Yine o kitaptan söz edeceğim. Tâ ki unutulmasın…
Adı “Tarih II”. Bu kitap, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti(bugünkü Türk Tarih Kurumu) tarafından kaleme alınmış. Maarif Vekilliği Talim ve Terbiye Heyetinin 12.6.1932 tarih ve 11 sayılı kararı ile lise ikinci sınıflara “ders kitabı” olarak kabul edilmiş ve “Neşriyat Müdürlüğü’nün 83-5878 sayılı ve 19.7.1941 tarihli emriyle üçüncü defa olarak 3000 sayı basılmıştır.” (Kitabın üzerindeki nottan aynen)
Kitaptaki “Kur’an ve vahiy” bölümü şöyle başlıyor:
“Kur’an ve vahiy: Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’ân denir… İslâm ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yâni ilham edildiği kabul olunur.”
Bu ifadelerle Kur’an, vahiy, dolayısıyla Allah ve Peygamberimiz inkâd ediliyor.
Tarih 16/17.08.1931: Atatürk, Yalova kaplıcalarındaki köşkünde dinlenirken, bu kitabın müsveddelerini okuyor, hiç beğenmiyor ve “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Yüksek Başkanlığına” hitaben kendi el yazısıyla bir mektup yazıyor. Mektubun bazı bölümleri şöyle (günümüz diliyle):
“Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; ‘Ikra, Bismi, Rabbi’ safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır… Yazacağınız Islam tarihinin de bu doğrultuda toplayabileceğiniz belgelere dayanarak açıklanmasını önemli görürüm.” (Atilla Oral, Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu, 80 Yıl sonra ilk kez, kendi el yazısıyla, sansürsüz, Demkar Yayınevi/Tarih Dizisi, İstanbul 2011, 1. Basım, sayfa 61. Orijinal el yazısı; sayfa 75). Yorum yok…
Şimdi “Kâbe” konusuna bakalım: “Kâbe; mikâp yâni tavla zarı şeklinde demektir (çirkin bir benzetme!).Filhakika Kâbe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı da bilinmiyor. Arap an’anesi Kâbe’nin inşasını İbrahim Peygambere atfetmektedir.”
Gelelim Zemzem’e: “Araplar’ın aralarında yayılan bu an’aneye göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail’i buraya getirmişti; Zemzem de onlar için fışkırmıştı; İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi bina etmişlerdi… Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücellâ olan Haceriesvedi getirmişti; bu taş sonradan günahkârların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi, sonradan uydurulmuş masallardır.” (Sayfa: 85)… Bu mukaddes karataş an’anesi aynen Friklerde de vardı. Friklerin mukaddes sayarak ihtiram ve ibâdet ettikleri Karataş bugünkü Afyon Karahisar şimalinde, kadîm Pessinüs şehrinde bulunuyordu…
“Bunun kudsiyeti an’anesi bu şehrin Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti. Demek ki, Kâbe’nin bir köşesindeki Karataşın kudsiyet almasından, ziyâret ve tavaf edilmesinden çok evvel Friklerde Karataşın mâbet ve ziyaretgâh esası olması âdeti teessüs eylemiş bulunuyordu.” (Sayfa: 85).
Bu kitabın Peygamberimize bakışı da farklı: “Tarihî noktai nazardan da mütâlea edildiği zaman görülüyor ki: Muhammed birden bire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Araplar’ın ahlâk ve âdetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.”
Bir sonraki yazıda devam edeceğiz…
Akit / Yavuz Bahadıroğlu
Kanun kalkarsa daha rahat konuşacağız.