Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi, AB uyum yasaları çerçevesinde zinanın suç olmaktan çıkarılması ve eşcinselliğin dernekleşmesi sürecinin son adımı olarak başımıza bela edilmiş bir Batılılaşma projesidir.
Bu proje, Siyonizm’in en sinsi projelerinden birisidir. Çünkü bu proje ABD Büyükelçiliği, Avrupa Birliği, Ford Vakfı, Rockefeller Vakfı, Soros Vakfı gibi uluslararası Siyonist kuruluşlar tarafından desteklenmektedir.
“Yeniden yazmaya var mısın?” sloganıyla kadın erkek rollerinin yeniden yazılmasını hedefleyen, 2 yıl boyunca pilot uygulama olarak 10 ilde, 40 okulda yürütülmüş, 57.000 öğrenciye ulaşmış bu proje, British Council ve AB tarafından finanse edilen, Batı kaynaklı, tam bir ekini ve nesli bozma, kadını kadınlıktan, erkeği de erkeklikten çıkararak fıtrata müdahale etme projesidir.
Bu projenin savunucularına göre aile demek şiddet demektir. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği savunucuları aileyi, kadına ve çocuğa şiddetin üretildiği tehlikeli bir mekân olarak gösterip, özellikle aile ve şiddet kavramlarının birlikte kullanıldığı reklâmlar, görseller, paneller ve tanıtımlarla evliliği ve yuva kurmayı gençlere büyük bir risk ve tehlike olarak sunmaktadırlar. Bu algı, manipülasyon ve çarpıtmalarla yapılmak istenen ya aile kurulmasının önüne geçmek ya da zihinsel alt yapıyı oluşturarak kurulan ailelerin en kısa süre de yıkılmasını sağlamaktır.
Bu proje bir toplumsal cinnet projesidir. Çünkü bu toplumsal cinnet projesinin uygulandığı ülkelerden İsveç’te 2011 yılında evliliklerin yaklaşık yarısı boşanmayla sonuçlanmış, her yıl yaklaşık 150 bin kadın da şiddete maruz kalmıştır. İzlanda’da toplumun yüzde 32’si ya hiç evlenmemiş ya da boşanmıştır. 1960’da evlilik dışı doğum oranı yüzde 25 iken 2011’de doğan çocukların yüzde 65’i evlilik dışıdır. Kadınların yüzde 42’si herhangi bir erkekten şiddete maruz kalmıştır. Aynı projenin uygulandığı Norveç’in başkenti Oslo’da insanların yaklaşık yüzde 50’si tek başına yaşamaktadır.
Bu proje anneliği, eşliği ve ev hanımlığını yok etmek üzere tasarlanmış bir projedir. Çünkü projenin savunucuları, eşitlik ve özgürlük gibi algılarla ev hanımlığını ve anneliği tahammül edilmesi güç bir durum ve kadının özgürlük alanını kısıtlayan, geleneklerin ve dinin kadının sırtına yüklediği bir angarya gibi sunmaktadırlar.
Evlenmeden (sperm bankaları), doğurmadan (yapay rahim) ve emzirmeden (süt bankaları) mümkün olabilecek bir “anneliğin” imkânları var edilmeye çalışılmaktadır. Hatta bugün yumurta bankalarının da devreye girmesiyle “erkek” ve “kadına” ihtiyaç duyulmadan çocuk üretimi çalışmaları yapılmaktadır.
Bu proje, iffet ve namus kavramlarını kökünden kazımaya yönelik bir projedir. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği savunucuları namus kavramını ataerkil bir kavram olarak ele almaktadır. Buna göre namus kavramı kadının erkek tarafından kontrol edilmesini sağlayan; ayrımcılık ve şiddet üreten bir kavram olarak ifade edilmektedir. Bu yüzden kadın hareketlerinin talepleriyle TCK’dan edep, ırz, namus, hayâ gibi kavramlar çıkarılmıştır.
Bu proje, bir fıtrata müdahale projesidir. Çünkü bu projenin savunucuları biyolojik cinsiyetten farklı olarak LGBTİ gibi sapkınlıkları da toplumun nazarında farklı cinsel yönelimler olarak sıradanlaştırarak, normalleştirerek ve makul hale getirerek topluma sunmaktadırlar.
Hakkında sayfalar dolusu yazabileceğimiz bu projeye karşı teyakkuz halinde olmak her Müslüman’ın, her ilim adamının, her STK’nın, her alnı secdeli yöneticinin ve her Müslüman bürokratın üzerindeki en büyük görevlerdendir.
Burada çalışmalarını özetlemeye çalıştığım Dr. Mücahit Gültekin Bey’e ve http://www.aileakademisi.org/ ekibine teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun. Konu hakkında daha geniş bilgi için ilgili linke başvurabilirsiniz.