Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise
Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e
Ne bu mısraların sahibi Hoca Tahsin Efendi’yi bilen var ve ne de Paris onun gördüğü batı hayranlığımıza mekân hatta makarr olan yüz elli yıl önceki Paris!
Mehmed Âkif, İstiklâl Marşı’nda çok açık ve net olarak belirtmişti, belirtmesine de o zaman savaş baskısı altında bulunan “batıcı”lar seslerini çıkaracak durumda değildiler. “Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar” gibi hoşlarına gitmeyen ibareler de ihtiva eden İstiklâl Marşı’nı alkışlarla kabul ettiler! O sıralar hayran oldukları “Batı medeniyeti” ülkelerine fiilen kast etmiş bulunuyordu çünkü. Lozan’la birlikte her şey ters yüz edildi, Mehmed Âkif’in kısmeti de gönüllü sürgün oldu!
Türkiye’nin yönetici elitinin Batı medeniyetine muhabbeti, çok kökten değişim ve dönüşümlere yol açtı, bu cebri değişim ve dönüşümler doksanıncı yılını geride bıraktı. Öyle bir devre geldik ki, aydınlanmacı Batı medeniyetinin eleştirisi, Mehmed Âkif gibi bizden kişilerin işi olmaktan çıktı.
***
Alev Alatlı Vietnam Savaşı sırasında ABD’dedir. O sıralar bu ülkede insanlık ve demokrasi adına çok ciddi hareketler gözlenmektedir, zamanımızda ise Batı demokrasileri ahlâkî iddiaları konusunda bitkin düşüp, havlu atmışlardır. Alev hanım, bu sıkışık anda Batı yerine “Kuzey”e bakar ve orada Soljenitsin’i görür. Bir zamanlar Sovyet diktasına mukavemet etmiş bu bilge kişi, şimdi dünyayı bu hale getirdiği kesin olarak ortaya çıkan “aydınlanmacılık” felsefesine karşı hür bir zihindir. Aydınlanmacıların “mantığın, cehaleti, bâtıl inançları, despotizmi yenmeye ve daha iyi bir dünya kurmaya yeteceği” iddiaları boşa çıkmıştır. Mutlak doğruyu kabul etmeyen aydınlanmacılık, ahlâkî değeri de kültürel seçimimizden ibaret görür ve bu durumda “Ölü insan etini ziyan edecekleri yerde yiyen Brezilyalı yamyamların, hasımlarını baskı altında tutan Avrupalılardan daha ahlâksız olduğunu söylemeye” hakkımız kalmaz!
Soljenitsin’in işaret ettiği şekilde, Aydınlanma ruhu “cinayet”i bile “kültürel değerdir” diye geçiştirebilir. Ne geride bıraktığımız yirminci yüzyıl ne de içinde olduğumuz şimdiki yıllar, daha iyi bir dünya kurma hususunda Fransız aydınlanmacılığını haklı çıkarmıştır.
Dünyanın bugünkü ahvalinden, doğulular, müslümanlar ve İslâm ülkelerinde batılı muhtevada iktidar olan liderler ne ölçüde sorumlu olabilir? Zamanımızda yeryüzünde doğudan batıya “aydınlanmacılık ruhu”nun hâkim olmadığı hangi arz parçası kaldı ki? İslâm dünyasının görünür liderleri Türkiye standartlarına göre yeterince batıcı ve laik değil midir? Güçleri yettiği zaman aydınlanma felsefesinin ülkelerindeki zorba ajanları olmamışlar mıdır?
***
Batı dışındaki aydınlanmacıların en büyük problemi, batıdaki güce denk bir güce sahip olamamaları. Mesela Saddam eğer Batılı aydınlanmacıların gücüne sahip olsa idi, Kuveyt’i Irak sınırlarına katar ve buna kimse sesini çıkaramazdı! Saddam, ister istemez doğu dünyasında çok görülen gücü bütünüyle elinde bulunduramayan nâkıs bir aydınlanmacı…
Aydınlanmacılık, dine karşı, en azından “laik” bir harekettir. Laiklik, batının çözümü olarak doğuya dayatıldı. Türkiye bu dayatmaya en fazla maruz kalan ülkelerden biri. Türkiye’nin mahalli aydınlanmacı önderleri laikliği batıdakinden farklı yorumladılar ve devletin din üzerinde kontrolünü laiklik olarak uyguladılar. Türkiye gibi ülkelerde aydınlanmacılar, ancak içe, kendi halklarına güç yetirebiliyorlar. Dışa karşı ise boyunları kıldan ince oluyor. Halklarını baskı altında tutan yerli (!) aydınlanmacılar, dışarıdan gelen baskılara karşı da elbette boyun eğici oluyorlar. Boyun eğici olmadıkları zamanlarda ise, ortaya Saddamvari örnekler çıkıyor!
Batı medeniyeti tasavvurumuzun çökmesi, Mehmed Âkif’in 88 yıl önce söylediklerinin kulağa küpe olacak kadar hakikat olması, gerçekten düşünen aydınlanmacılarımızı da intibaha getirir mi? İhtimaldir padişahım, belki derya tutuşa!
Karar / D. Mehmet Doğan