Democratic Progress Institute (DPI), 25 Eylül’de İstanbul’da “Çatışma Çözümünde Medyanın Rolü: Türkiye Örneği İzlenimleri” başlıklı bir toplantı düzenledi.
İki ayaklı bir toplantıydı. Önce çatışmaların sonlandırılmasında ve barışın inşasında medyanın nasıl bir tesire sahip olduğu tartışıldı.
Sonra da, 2013-2015 yılları arasında Türkiye’de yürütülen çözüm sürecine medyanın nasıl yaklaştığının üzerinde duruldu.
İlk oturumda King’s College’dan Dr. Tom Clley, toplumsal diğer hadiselerde olduğu gibi, çözüme yönelik süreçlerde de medyanın hayati bir işlevinin olduğunun altını çizdi.
Zira çatışmalar, ideolojiler üzerinde yürür, taraflar sadece alanda değil zihinlerde de hâkimiyet kurmayı amaçlarlar.
Yaptıklarını bir meşruluk çerçevesine oturtmak için kendi görüşlerini kamuoyuna kabul ettirmeye uğraşırlar.
Medya, tam da bu noktada sahneye çıkar. Çünkü insanların birçoğu çatışmaları doğrudan tecrübe etmez.
Onlar çatışmaları, nedenlerini ve sonuçlarını, yol açtığı tahribatları, kazanımlarını ve kayıplarını medyadaki temsillerle yaşarlar ve öğrenirler.
Dolayısıyla aldığı tavra bağlı olarak medya, çatışma çözüm süreçlerinde müspet veya menfi etkilerde bulunabilir.
Eğer medya tarafları yanlış temsil eder, olmayan bir geçmişi yansıtır ve sürece ilişkin konuları istismar ederse çatışmalar derinleşir, çözüm zorlaşır.
Zor sorular
Medya bir uzlaşma arayışının itici gücü olmalı mıdır?
Medyanın, bir çözümü desteklemek gibi bir sorumluluğu var mıdır?
Devam etmekte olan bir barış görüşmesini sekteye uğratacak veya nihayetlendirecek bir bilgiye erişen bir medya mensubu bunu yayınlamalı mıdır?
Meslek etiği mi baskın olmalıdır yoksa barış isteği mi?
Kolay sorular değil bunlar. Farklı ahlaki değerleri karşı karşıya getiren meydan okuyucu bir niteliğe sahipler.
Tek bir cevabı da yok bu suallerin; durdukları yere, politik duruşlarına ve hayata bakışlarına göre medya temsilcileri bunlara birbirlerine tezat cevaplar verebilirler.
Belki genel bir ilke olarak şu söylenebilir:
Medya mensupları, halk tarafından yetkilendirilmiş kişiler değillerdir.
Dolayısıyla bir çözüm sürecinin sahibi ya da itici kuvveti olamazlar.
Lakin her süreç, medya aracılığıyla bir çerçeveye oturtulduğundan medyanın sorumlu bir yayıncılık yapması gerekir.
Yankı odası
Küreselleşme, her sahayı olduğu gibi, medyayı da etkiledi. İnternet sayesinde iletişimin küreselleşmesi, ilk önceleri iyimser bir havanın doğmasına sebep oldu.
Buna göre internet, devlet müdahalesinin olmadığı (ya da sınırlı olduğu) ve rasyonel tartışmanın yapılacağı bir mekân olacaktı.
Ne var ki işler beklendiği gibi gitmedi, iyimserlik dağıldı ve bu kez de dozu yüksek bir kötümserlik egemen oldu.
Sosyal medya topluma zarar veriyordu.
Bilgi teknolojileri sayesinde devlet giderek otoriterleşiyordu.
İnsanlar sadece kendileriyle aynı görüşleri paylaşanların seslerini duydukları yankı odasına giriyorlardı.
Diyalog kurmak her zamankinden daha zorlaşıyordu.
Fazla iyimserlik gibi fazla kötümserliğin de gerçeği tahrif eden bir yönü var.
Küresel bağlantıda olma halinin işleri karmaşıklaştırdığı doğru. Çünkü söylenenler anında takipçilere iletiliyor.
Yerel, bölgesel, ulusal ve global düzeyde verilen tepkiler, siyasi liderlerin davranışlarına yön verebiliyor.
Ayrımcı bir ifade, sert bir söz, bağlamından koparılmış bir demeç müzakere alanının kapanmasına ya da daralmasına sebebiyet verebiliyor.
Yalanın maliyeti
Keza sosyal medyada olumsuz işlev görebilir. Yalan haberler ışık hızıyla yayabilir.
Hele bu yalan haberler Trump gibi liderler tarafından paylaşılınca tahribat daha da büyüyebilir. Telafisi mümkün olmayan gelişmeler yaşanabilir.
Yalanın yerine gerçeği geçirmek hem zaman alabilir hem de güç olabilir.
Ya da yalanın yalanlığı ortaya çıktığında iş işten geçmiş olabilir.
Ama bu işin bir sadece bir tarafı, diğer tarafa geçildiğinde küresel bağlantının ve sosyal medyanın, çözüm ve uzlaştırma taraftarlarına alan açma olanağı ihtiva ettiği de görülür.
İnsanlar masalarında bilgisayarlar, ellerindeki telefonlar sayesinde öykülerini paylaşabilirler, yaşam şartlarını, birlikteliklerini ve işbirliklerini bütün dünyaya anlatabilirler.
Misal, Yeni Zelanda’daki terör saldırısından sonra farklı arka planlardan gelen insanların nasıl beraber hareket ettiklerini ve dayanışmalarını gösteren haberler bütün dünyanın ilgisini üzerine çekti.
Bu tür haberlerin çoğalması uzlaşmayı teşvik edebilir.
“Yankı odası” kavramını da fazla abartmamak gerekir.
Evet, insanların çoğunluğu benzer fikirdekileri takip ediyor ama bu kendinden ayrı düşünenlerle karşılaşamadığı anlamına gelmiyor.
Farklı fikirlerin karşılaşması genellikle düşmanca bir atmosferde gerçekleşiyor.
Üslubun saldırganlaşması, kutuplaşma hissini artırıyor ve ayrışmayı hızlandırıyor.
Hatta tartışmanın ayarının kaçması nedeniyle sosyal medya, öteki tarafla konuşulmaması gerektiğine dair bir düşünceyi de körükleyebiliyor.
Ama aynı mecra, sivil etkileşime de, fikirlerin karşılıklı olarak paylaşılıp haber olunmasına da kaynaklık edebilir.
Tartışmaların daha medeni bir şekilde yürütülmesini öngören tedbirler ve mekanizmalar bunu sağlayabilir.
Geleneksel medyanın imtihanı
Colley, araştırmaların, ana akım medyada yapılan deformasyonun sosyal medyada yapılanlardan daha tehlikeli sonuçlar doğurduğunu söyledi.
Çünkü insanlar sosyal medyada sahte ve yalan haberlerle daha fazla karşılaşacaklarını biliyorlar; bu zihni hazırlık onları sosyal medyaya karşı daha müteyakkız kılıyor.
Kendisine daha fazla güvenilmesinden ötürü geleneksel medyanın sorumluluğu da artırıyor.
Yayınlarda titiz davranan, sansasyondan uzak duran ve manipülasyonların önüne geçmeye çalışan bir geleneksel medya sosyal medyaya da ayar verebilir.
Peki, medyanın sebebiyet verdiği zararlar nasıl azaltılabilir?
Bunun sihirli bir reçetesi yok. Yine de birtakım öneriler geliştirilebilir.
Örneğin, mümkün olduğunca şeffaflığı sağlayacak tedbirler alınabilir.
Medya okur-yazarlığı artırılabilir.
Medya mevzuu, örgün eğitim süreçlerine dâhil edilebilir.
Böylelikle bireylerin daha fazla bilgi sahibi olması ve duyarlı davranmaları temin edilebilir.
Magazinleştirilen süreç
Bu teorik arka plan tartışmalarından sonra Türkiye’deki çözüm süreci ile medya ilişkileri konuşuldu.
Medyanın çözüm süreçlerindeki en önemli vazifesi, ne olduğuna ve ne olabileceğine dair gerçekçi fikirler verebilmesidir.
Bu da bilgiyle olur.
Şüphesiz bir süreçte bütün bilgiler meydana dökülmez.
Doğası gereği kapalı kapılar arkasında olması gereken bazı görüşmeler medyaya yansıtılmaz.
Lakin eğer bir sürecin yürütüldüğü halka söylenmişse, bu takdirde hem diğer siyasi partileri hem genel kamuoyunu hem de medyayı düzenli ve yeterli şekilde bilgilendirmek gerekir.
Maalesef Türkiye’de süreç böyle işlemedi. Daha çok iki aktör arasında kaldığından sürece dair iyi bir bilgilendirme düzeneği kurulamadı.
Dolayısıyla medya mensupları da sürecin neleri içerdiğinden ve nasıl yürüyeceğinden haberdar değillerdi.
Elde yeterli bilginin bulunmaması bazı sorunları beraberinde getirdi: Süreç, magazinleştirildi.
Süreci yürütücü olan aktörlere yakın medya organları, kendi mahallelerinin hassasiyetlerine seslenen bir dile başvurdu.
Olan-bitenden ziyade kafalarındaki gerçekliğe uyan bilgi ve haberlere itibar edildi, onlar büyütülüp manşete çekildi.
Doğru medya stratejisi
Medya mensuplarının bir kısmı süreci kişiselleştirdi.
Bir kısmı da iktidara olan karşıtlıklarını süreç karşıtlığına dönüştürdü.
Süreç, “Demokrasi mi barış mı?” gibi zorlama bir tartışmaya kilitlendi.
Sıradan insanların hikâyelerini anlatmadı.
Silahların susması ile oluşan imkânlara ve insanların hayatlarındaki değişime gözlerini kapatmasa da onları görmede pek heveskâr davranmadı, vs.
Ezcümle hem sürecin mimarisinden hem de medyanın kendisinden kaynaklı aksaklıklar ve yanlışlıklar söz konusuydu.
Her çözüm arayışı aynı zamanda bir öğrenme sürecidir.
Başarı olsun veya olmasın her süreçten bazı dersler çıkarılır, herkes o süreçten bir şeyler öğrenir.
Bu meyanda Türkiye’deki çözüm sürecinden alınabilecek en önemli derslerden biri de, sürecin bir medya stratejisine ihtiyaç duyduğuydu.
O nedenle eğer bir daha tekrar aynı veya benzer bir yola girilirse, işe doğru bir medya stratejisinin ihmal etmeden koyulmak gerekir.
İndependent/Türkiyeden Sesler