Türkiye’nin en büyük meselelerinden biri, belki de birincisi A olmak isteyenlerin A olmak istemesidir. A’yı koruma kanunu olduğu gibi keşke kendini A’ya benzetememe kanunu da çıkarılsa. Yüzyıl boyunca aralıksız yüceltilen tek varlığın A olmasından mıdır nedir, bu hâl asırlık propagandaya maruz kalan toplumun tamamı için taşınmaz ağırlıkta bir ruhsal maliyet çıkardı. O maliyet bu ülkede, bu memlekette bir şey olma potansiyeli olan ve bir şey olmak isteyen hemen herkesin A olmak istemesi. Tarih dere tepe aktı süzüldü coştu taştı da ne Sezarlar ne şahlar ne padişahlar döneminde böyle bir şey yaşandı. Hiçbir kavim, kabile böyle bir felaket yaşamadı.
A olamayacaksam başka bir şey de olmayayım diye kimsenin kendi ya da başka biri olmak istememesi ne garip bir murat. Bu ülkede var olmak, değerlenmek, takdir edilmek, kalıcı olmak, hürmet görmek isteyen muktedir, muhalif, mütegallibe, mazlum, parti, dernek, sendika sınıf başkanı, okul müdürü, umum müdür, meclis başkanı, bakan, başbakan hemen herkes günün sonunda neden A olmak istiyor? Bu önlenemez duygu, yaşanan kaht-ı ricalin sebebi midir, sonucu mudur? Nasıl çıkılacaksa bu tünelden acilen çıkılması lazım ama çıkış kapısı da A olmak isteyenlerin A olamayışı nedeniyle kapalı görünüyor. Memleketin aklı, ruhu üzerindeki bu ağır tehdidi senelerdir sezinlerdim ama ifade etmeye, yazmaya dilim varmazdı. Bütün etnik, dinî, ideolojik, politik unsurlarıyla bu memlekette bir adım öne, bir basamak yukarıya geçen herkes neden A olmak istiyor? Yalnız meşru yolda yürüyen değil gayrimeşru, illegal yoldan yürüyeni bile A olmak istiyor. Neden?
Yakın zamanda mühim vazifelerden birine getirilen bir zattan bir ömür içinde sakladığı bu şiddetli arzusunu bizzat işitince içimden ‘eyvah’ dedim ama ne fayda. Müşarunileyh dinleme cihazlarından sakınmak istercesine sesini kısarak ama gözleri parlayarak hemşehrilerinin kendisini ‘İkinci M olarak” yani A olarak gördüklerini bana söyleyince zihnimde dönüp duran düşünce bir kez daha ete kemiğe büründü. Bizim mahallenin bir kanaat önderi ve siyasi figürü dahi bu noktaya geldiyse demek bu ölümcül hastalıktan kimse muaf ve müstağni değil. Bir sır gibi fısıltıyla bana tevdi edilen bu trajik gerçekliğin övünçle itirafı karşısında yutkunmuş, hiçbir şey diyememiştim. Yanı başınızdaki biri vakıa A olmak istiyorsa yapabileceğiniz hiçbir şey olmuyor. Bu hâlin bu kadar yakınımıza geldiğini bilmiyordum. Herkesin ukdesinin, rüyasının A olmak olabileceği aklıma gelse bile bunu kimseye konduramazdım.
İşaret parmağını, ses tonunu, cümle yapısını, hitabet tekniğini, kelime seçimini, vurgularını onun gibi yapan ve onun vecizelerinin arasına kendini katmaya çalışarak A’nın omuz hizasında, gölgesinde, ona bürünerek o görünmeye, onun gibi olmaya gayret eden nice adamlar gördüm, tanıdım. Dolgu maddesi, ara elemanların bile nasıl şiddetli arzularla A olmaya can attıklarını yahut A olarak atanabilmeyi umut ettiklerini çok kereler gördüm. Yanı başımızdaki taburede otururken sizden sıkıldım, sizinle zaman kaybetmemeliyim, ben buradan, bu hep muhalif tabureden gidiyorum, ben A olacağım diyenler bile oldu. Sadece A çizgisinde olanlarda değil tam karşısında olanlarda da zıddına inkılap etmek, kendini ret ve inkâr ederek A olmak istemek artık yadırganmıyor. Bahse konu soruna kaynaklık eden insanların yekûnu ve mevkileri sorunun büyüklüğünü, kalıcılığını, toplumsal ruh hâli üzerindeki ağır baskısını yansıttığı gibi gelecek için de memleketin muhayyilesini, ufkunu, rüyalarını tehdit ediyor.
Mutlak Güce Erişmek, Yani A Olmak…
A olmak isteyenler bir muhite, zümreye, sınıfa, bir politik cepheye, örgüte, mezhebe, cemaate mensup değil; siyasetten diyanete, sendikadan derneğe, okuldan çarşıya, meclisten fakülteye, örgütten partiye her yerdeler. İddia taşıyan, her çevreden, her etnisiteden, çevreden insanların yegâne arzu, ideal ve rüyaları gücü ele geçirip mutlak güce erişmek, yani A olmak. Mümkünse belki bir gün “Ordular ilk hedefiniz şurası” demek. Mümkünse belki bir gün tebeşirle tahtaya bir şeyler yazmak, mümkünse kendi ay güneş dil tarih düşünce tezini, takriri sükûnunu, istiklal mahkemesini, harf ve kelime ve ıstılah devrimini dikte ettirmek, mümkünse bir gün işaret parmağını sallayarak “İhtimal ki bazı kelleler gidebilir” demek ve mümkünse bazı kelleleri almak.
Bu insanlar kendiliğinden mi yoksa toplumun yeni güçlü kudretli bir A olsa da peşinden gitsek diye bir talebi olduğunu tespit etmişler de bu talebe cevap vermek için mi A olmak istiyorlar, yoksa başka sebepleri, başka itikadî, kültürel, sosyal, siyasal gerekçeleri mi var? Var olmak, kıymetlenmek için bu kadar şiddetli arzularla A olmak istemeyi ve ondan başka bir şey olmak istememeyi ayrı ayrı anlamak gerekiyor ama nasıl? Bu bilinçaltı pagan bir inanç mı, bu mistik bir reenkarne olma hâli mi, bu bir kader mi, bir seçim mi, bir zorunluluk mu? İnsan neden bir başkası olmak ister? Bu soruya psikiyatrlar mı cevap verecek, ruhbanlar mı, kim cevap verecek?
Bir başkası olmak kendi olmaktan zor olduğu hâlde A olmak isteyen bu insanlar bu arzularına verdikleri emeği neden kendileri olmaya harcamıyorlar? Bazısına yakından bakıyorum, bazısını yakından tanıyorum, bu insanlar öyle ehliyetsiz, liyakatsiz, niteliksiz vasıfsız değiller. Aksine çoğu kendilerini ispatlamış, toplumsal güven ve saygınlık edinmiş, eğitilmiş insanlar. Yani demem o ki başka bir şey olmamış değiller ki başkası olmak istemeye mecbur kalsınlar. Başka toplumların, ülkelerin, milletlerin de insan kaynaklarını, beyin hücrelerini, nöronlarını heba eden böyle kara delikleri var mıdır bilmiyorum. Mesela Almanya’da, İtalya’da, Rusya’da, Mısır’da, Hindistan’da, Çin’de? Toplumun akıl sağlığını tehdit eden bu kadar canlı, diri, ürpertici bir pagan heyulaya başka bir ülkede hayat hakkı verildiğini sanmıyorum. Toplumun enerjisini, iliğini, duygu ve düşüncesini emen bu sorunun ülkenin ufkunu karartacak boyutlara vardığını biri bu topluma söylemeli ama kim söyleyecek?
Bilim insanı da siyaset erbabı da STK başkanı da cemaat önderi de yazar da şair de vaiz de hâkim de mahkûm da gardiyan da herkes o olmak, yani A olmak istiyor. A karşıtlığının ekmeğini yedikten sonra A’cı bile olmadan A olmak isteyenlerin durumu en tuhafı. Daha garip ve anlaşılmaz olan A olmak isteyenlerin en hazzetmediği insan tipinin diğer A olmak isteyenler oluşu. Bu tipleme yekdiğerine öyle diş biliyor ki ötekinin kendisine gelecek müjdeyi çalma ihtimali varmış gibi onu bir kaşık suda boğmak, linç etmek istiyor.
Hayatın her yerinde, belediye otobüsü direksiyonunda, mezuniyet töreninde, mal müdürleri, müftüler, tapu sicil muhafızları atama merasiminde, AVM açılışında, Cumhuriyet mitinginde, seçim şöleninde, siyaset meydanında hemen fark edersiniz A olmaya can atan okul birincilerini, müdürleri, başkanları, siyaset esnafını, belediye başkanını, kaymakamı, emniyet müdürünü, mühendisi, öğretmeni. Nasıl oluyorsa oluyor. Eğitimle mi, şartlandırmayla mı ezoterik telkinlerle mi, sürekli tekrarla mı sağlanıyor bu beyin yıkama edimi, -evet edimi- bilmiyorum. Memleketimizde böyle yerli-milli bir sorun olduğu, bu sorunun diğer sorunlarımızı kördüğüm ettiği, kendi kendimizi aşamadığımız, ergenliğin ilk evresinden ileri gidemediğimiz, en zeki evlatlarımızın erkenden reenkarne olduklarını ve bir daha eve dönmediklerini, bu kara büyü üstümüzden kalkmadıkça hiçbir grubun kesimin kanayan yaramıza merhem olamayacağını bir mahir kimse nasıl anlatır bilmiyorum ama A olmak isteyenler için ivedilikle eski Verem Savaş Derneği gibi bir derneğin kurulması şart. Kendilerinde başka türlü var olma ihtimali görmeyenler o delilik suyundan içip kestirmeden bu kült kahramana hulûl ederek o olmaya, değilse ondan bir cüz olmaya çalışıyorlar.
A Olma İdeali
A olma ideali insana nasıl yerleşir? Hiçbir eskatoloji, mitoloji, büyücü, kâhin, mistik yorumcu, toplumbilimci bunu açıklayamaz. Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik gibi İbrahimî dinlerle de Budizm, Şamanizm, Şintoizm gibi doğu inanışlarla da, İstidraç, İsrailiyat, Mesihçi anlayış, Reenkarnasyon ya da modern ideolojilerle de bu ruh hâli izah edilemez. İnsan neden A olmak ister? Bu bir imkân mıdır, zaaf mıdır? Böyle bir düşünce insan zihnini nasıl istila eder? Bu işin sırrı ne? Hangi temel eğitim, ideolojik şartlandırma, müfredat, kültür bunu mümkün kılar? Bu insanlardan biri neden Enver, Cemal, İsmet, Kâzım, Celal, Adnan, Halide, Şinasi, Akif olmak istemez de sağdan soldan hepsi bir sabah uyandığında A olmak ister. Bu ideale ermeyi kolay olarak gördüklerinden mi, zor olduğu için mi onda bedenlenmek, temessül etmek isterler? Bu bir inanç mı, bir fikir mi, bir ruh hâli midir? Bu hâlin adı hulûl mü, tenasuh mu, reenkarnasyon mu, şizofreni mi ne? Her dönüm noktasında, her tarihi kavşakta yeniden harlanan bu histerik ruh göçü neyin nesidir? Ölümsüz kahraman mı olmak istiyor bu insanlar? “Efendiler” diye toplumu bir yere mi sevk etmek istiyorlar? Eskiyi devirmek, yeniyi inşa etmek mi, ne istiyorlar? Harp mi yönetmek istiyorlar sulh mü? Zafer mi kazanmak, devrim mi yapmak, tarihe mühür vurmak mı istiyorlar? Yaşarken abideleşmek, anıtlaşmak, efsaneleşmek mi istiyorlar, ne istiyorlar?
A imgesine bürünerek gelecek zamanlara kalmak, onun simgesel duruşlarıyla özdeşleşmek istiyorlar ama vakıa muratlarına erseler, o olsalar ne olacak? Tarihe kabartma harflerle yazılmak için tarihi önemi haiz işler yapmak gerektiğini bilmez mi insan? Bu insanlar tarihten mi coğrafyadan mı, toplumdan mı alacaklı görüyorlar kendilerini? Varlıklarıyla kaderin çemberini tersine çevirdiklerini mi düşünüyorlar ki bugünden tarihe nakşedilmek, mumyalanmak, heykelleşmek istiyorlar?
Güç ve kudret isteyen bu insanların bazısını 23 Nisan kürsülerinden beri hayat bize gösterdi. Minberde, mektepte, kışlada, ekranda her yerde görüldü onlar. Bir çocukluk ukdesi midir, bilinçaltına işlenmiş bir rüya mıdır, uyuyan pagan bir inanışın deprenişi midir, nedir bu istek? Güç itibar, kalıcılık, mumyalanmak isteyen niye bir tarihsel figürün imgesine eklemlenmek, neden o olmak ister? Memleketin iltifat, övgü, ululama, takdir, hürmet, saygı, hayranlık rezervinin tamamı A’ya verildiğinden mi kişi o olmadan, ona eklemlenmeden bir değer kazanamayacağını, takdir edilmeyeceğini düşünür ki o olmak ister? Memleketin solcusu, sağcısı, muhafazakârı, ırkçısı, dincisi, seküleri, muktediri, muhalifi, okumuşu okumamışı neden aynı A olma arzusuyla yanar tutuşur?
Yalnız o olabilirlerse mi tarihe kalacaklarını, zamanı aşacaklarını düşünürler? Biri olmak istemek esasen kendini ret ve inkâr değil midir? Daha derinde, en derinde, yıkıcı bir hiçlik, bir benlik reddi, bir değersizlik duygusu mu buna sebep oluyor, ne oluyor? Yoksa bu A herkesin ardına saklandığı ortak bir maske mi? Bir ölümsüzlük arzusu mudur, ölümsüzlük iksiri midir, nedir? Türkiye’nin muhayyilesi bir şey olmak isteyen insanları A olmak istemeye niye mecbur ediyor? Hangi düşünce, inanç, ideolojik evrelerden geçince buraya varılıyor? Bu yolla kendilerini kurban mı ediyorlar; bu yolla, yani A olarak hiçlikten mi kurtuluyorlar?
Fransızlar De Gaulle, İngilizler Churchill, Almanlar Führer, İtalyanlar Duçe, Ruslar Stalin, Araplar Nasır, Hintler Gandi olmak istemiyor da bizde neden bu kadar A olmak isteyen insan var? Bu nasıl bir ihtiyaç, nasıl bir duygu, düşünce, dil, dilemma, bu nasıl bir dilsizlik? Enis Behiç, Orhan Şaik, Cahit Sıtkı, Ceyhun Atuf, Hasan Âli, Mithat Cemal, Faruk Nafiz, Behçet Kemal, Cahit Külebi gibi “Yüce Şehsuvar”, “Şimşek çağlayanı”, “En yüce başkan” gibi insanüstü sıfatlarla A’yı ululayan, hatta “Yoktan var edici” tanrı katına çıkaran insanları şairden saymaz, kınardık. Oysa onlar bile A’da bu kadar bedenlenmek, erimek, yok olarak var olmak istemedi. Zamanımızda iyice tuhaf bir inanışa/itikada evirilen bu duruma göre onun reenkarne olmasını isteyen toplum bir yandan kurtarıcısını sayıklarken bir yandan da bu A olmak isteyen insanları omzunda yükseltecek.
İşte tam bu çizgi üzerinden gelen çok sayıda insan belki de tam ideallerine erecekken gözümüzün önünde telef oldular, zayi oldular, çöp oldular. Akılları düştü, ruhları döküldü, gülünç oldular. Saygın bir sosyal statü edindiler ama yer yurt, itibar, hayal, haya, inanç ve özgürlüklerini kaybettiler. Çok sayıda toplumsal hareket, cemaat, örgüt, grup, akım ve öncü bu akıldışı tutkuyla başlarını giyotine uzattılar. A olmak için heba olanlara bu sevdadan vazgeçin demek gerekiyor ama bu cinnet hâlindeki insanlar söz dinleyecek durumda değiller. Hepsinin kulakları kendi sesleriyle öyle dolu ki iyi ya da kötü karşılıklı bir cümle kurmak imkânsız. 90 milyona yakın insanın yaşadığı koca bir ülkenin idrak düzeyinin benzerlik kurulacak, izi sürülecek başka bir metafor üretemeyişinin nasıl bir mahrumiyet ve yoksunluk olduğu anlatılamaz, yazılamaz.
İnsanın köküne, dalına, meyvesine yürüyüşüne baka baka benim de tükendi nakdi ömrüm. Bu A olmak isteyen insanlar uzağımızdaydı eskiden şimdi çok yakınımızdalar. Büyümek, serpilmek, yükselmek ve A olmak istiyorlar. Belki yeni bir Batınî akımdır, belki Türkiye’ye giydirilen deli gömleğinin, içirilen delilik suyunun başarısıdır. Bir toplumun akil adamlarının ruh göçüne kendilerini bu kadar bırakması büyük bir sorundur diyorum ama belki de değildir. Bu hâle, bu kendinden geçmiş ve A olmak isteyen insanlara bu zamanın uzman hekimleri elbet ‘cinlenmiş yahut çoklu kişilik bozukluğuna uğramış’ demezler. Kendilerine de mahpushane, tımarhane yolu açılacağından o gerçeği adları gibi bilseler de söylemezler. Çünkü A olmak isteyen hasta sayısı kadar da A olmak isteyen hekim, hâkim, mahkûm var memlekette.
Çok yaşayınca insan çok görüyor. Çiğnenmedik değer, tepelenmedik imge, horlanmadık mazmun kalmadı. Törenlerde, ritüellerde, mekteplerde, kurumlarda yediden yetmişe, tavandan tabana aklını peynir ekmekle yiyor memleket. Yazık. Gün gün cinleniyor toplum. Bir histeri, bir cinnet hâli, bir toplu delilik bu. Yarasına saplanan insanlar zıddına inkılap ediyor. Travmasına mı demeli bilemedim. Düştüğü yerden doğrulacağına düştüğü yerde, çıktığı basamakta, kürsüde taşlaşıyor. Burada büyüyemiyor insanlar. Bu incinmiş, horlanmış, sakatlanmış, kimliklerini düşürmüş insanlar büyümek, ergin olmak, erişkin olmak, yetişkin olmak arzularını belki de A olmak isteyerek ifade ediyorlar.
Bu kendi kuyruğunu ısıran yılandan, bu büyüden nasıl kurtulacak toplum? Bir çare bulunsa artık, bir çare…
Perspektif / Mustafa Şahin