Önce hatun vardı. Hatun, evli kadın için kullanılan bir kavram. Kocanın karısına hitabıydı. Elbette sadece koca hatun demezdi. Yabancılar da hatun derdi. Avrat kelimesi de var tabii. Avrat da evlenilen kadındır. At, avrat, silah. Türk erkeğini tamamlayan tarihi anlamlar bunlar.
Hatun isminde, bir otorite tını vardır. Güçlü, evirip çeviren ve nev-i şahsına münhasır bir kadın. Hatun, bir mesafedir. Erkekten ayrı ve farklı olmayı anlatır. Kadını kadınla tanımlayan bir anlam. Kadını erkek üzerinden giderek ve ona bağımlı kılarak üretilen bir anlam değil bu.
Hatun bir anlama sahip. Rengi ve kokusu var. Mutlaka tarihsel ve kültürel çağrışımlarla doludur. Hatta oldukça da renklidir. Hatun, özerk bir varlıktır. Hatun, hayata karşı aktiftir. Tarladadır, savaştadır, bahçededir, ocaktadır. Hatun sınırlanmaz bir hayatın hareketliliğiyle vardır.
Hatun geleneğin ve kadim kültürün tecrübelerini kapsar. Bu büyük geleneğin masallarında, destanlarında, menkıbelerinde, divanlarında, şiirlerinde vardır. Hatun Leyla ve Mecnun, Ferhat ve Şirin, Kerem ve Aslı gibi ölümsüz hikayelerin içindedir. Ölümsüz aşkların ruhundadır.
Hatun, uğrunda savaşılan, ülke fethedilen, cenge çıkılan ve taht terk edilen varlıktır.
Hatun var taht yıkar, hatun var taht getirir.
Hatun, imparatorluklar kaderinde kaderleri pişen kadınlardır. Yaylarda koyunlar güden, çarşılarda alış veriş yapan, avrat pazarlarında el ürünleri satan, göç anlarında evi sırtında taşıyandır.
Hatun, annedir.
Anadır. Avrattır.
Hatun, namustur. Temiz ve masumdur. Evin üzerinde kurulduğu normdur. Ocağı tütendir. Çocuk doğuran annedir. Aşktır.
Hatuna uzanan el, namusa göz dikmektir. Ocağı söndürmektir. Anneye saygısızlıktır. Hatun paradigmasında erkek “namusu için yaşar”. Onu korumak ocağı korumaktır. Evin üzerinde inşaa olduğu anlamı korumaktır.
Eş, renksiz bir kelime. Ne kokusu var ne de tadı. Dişi mi, erkek mi belli değil. Böçek de eştir, bitki de. Eş, modern zamanlarda doğdu. Bu zamanın tarihini taşır sırtında. Bu dönemin hikayesini anlatır. Eş ne destanlarda geçer, ne menkıbelerde ne de divanlarda. Onun için aşk türküleri de yakılmadı. Sonsuz aşk öznesi değildir. Çünkü eş, sonsuz aşk nesnesi olabilecek bütün mitik boyutlardan kopmuştur. Metafiziği de yok. Tanrının ölmesi ile beraber Hatun da öldü. Bunun yerine eş doğdu. Artık o metafiziği olmayan dişidir.
Eş, sanayinin kadınıdır. İşçidir, öğretmendir, doktordur, hizmetçidir. Anne olmak rüyasını kaybetmiştir. Kocasından daha fazla işine ve patronuna bağlıdır. Çünkü onu var eden maddi ilişkiler bu metafizikten yoksun fizik dünyasıdır.
Eş, sinema ve televizyonun anlatımında yer bulur. Fiziksel görünüm öne çıkar. O nedenle güzellik artık bütün muhayyilesini kaybetmiştir. Göstergedir. Nesneldir. Sık sık bu görüntüyle bütünleşen güzellikten sıkılınca artık değiştirilir. Güzellik, plastiktir.
Eş, namusu da ocağı da evi de geride bırakmıştır. Kadınların kaderinde hatundan eşe dönüşün acayiplikleridir bu. Ev can sıkıntısının yeridir. O nedenle oteller çoğalır. Bir oteller çağının kadınıdır eş. Tatillerde, hafta sonlarında, yolculuklarda hep hiç kimsenin olmayan bu evlerde kalınır. Aslında ev de bir oteldir. Belli saatlerde yatılan, yenilip içilen yerdir. Makinaların otelleridir evler. Makinaları almak için fabrikalarda ömür tüketen eşlerin bu yeni otelleri, fiziki konfor sağlar.
Hatunun sona ermesiyle dünyaya gelen eşler, artık ne Leyla ne, Aslı ne de Şirin’dir.
Yeni Şafak / Ergün Yıldırım