PEYGAMBERLE GÖRÜŞMELERİ
Sufizmin önderleri gavsların kitapları kendilerine özel olduğu gibi, peygamber algıları da farklıdır. Kur’an’ı diğer inananlar gibi zahiri manası ile kabul etmez, her biri kendine göre batını anlamlar çıkarır ve takipçilerini de ona inandırırlar. Onlar için bir önceki bölümde gördüğümüz gibi kendilerine “verilen” kitap esastır. Aynen bunun gibi peygamber konusundaki inanışları da Müslümanlarla aynı değildir. Onlara Kur’an’ın tanıttığı Peygamber yetmez. Çünkü onun tanıttığı “insan peygamber” sufiye yavan gelir.
Ölümlü, kendiliğinden hüküm vermeyen, üstünlük iddiasında bulunmayan, Kur’an’ın dili ile “ben de sizin gibi bir insanım” diyen, kendine değil, Allah’ın dinine davet eden, yine Kur’an’ın dili ile “ben ancak bana vahyedilene uyuyorum” diyen bir insan-peygamber. Geldi, görevini yaptı, “tebliğ ettim mi?” diye ashabına üç kez sorup “evet” cevabını alınca “şahit ol Yarab!” diyecek kısa bir süre sonra da öldü ve Rabbine gitti. Herkes gibi kıyametle dirilip Allah’ın huzuruna çıkacak bir fani.!
Böyle bir peygamber anlayışı gavs hazretlerinin önünde engeldir. O insanüstü olmalı, hayatı daha doğumdan önce başlayan mucizelerle dolu olmalı.. Nuri Muhammedi hakikati ile ölümsüz biri olarak tanınmalı ki, arkasından keramet kapıları açılsın.. o kapılardan da gavslar ilerlesin.
Kur’an’ın tanıttığı Peygamber yeterli gelmeyeceği gibi, onlar için sahih olduğu düşünülen hadislere de itibar olmaz. Hadis diye sarılacak oldukları daha çok Peygambere atfedilen hikaye türü şeylerdir. Onlar hadislerin senetlerine de itibar etmezler. Çünkü, dilediklerinde Peygamberle görüşür ve sorarlar “bu söz sana mı ait?” diye.
Peygamberle görüşmeleri sadece hadisler konusunda değildir, diledikleri konuyu sorar ve aldıkları cevaba göre hareket ederler. Daha doğrusu öyle yaptıklarını söyler ve müritlerine bilgi ve emirler verirler.
Gavslar Peygamberle Nasıl Görüşürler?
Onların Peygamberle görüşmeleri rüya ile olduğu gibi cismen olabilir. Rüya yada bizatihi görüşerek aldıkları bilgiler “tartışılmaz” olarak kabul görür.Hem de huşu içinde.. Ne de olsa görüştükleri Peygamberdir, inanmamak olur mu?
Bundan asla şüphe olmaz. Şüphe edenin ise haliyle o yapıda yeri bulunmaz. Onlar kimi zaman da günlük işlerini sorar.. Bazen de hiç akıllarında yokken yazılı metinler bile alabilirler.
“Ahmed Rıfai hazretleri hacca gitti. Hac dönüşü Medine-i Münevvere’de Resül-i erkemin mübarek türbesini ziyareti esnasında şu mealdeki manzumeyi söyledi.:
“Uzaktık, toprağını öpmek için efendim,
Kendim gelemez, vekil ruhunu gönderdim.
Şimdi seni ziyaret nimeti oldu nasib,
Ve mübarek elini, dudağım öpsün Habib!”
Şiir bitince, peygamberimizin kabrinden mübarek elleri göründü. Seyyidi Ahmed Rıfai de son derece tazim ve hürmetle onu öptü. Orada bulunanlar hayretle hadiseyi gördü.” (Kutbüzzaman Es-seyyid Eş-şerif, Muhammed Sıddık Haşimi Hazretleri, Eş-Şeyh, 12 Tarikat Piri ve tasavvuf Yolu Çapa matbaası, İst. s. 150)
Peygamberle görüşmeler konusunda hemen her gavsın anlattıkları vardır. Bu konuda birçok örnek anlatılır.
Her gavs, kendisine inananlara anlattıklarının bir kısmını Peygamberle görüşmelerine dayandırır.
Mesela bir hadisin sahihliği konusunda tereddüde düşülürse gavs hazretleri onu bizzat peygambere sorar ve “bu hadis sahihtir” der.
Mesela, Muhittin ibni Arabi şöyle söyler:
“Nice sahih bilinen hadisleri sordum, Peygamber; ‘Benim değildir’ dedi. Yine nice zayıf sanılan hadisleri sordum, Peygamber; ‘Bendendir’ dedi.”
Bundan başka herhangi bir kaynağa ihtiyaç yoktur. Elbette bir sözün söylenip söylenmediğini en iyi bilecek olan o sözün sahibidir. Ondan sonra kimin şüphesi olabilir ki! Şüphesi olan, gavstan şüpheleniyor demektir ki o zaman tasavvufi anlamda mürted yani inkarcı olur.
Bu durum sadece geçmişte değil, bugün de geçerli.. Bugünküler de etrafındakilere anlattıkları ile aynı konumda olduklarını gösterirler.
Fetullah Gülen, 1995 yılındaki bir vaazında; Peygamber Efendimiz ile rüyada ya da bizzat görüşmenin hiçbir önemi olmadığı, İslami açıdan hiçbir hükmü bulunmadığını anlatırken şöyle diyordu; bizzat Peygamber Efendimiz kendisine gelse ve birtakım taleplerde bulunsa muhalefet edip, karşı çıkacağını söylüyor.
“Efendimizden mesaj alsak bile günümüzde öyle bir tehlikeli çıkış da var, bence Kitap ve Sünnet ortadadır. Fukaha-i Kiram’ın safiyane içtihatları ortadadır, meselelerimizi bunlara dayandırarak hüküm çıkarmaya çalışacağız” diyordu.
Şimdilerde ise “Peygamberimizle görüştük, rüyamıza girdi. Olimpiyatlara geldi, Tiwitler atılmasını istedi” diye söylenmesine tepki göstermediği gibi, her gece Peygamberle istişarede bulunduğu inancının yayılmasına zemin hazırlar. Peygamberin, kendisine “biz Türkiye’nin işlerini filancalara havale ettik” dediği de meşhurudur. “Filancalar” ise malum.!
Peygamberle görüşmeleri bazen ilham ve keşf yoluyla da olur.
“Bir uydurma hadis olan “Ben bir gizli hazine idim, bilinmeyi istedim ve insanları yarattım” sözünü ispat edebilmek için İsmail Hakkı Bursevi müstakil bir kitap yazmış ve şöyle diyebilmiştir;
“Hadisçiler nazarında bu hadisin senedi yoksa da biz keşf ehline göre bu hadis sahihtir. Çünkü hadisçiler senetle naklederler, biz ise bizzat Nebi’nin ağzından alırız.”
İbni Arabi şöyle bir toplantıyı kendi ilham ve keşfine göre anlatır;
O, “Hakikat aleminde mükaşefe anında Hz. Peygamber’i görmüş, bütün peygamberler O’nun önünde sıralanmış duruyorlarmış. Etrafında ümmeti ve hizmet eden melekler varmış. Ebubekir sağında, Ömer solunda, elinde bir mühürle duruyormuş. Hz. Ali ise bu Peygambere yönelmiş duruyormuş. O esnada Hz. Peygamber Ibnül Arabi’yi görmüştür..Ve Arabi şöyle söyler; “O vakit bu hikmet ve hitabın azameti bana Cenabı Allah’dan bir lütfi ilahî ve bağış olarak verildiğini hissettim.” (Muhyiddin Ibnül Arabi, Fütuhat-ı Mekkiye, Selahaddin Alpay, Şada yay. lst-1971. ( Fütuhat, 1/1-2; 11))
Dini Haberler / Dr. Hamdi Kalyoncu