığı müddetçe, hayatımızdaki gelgitler son bulmayacak. O halde Ramazan’ı, yani Kur’an ayını, bir aya değil, hayatın tamamına yayalım. Vahyin kuşattığı hayatlar, bir gece değil, bir ay değil, hayatları son bulup ölüm gelip onları alıncaya kadar Allah’a kul olmaktan geri kalmazlar.
Selam muttakilerin ve muhlislerin üzerine olsun.