Hacim olarak Kur’an’ın En küçük, fakat muhteva bakımından oldukça kapsamlı olan, Asr suresi, elimizdeki Mushaf’ta sure sıralamasında 103. sıradadır. Nüzul sırası ise risaletin ilk yıllarına denk düşüyor. Üçüncü ayetin inzal olduğu yıl ise vahyin beşinci yılı olduğu hakkında kaynaklarda bilgi mevcut. Tabi en doğrusunu, doğru bilginin tek kaynağı olan Rabbimiz bilir. Sure kısa ve öz olarak ilk mesajlardan oluşmaktadır. Sure hakkında İslam âlimlerinin oldukça kapsamlı yorumları ve görüşleri olmuştur. Surenin açılımı yapıldığında Kur’an’ın tefsiri niteliğinde olduğunu söyleyen İslam âlimleri olduğu gibi, Rasulullah’ın (as) sahabesi de iki kişi bir araya gelip tekrar ayrılırken mutlaka Asr suresini okurlardı diyen rivayetlerde mevcuttur. Gerçekten de sureyi derinlemesine okuyup incelediğimizde, surenin ilk Müslümanlar tarafından ayrılmadan önce niçin okuduklarını daha iyi anlıyoruz. Allah’a, yakinen iman eden bir topluluğun, birbirlerine hüsranda olduklarını hatırlatmaları ancak bu hüsrandan kurtulmanın bir çıkış yolunun olduğunu ve birbirilerine salih ameli, hakkı ve sabrı tavsiye etmeleri İslam ahlakının zirve yaptığını tüm insanlığa gösterir niteliktedir.
Asr kelimesi Türkçeye genelde zaman olarak çevrilmiş. Bazı âlimler Asr (zaman)dan kastın insanın doğumundan ölümüne kadar yaşadığı zaman dilimini kastettiğini söylüyor. Bazıları ise ikindi vaktini kastettiğini söylemişlerdir. Surenin içeriğine daha uygun olanı ise tüm zamanları kapsıyor sanki. Çünkü insanın yaşadığı ve yaşayacağı her an hüsranla sonuçlanabilir. “Asra yemin ederim ki İnsan gerçekten ziyan içindedir.” (Asr/1-2). Risaletin daha ilk günlerinde/aylarında insanlığın hüsranda olduğunu söyleyen Rabbimizin elbette bir muradı ilahisi vardı. İnsanların içerisinde bulunduğu ve doğru olarak bildikleri, ama yanlış olan kokuşmuş yaşam tarzlarına dikkat çekmek için bundan daha sarsıcı/etkileyici ne söylenebilirdi? Tamamı Allah’a ait olan günlerin, ayların ve yılların yine Allah’a ait olan insan tarafından hoyratça tüketilmesi, aslına bakarsan zulümlerin en büyüğüdür. İnsanın bir ömür boyu sorumsuzca kullandığı zamanı/Asr’ı doğru yönde kullanması için bu ilahi uyarıyı hiç anlamamış olması oldukça vahim. İşin ciddiyetini anlayıp nebilere kulak veren ise her zaman az bir topluluk olmuştur.
İnsanların çoğunluğuna gelince maalesef zaman o kadar israf ediliyor ki, tarifi mümkün değil. Zamana karşı yapılan bu saygısızlık, aymazlık ve israfın dünyada başka bir örneği var mı bilmiyoruz. Oysa dünyada insanın tek sermayesinin zaman olduğunu Fahrettin Razi güzel bir örnekle açıklamış: “Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu: “sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin!… Onun bu sözünü duyunca, bu söz Asr suresinin anlamıdır dedim.” İşte Razi’nin bu güzel tespitinden yola çıkarak diyoruz ki insana verilen ömür (zaman) gerçektende bir buz gibi erimektedir. İnsan bunun ne kadar farkında diye bir soru sorduğumuzda işin rengi değişiyor. Objektiflerimizi vahyin ilk muhatapları olan Mekkeli müşriklere çevirdiğimiz zaman dünyada kendilerinin ebedi kalacağını sanan Mekke’nin ileri gelenleri insanları yönetip yönlendirmeye çalışan şirk inancı ve şirkin önderleri, vahyi ilahi karşısında bir anda inanç ve eylemlerinin bir hiç olduğunu, Allah katında bunun bir değerinin olmadığını ilk defa duymuşlardı. Yeryüzü/Mekke onlara aitti, insanlar onların hizmetine verilmiş birer köle. (Şimdide aynı değişen bir şey yok) Âlemlerin tek sahibi olan Allah, insanlığa şu mesajı veriyordu sanki: “Ey insanlar siz kendinize çok güveniyor, içerisinde bulunduğunuz dünya görüşünüz yani inandığınız değerler icat ettiğiniz kanunlar/yasalar, yeryüzünde putlaştırdığınız, her ne varsa, Allah katında hiçbir değeri yoktur. Doğru sandığınız bu yanlışları terk etmedikçe Allah’ı hayata müdahil kabul etmedikçe ve yüzünüzü/yönünüzü Allah’a dönmediğiniz müddetçe gerçekten hüsrandasınız. Kendi yanlarınızdan uydurduğunuz yaşam biçimlerinin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Gerçekten doğruya ulaşmak istiyorsanız o halde Allah’ın elçisinin getirdiği mesaja kulak verin ve Allah’a tam bir imanla iman edin ki, bu imanınız sayesinde Allah’a karşı kulluk bilincinin farkına varıp Salih amel işleyesiniz, bu salih amelin ardından da birbirilerinize hakkı ve sabrı tavsiye edesiniz.” Daha ilk mesajlarda insanın yanlışlarını hatırlatan ilahi irade ileriki aşamalarda kurtuluş reçetesini ortaya koyarak insana bir çıkış yolu gösteriyor. “…Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirilerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”
Asr kavramını doğru anladığımızda, Allah’a ait olanı (zamanı) emaneten kullandığımızın bilincinde olursak, emanete ihanetin cezasız kalmayacağını içimize sindirirsek surenin üçüncü ayetini anlamak daha kolay diye düşünüyorum. Kullanılan (zaman) ve kullanan (insan) ikisi de Allah’a ait. Bu bilinç üzere hayatımızı yaşamak ve bu bilinç sayesinde bir kişilik inşa etmek istiyorsak sürekli hatırlamamız gereken şey zaman ve insanın Allah’a ait olduğudur. İşte bu bozulmamış fıtrattır. Ortaya konan bu şahitlik eminim ki, insanı Allah’a imana, salih amele, hakka ve sabra götürecektir.
Sureyi bütün olarak açmaya/anlamaya çalışırsak, Allah’ı hakkıyla tanımak yalnız ona kul olmak, dünyevi bağlardan/kaygılardan kurtulup Allah’ın ipine sarılıp, Salih amel işleyip tüm zorluklara göğüs gerip batılın yerine hakkı koymak ve zorluklara karşı sabretmek. Yok, eğer Allah’ın arzında Allah’a ait zamanı ve Allah’a ait her ne varsa (ona ait olmayan hiçbir şey yoktur) yerli yerinde kullanmaz isek zarardayız demektir. Zaten eşyayı ait olduğu yere koymazsak zülüm işlemiş oluruz. Yani kısacası Allah bize şunu söylemek istiyor diye anlıyorum: “Ey insanlar! Rızık korkusundan dolayı hakikati görmezden gelirseniz zarardasınız. Allah’ın ayetlerine kör ve sağır kesilirseniz hüsrandasınız. Size emanet edilen Allah’ın kitabı Kur’an’a sahip çıkmazsanız zarardasınız. Dünya hayatına dalanlarla birlikte dalar toplumsal hayatın İslamlaşmasına çaba göstermeden ve bunun sancısını çekmeden yaşarsanız vallahi zarardasınız. Hakkı ve sabrı insanlara tavsiye etmeden gün geçirirseniz gerçekten hüsrandasınız. Allah’ın ayetlerini küçük bir dünya menfaati karşısında gizlerseniz hüsrandasınız. Kazandıklarınızdan Allah için harcamadıkça yemin olsun ki zarardasınız.” Sohbet ortamlarında Allah’ın ayetleri okununca gözleri nemlenen insanların pratik hayatta malından biraz isteyince ölüm baygınlığı geçirdiğini gören ve bilen Allah tekrar ediyor: “Malınızdan vermedikçe vallahi zarardasınız ve gerçek iyiliğe erişemezsiniz. Çocuklarınızın eğitimi/kariyeri Kur’an’ın eğitiminden ve onun öğrencisi olmaktan daha sevgili ise asra yemin olsun ki zarardasın. Başınıza gelen musibetler karşısında doğruyu söylemek yerine dilinizi eğerek bükerek insanlara galebe gelmeye çalışırsanız gerçekten zarardasınız. İslam ümmetinin birlik olmaları, kardeş olmaları, küfre karşı bir bütünlük sağlamaları için çaba harcamayan her mümin ve müminler kesinlikle zarardadır. Yıllarını Kur’an’ı anlamak için çaba sarf etmiş ama sonunda nefsine yenik düşüp demokrasi gibi batıl birtakım seküler ideolojilerin sundukları dünya cennetine teslim olmuş insanlar, asra yemin olsun ki zarardasınız.”
Kur’an kıssalarını okuduğumuz zaman tüm Resullerin hayatları boyunca tebliğden vazgeçmediklerini görüyoruz. Çünkü onlar için sırat-ı mustakım üzere olmak önemliydi. İslam’ı Allah’ın elçileri gibi anlamaz, anlatmaz ve yaşamaz isek asra and olsun ki zarardayız demektir. Bize düşen Allah ile olmak onun safında nebilerle saf tutmak gerisi teferruattır. İşlerin sonucunu belirleyen yegâne güç Allah’tır.
Sureyi ayrıntılı bir şekilde tefekkür ettiğimizde dikkatimizi çeken bir diğer konu da şu oldu: “Rabbimiz Asr’a yemin ederek, bu yolun uzun soluklu bir yol olduğunu tüm zamanları kapsadığını ilk insandan son insana kadar bu yolculuğun süreceğini ve bu yürüyüş sırasında insanların yarı yoldan geri dönmemeleri için uyarıldıklarını, dönenlerin gerçekten hüsrana uğrayacaklarını bildirmesi söz konusudur.”
Sabredenler elbette ki yolun sonunda hüsrandan kurtulacak olanlardır. Rabbimiz iman eden, Salih amel işleyen ve birbirilerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler kurtulmuşlardır buyurduğuna göre, biz müminlere düşen zorluklara göğüs gerip sabretmektir. Bu hüsrandan kurtulmak için yeniden topluca Allah’ın ipine sarılalım ve kurtuluşa koşalım. Rabbimizin yemin ettiği hüsranın (geçici olanın) o yalancı cennetinin çekim alanından hızla çıkıp kendimizi selam yurduna götürecek, yukarıda bahsettiğimiz dört özelliğe koşalım. Yarışacaksak orada yarışalım. Yakinen iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye. Bu kavramlar et ve tırnak gibidir. Gerçekten de Kur’an’ın özeti niteliğindedir. Ve hayatın tamamını kuşatır. Dikkat edersek ilk iki ayette insanlık zarardadır diye yemin eden Rabbimiz önce insanın yaratılmış olarak herhangi bir doğru belirleme yetkisini elinden almış oluyor. İnsanların atalarından, tarihinden aldıkları doğrular Allah katında hiçbir değere sahip olmayabiliyor. Ancak Allah’a teslim kavimler/nesiller onun elçilerinin gösterdiği yolda insanlara rehberlik/kılavuzluk edebilirler. Aksi takdirde uydurulmuş inançların/hurafelerin Allah katında bir değeri yoktur. Bu geçmişte de böyleydi gelecekte de böyle olacak.
Selam ve dua ile.