İLKAV Salonunda gerçekleştirilen konferansta modernleşme,batılılaşma bunların getirdiği kavramsal düzlem,batılıların kullandığı kavramların tarihi arka planı,bu kavramları Müslümanların kullanıp kullanamayacağı, ödünç alıp alamayacağı,mevcut kavramları kullanırken İslami ölçü ne olmalıdır gibi sorulara cevap arandı.Küreselleşen dünyanın bu coğrafyasındaki yaklaşık 300 senelik batılılaşma ve modernleşme serüveninde, nasıl Müslüman kimliği ile sürdürülebilir bir hayatı inşa edilebileceğinin ana temalarından biri olan kavram, isimlendirme konusunun irdelendiği konferansın kısa özetini aşağıda katılamayanlar için sunuyoruz.
“Kavramlar şeylere verilen isimler ve bu isimlerin zihinde oluşturduğu algıya denir. Soyut veya somut olarak tanımlanabilen kavramlar, temel ve yan anlam bileşenleri içerir. Temel anlamlar o kavramı olmazsa olmaz özelliklerini ifade eder, yan anlamlar kavramın yerine göre taşıdığı anlamları ifade eder.
Allah meleklere değil insana verdiği bir yetenek olarak isimleri bilme ve isimlendirme eşyayı doğru anlamak ve anlamlandırmak için önemlidir. Kavramları vahyin ışığında kullanmak, hayata Allah’ın isimleriyle bakmak, Müslümanca düşünmek ve İslami bir zihniyetin korunması için elzemdir.
Kavramlarda anlam standardının olması, doğru iletişim için ilk şarttır. Bu sebeple kavramlar keyfilikten uzak ve bir usul çerçevesinde ele alınmalı, anlam kayması, genişlemesi veya daralmasına karşı asli anlamının korunmasına özen gösterilmelidir.
İslam literatüründe bir kısım kavramların zaman içerisinde anlamlarının muhafaza edilmediğini görüyoruz. Örneğin “kaza” kelimesi ilk dönemde “ifa etmek, yerine getirmek” şeklindeki mana ile ibadetlerin zamanında ifasını ifade ederken daha sonra “zamanında yerine getirilmeyen bir ibadetin daha sonra iadesi” anlamında kullanılmıştır. Bu örnek göstermektedir ki ilahi mesajın doğru anlaşılması, ilk neslin kavramlardan algıladığı mananın korunmasına bağlıdır.
Kavramsal çerçeve veya terminoloji, ilahi veya beşeri bir ideolojinin dünyaya bakışını ve tezlerini izah ederken kullandığı kavramlar kümesidir. Bir ideolojinin üst düzey fikirlerini açıklamak için, daha dar ve kullanışlı manalar içeren kavramları kapsayan ve ideolojinin taşıyıcıları tarafından kullanılan bu kavramsal çerçeveye “dil” denir. Başka bir deyişle fikirler bizatihi ideolojiyi oluştururken, kavramlar ise ideolojinin dilini oluşturur. Her ideolojinin kendi kavramlarıyla örülmüş bir dili vardır ve ideolojinin önerdiği tezler bu dili oluşturan kavramlarla izah edilir.
Değer sisteminin kurucusu veya kurucuları tarafından içi doldurulan kavramlar, fikirlerin özgün, tekrardan uzak ve veciz bir şekilde anlatılabilmesinin temel yapı taşı fonksiyonu görmektedir.
Gerek beşeri gerek ise ilahi olsun her ideoloji kendi tezini kendi kavramlarıyla inşa eder. Hayatın bireysel, toplumsal, ekonomik veya siyasi meselelerine çözüm önerisinde bulunan ideolojiler hayatın muhtelif sahalarına ait üretilmiş fikirlerden oluşur. Bu fikirlerin ifadesinin temel yapı taşları ise ideolojinin ürettiği kavramlardır. Dolayısıyla her değer sistemi kendi kavramları ve fikirleriyle özgündür. Ürettiği kavramları kendi fikirlerinin birer parçasıdır çünkü kavramlarına anlamları kendi zihniyeti ile yüklemiştir. O yüzden kavramlar, kendisini üreten ideoloji, kültür, medeniyet veya dinin kodlarını taşırlar. Aynı zamanda bunların anlatılmasının ve yaygınlaşmasının birer vasıtası olarak kullanılırlar. Kapitalist bir ekonomik düzende zekâtın gündeme gelmesi nasıl İslam’ın bir propagandası oluyorsa, aynı şekilde Müslümanların benimseyerek dillerine pelesenk ettikleri demokrasi kavramı da batı ideolojisinin reklamından başka bir şey değildir.
Vahiy ilk muhatapların lisanı olan Arapça indirilmiş, zamanın ve bölgenin Araplarının kullandığı bu lisanın yetenekleri en fasih şekilde kullanılmıştır. Ancak ilahi mesajın doğru aktarılması için yeni bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç vardı ki bu kavramlar bu üç şekilde ortaya çıktı. Bunlar; kullanılan lisandan aynen korunan kavramlar, ıslah edilen kavramlar ve yeni tahsis edilen kavramlar olarak gruplanabilir.
Vahyin ortaya koyduğu kavramların yanında zamanla yeni dini kavramlar İslam kültüründe yer buldu. Vahyin ‘hayat tarzı’, ‘adet’ ve ‘yasa’ anlamlarında kullandığı sünnet kavramı, zamanla Rasulullah(ASM)’in yapıp eylediklerinin yerine kullanılmaya başlandı. Ayrıca ‘hadis’, ‘siyer’ ve ‘fıkıh’ gibi kavramlar belirli bir disiplini ifade etmek için kullanıldı. Tüm bu kavramlar üretilmiş olsalar da belirli bir ihtiyaca binaen ortaya çıkmış İslami kavramlardı. Bunların yanında diğer din ve medeniyetlerden özellikle tasavvuf ekolü tarafından gayrı İslami ‘salik’, ‘rabıta’ ve ‘keşif’ gibi kavramlar İslam kültürüne dâhil edildi. Aynı ekol vahyin tahsis ettiği ‘zikir’ ve ‘veli’ gibi kimi kavramları istismar ederek yeni anlamlar yükledi ve vahyin anlaşılmasının önüne ciddi engeller koydu. Ayrıca zan ihtiva eden ve çoğu zaman da ahad haber olarak nakledilen rivayetlere dayalı ‘deccal’ ve ‘sırat’ gibi kavramların İslam kültüründe yer edindiğini belirtmeliyiz.
Elbette tahsis edilen bazı kavramlar vahyin içini doldurduğu manadan farklı bir noktaya zaman içerisinde farklı kaygılar ve değer yargılarının etkisi ile çekilmek istenmiştir. Geçmişteki statü ve avantajlarının korunmasını önceleyenlerin “Faiz de alışveriş gibidir” (Bakara,2/275) demesindeki maksat temelde bir kavram kargaşası çıkararak menfaatlerini korumaktır. Benzer bir tavrı “kelimeleri bağlamından kopararak tahrif eden” (Maide,/13, Nisa,4/46) İsrailoğulları’nda görmekteyiz. Kelimelerin esas manasından razı olmayan bu zihniyet, ya tevriyeli ifadelerle ya da kelimelerin benzerleriyle bir kavram karmaşası çıkararak vahyi emirleri sulandırmak suretiyle statünün devamını istemekte, menfaat eksenli tipik Yahudi davranışı sergilemekteydiler.
İslami kavramlarımızın anlamının kasıtlı olarak manipüle edildiğini biliyoruz. Bundan iki yüz yıl önce şehadet denince, millet denince anlaşılan mana ile şu an anlaşılan arasında ciddi bir fark vardır. Sahip çıkmadığımız kavramlarımızı zamanla başka ideolojilerin dilinde bir başka anlamı ifade ederken buluyoruz. Kavramlarımızın çalınmasına nasıl sessiz kaldıysak, bazen de bazı kavramlarımıza bir takım kaygılarla sahip çıkmayarak onları dışladık. Cihat, tağut ve hüküm gibi tamamı ile İslami olan, İslam’ı anlamak için olmazsa olmaz kavramları sözlüklerimizden atarak sözde Müslümanlar olmaya çalıştık.
Kavramların gerçek manasının ortaya çıkarılması ve kavramların asli anlamına irca ettirilmesi, hakikatin taşınmasını kendisine ilke edinmiş davetçilerin, davetin sıhhati için sahiplenmesi gereken temel bir meseledir. Zira anlamların net olmadığı bir ortamda bir fikri anlatmak, kaygan bir zeminde yürüyen ve bastığı yerden emin olamayan yayanın hali gibidir. Anlamların zihinlerdeki karşılığının net olması, vahyin taşınması ve doğru anlaşılmasında temel altyapıyı teşkil eder ki davetçinin de gayesi El-İlm’i en doğru bir şekilde muhatabına aktarmaktır.
Bu noktada biz Müslümanlara düşen, kavramlarımıza sahip çıkmamızdır. Kavramın içinin doğru doldurulmasını sağlamak üzere öncelikle kavramı dilimize tekrar dâhil etmeli, İslam’ın yüklediği mana ile kullanmalı, bunda ısrarcı olmalı, çevremizde yanlış kullanımların düzeltilmesine çalışarak bir farkındalık oluşturmaya gayret etmeliyiz.
Modern paradigma, bir çok temel kavramı kilisenin toplum üzerindeki tasallutunu kırmaya dönük üretmiştir. Beşerin mutlak özgürlüğü, materyalizm, rasyonalizm ve sekülerizm gibi kavramlar bu minvalde ortaya çıkmıştır.
İslam medeniyeti daha önce Haçlı Seferleri ve Moğol istilası ile iki büyük meydan okumaya rağmen birliğini tekrar tesis ederek hayatta kalmayı başarmıştı. Zira bu meydan okumalar Müslümanlara düşünce planında ciddi bir etkisi olmuyordu. Ancak Modern dünyanın meydan okuması diğer ikisinden farklı oldu. Modernizm, İslam medeniyeti üzerinden yalnız fiili bir üstünlük kurmadı, bunun yanında zihinleri de işgal etti. Kaleyi içten fetheden Modernizm, Müslümanların artık Müslümanca düşünmemesini de sağlamıştı. Bu yapılırken batı medeniyetinin en temel dönüştürücü silahlarından birinin modern kavramlar olarak kullanıldığını görmemiz gerekiyor.
Hal böyleyken Türkiye Cumhuriyeti hükümeti modern paradigmanın en önemli kavramlarından demokrasiye vurgu yaparak batılı sahiplerinden daha “ilkesel” yaklaşmakta. Hem de 2005 yılında AKP hükümetinin İçişleri Bakanlığı aracılığıyla eğitim kurumlarında ihdas edilen temel İslami kavramların kullanılmasına karşı getirilen yasak devam ederken. Yani “İslamcı” hükümet İslami kavramları yasaklarken, modern kavramların bayraktarlığını yapıyor ve şu mısraları hatırlatıyor:
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilaç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç
Ayrıca demokrasiyi İslami bir olumluluk olarak gören kardeşlerimiz demokrasiyi benimser söylemi bırakmalıdır. Zira daha özgür bir ortam arayışı ayrıdır, batıl üzerinden hakka yol bulma gayreti ayrıdır. Seküler batının İslam dünyası için önerdiği reçete olan demokrasiyi nasıl olacak da İslam’a doğru bir adım olarak görebiliriz? Soruyoruz… Bugün Müslümanların siyasal anlamda en büyük sorunu kimlerledir? Başka bir ifade ile bu dünyanın Firavun ve Karun’u kimlerdir? Müslümanların siyasal anlamda batı paradigması haricinde karşılarında bir başka batıl ideoloji var mıdır? “Küreselleşen” dünyada her gün yüzlercesi katledilen, coğrafyası yağmalanan, sömürülen ve köleleştirilen İslam milletinin ensesindeki bozayı emperyalist batı pişirmiyor mu? Ve bütün dünyaya kendi batıl değerlerini evrensel göstererek ihraç etmeye uğraşmıyorlar mı? Bu durumda bize dayatmaya çalıştıkları kavramlarını ve değerler sistemini geçici bir süre için dahi olsa almak veya benimsemek İslami bir olumluluk olarak görülebilir mi? Bütün dünyaya demokrasinin aslında gerçek özgürlük olduğunu söyleyen batı, bunun araç olarak kullanılmasına izin vermeyeceğini Cezayir, Mısır ve Filistin örneklerinde göstermedi mi? Kendisiyle ve mucitleriyle mücadele içinde olduğumuz bu batıl ideolojinin birer şubesine dönüşerek mi değiştireceğiz bu dünya düzenini?
Modern dünya Müslümanlara despotizm ölümünü gösterdi, şimdi ise demokrasi sıtmasına razı etmeye çalışıyor. Bunu da Arap baharı kapsamında kendi elleriyle kazandıklarını onlara aşılamaya çalışıyor. Allah’ın ayetlerinin ve İslami ilkelerin reelpolitik karşısında ütopik gösterilmeye çalışıldığı bir vasatta kardeşlerimize hesabını veremeyecekleri söylem ve eylemlerden uzak durmalarını salık veriyoruz.
Kavramların fikir ve düşüncelerin temel taşı olduğunu belirtmiştik. İletişimin sıhhati için kavramlar nasıl ki doğru kullanılmalı ise, düşüncenin sıhhati için de kavramların doğru anlaşılması gerekir. Bilmeliyiz ki kavramlar üzerinden konuştuğumuz gibi kavramlar üzerinden iman da ederiz. Bu nedenle benimsediğimiz gayrı İslami anlam taşıyan kavramlar, bu kavramlarla inşa ettiğimiz fikir ve düşüncelerimizi, hatta imanımızı bozar. Zira kavramlar üzerinden inşa edilen fikirler, kullanılan kavramların karakteristiğini taşır. Gayrı İslami tabiata haiz bir kavramı ona değer atfederek benimsememiz, o kavramın düşüncelerimize sirayet edeceği ve inancımızı bozacağı anlamına gelir. Bu dönüştürücü etkinin farkında olmamız gerekiyor zira hiçbir kavram nötr değildir, üretildikleri ideolojinin zihniyetini taşırlar.
Modernizm karşısında yenilgiyi kabul eden nice aydın, İslam ve batı arasında uzlaşma arayışına girdi. Bu ise İslam’ı ödünç kavramlarla anlatma, Kur’an’ı bilimsel verilerin ışığında değerlendirme, İslam’ı bir takım beşeri düşüncelerle sentezleme ve hâkim düşünceye benzetme gayretlerini doğurdu. Bu sayede İslam, yalnız geçmişe ait değil bugünün şartlarına da uygun olacaktı. Böylece İslam bilime, akla ve ilerlemeye engel değil, bilakis bunların destekleyen bir din olarak anlatılabilecekti.
İslam dünyası batı medeniyeti karşısında kaybetmeye ve ona karşı bir hayranlık beslemeye başladıktan sonra, Batı’da geliştirilen ve hakimiyet kazanan herhangi bir düşünceye karşın Müslüman dünyasında bu yeni düşüncenin “İslam’a uygun olduğu”, daha da ölçüyü şaşırarak “İslam’ın bu düşünceye uygun olduğu”na dair söylemler geliştirilmiştir. İslam demokrasisi, İslam sosyalizmi, İslam milliyetçiliği, liberal İslam gibi ifadelerin tümü bu zihniyetin ürünüdür. Hâlbuki bir düşünce sisteminin gücü, kendi tutarlılığının ve bütünlüğünün kavranmasına ve hâkim düşüncelere karşı sabırla direnmeye bağlıdır. Kaldı ki İslam’ın söz konusu beşeri ideolojilerle tamamlanacak bir zaafı mı vardır ki İslam’ın yanına bir başka ideoloji iliştirilmektedir.
“…Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim…” (Maide,5/3). Ayet bir tokat gibi hakikati yüzümüze çarpıyor. Bugün Müslümanların içinde bulunduğu durumu değerlendirdiğimizde bugünün kafirleri en kalifiyesinin dahi demokratlaştığı bu Müslümanlardan ümitvar olmalı. Zira Allah’tan değil onlardan korkan bir topluluk olmuşuz. Allah’ın beğendiği kemale ermiş dinimiz İslam’dan ve Allah’tan razı değiliz. Halbuki İslam Allah’a tam anlamıyla teslim olmanın adıdır, bu sebeple sentezci fikirler ancak akidevi bir sapmanın neticesi olabilir. Ödünç kavram kullanarak ve İslam’ı batıl bir takım ideolojilere payanda yaparak İslam’a hizmet ettiğini düşünenler, aslında kavram ödünç aldıkları veya İslam ile sentezledikleri batı paradigmasının ve örtülü bir şekilde İslam’ın yetersizliğinin propagandasını yapmaktalar.
Sahih kaynaklara dayalı olarak İslam’ı kendi özgünlüğü içerisinde kavrama ve yaşama çabaları arttıkça, Müslümanlar bu hastalıklardan zamanla kurtulacaktır.
Vahyin “Eğer inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz”(Al-i İmran, 3/139) vaadine rağmen, “Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmayacaklar. De ki; “Doğru yol, sadece Allah’ın yoludur’: Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah tarafından ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazsın”(Bakara,2/120) ve benzer uyarılarına rağmen dünyada kaybetse de ahirette muhakkak kurtuluşa erenlerden olma reçetesini elinde tutan Müslümanların gücün karşısındaki ezik ve edilgen tavırlarına kahrolmaktayız.
Kavramların Değerlendirilmesinde Yöntem:
Öncelikle belirtmeliyiz ki bir kavramı yalnızca beşeri olduğu için reddetmek doğru değildir. Zira zamanın getirdiği yeni ihtiyaçlar neticesinde özel anlamlar taşıyan yeni bir kavram üretilmiş olabilir. Üretilmiş bir kavramın olumsuzlanmadan kullanılabilirliğinde ölçü bu kavramın İslamiliği olmalıdır. Kavrama dair herhangi bir önyargıya sahip olmadan yalnız Allah’ın rızasını gözeterek ve yalnız ondan sakınarak bu kavramın değerlendirmesini yapmaya azmedilmelidir. Kavrama ait temel ve yan anlamları çıkartılmalıdır. Bu esnada sübjektif değerlendirmelerden sakınmak için kavramı ortaya koyan ideolojinin yani kavramın gerçek sahiplerinin tanımı esas alınmalıdır. Temel ve yan tüm manaları İslami açıdan değerlendirilmelidir. Kavramın temel ve yan tüm manaları İslami açıdan kabul edilebilir ise kavram İslamidir. Kavramın herhangi bir temel manası kabul edilebilir değilse kavram gayrı İslamidir. Kavramın temel anlamları kabul edilebilir, ancak bazı yan manaları sıkıntılı ise, yan anlamdaki sıkıntı dile getirilerek kavramın kullanılması mümkündür. Ancak bu her zaman mümkün olmayabileceğinden muhataplarda yanlış anlamalarda yanlış anlamalara neden olabilir. Bu sebeple dikkatli olunmalıdır.
Bu yönetim “Rasyonalizm” (akılcılık) kavramına uygulanması
Rasyonalizm Akılcılık, bilginin kaynağının akılolduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşıma verilen isimdir.
Rasyonalizm, batı aklının kiliseyi hayatın dışına iterken kullandığı bir tez olarak modern batı uygarlığının ve düşünce tarzının mihenk kavramlarındandır. Aydınlanma çağı ile birlikte bu kavram kilisenin yüzyıllar süren ve aklı çöpe atan sultasına karşı üretilmiş bir gerçeklik olarak ilk etapta akla değer veren bir kavram olarak görülebilir. Ancak İslami açıdan bakıldığında aklın mutlaklaştırılması ve vahyin tanınmaması demeye gelecek bir anlamı ifade eder. Zira rasyonalizm, kilisenin akla küfreden ifratına karşı aklın ilahlaştırıldığı bir tefriti ifade eder.
“Hoşunuza gitmese de savaşmak size yazıldı(farz kılındı); mümkündür ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir, ama siz bilmezsiniz.” (Bakara,2/216). Ayet ile Alemlerin Rabbi, müminlere hoşlarına gitmese de savaşı emrettiğini, bir konuda insanların duygu ve düşüncelerinin hakikatten bir şey ifade etmeyebileceğini, gerçeği ve hayrı bilmenin ölçüsünün yalnızca kendisi olduğunu ifade ediyor.
Benzer ifade farklı pasajlarda da geçmektedir (Al-i İmran,3/66, Nahl,16/74, Nur, 24/19). İslam bilginin gerçek kaynağı olarak bir ismi de bilgi (el-İlm, Bakara,2/120) olan vahyi gösterir. Aklı kullanmaya teşvik eden onlarca ayet vardır, ancak bu ayetler aklı vahye teslimiyete yönlendirir.
Bu sebeple insan aklının mutlaklaştırılması demek olan rasyonalizm kavramı İslami değildir.
Sonuç yerine
Kavramlar kalelerimizdir. Gayrı İslami anlamlarıyla benimsediğimiz ve kullandığımız modern kavramlar ise Müslümanların zilletinin devamına neden olacak truva atlarıdır.
Küre Medya