Tarihler 21 Şubat 1965’i gösterdiğinde şehit edilen Malcolm X’in asıl başarısı nedir?” sorusuna pek çok açıdan pek çok cevap verilebilir elbette. “Müslüman olması” da denilebilir, “tavizsiz bir karakterinin olması” da denilebilir, başka şeyler de…
Benim açımdan bu sorunun cevabı başkadır ve biraz uzun anlatmam gerekir.
Harlem sokaklarında işlediği hırsızlık, uyuşturucu ve silah satışı gibi adi suçlar yüzünden hapse giren Malcolm’ın hayatı burada değişir malum. Nation of İslam topluluğu ve Elijah Muhammed’le burada tanışan Malcolm kısa zamanda bu topluluğun bir üyesi haline gelir.
Adam fazla zekidir, hitabeti çok etkileyicidir ve karizması da acayip yerindedir. Böyle olunca, üyesi olduğu Nation of İslam topluluğunda yükselmesi “ışık hızında” olur. Çok kısa denilebilecek bir zaman içerisinde örgütün hem sözcüsü hem de ikinci adamı haline gelir.
Konferansları çok etkileyicidir. Katıldığı televizyon programlarında bir yıldız gibi parlamaktadır. Kısa sürede bütün Amerika için tanınan bir figür haline gelir. “Beyaz adam”ı ve onun ikiyüzlülüğünü yerden yere vurmakta da, hareket tarzlarını fazla yumuşak bulduğu Afro-Amerikan topluluklarıyla alay etmekte de üzerine yoktur.
Organizasyon meselesinde ise neredeyse deha düzeyinde bir kabiliyeti vardır. Nation of İslam’ın masrafları için gereken paraları toplamak, miting ve toplantılar organize etmek, örgüte üye kazanmak… Hepsini tıkır tıkır işleten biridir Malcolm.
Eh, hal böyle olunca Nation of İslam açısından da zihinlerde durum “Elijah’tan sonra Malcolm” şeklinde bir netleşmeye doğru ilerlemiştir. Yani adı konulmasa da, hatta Elijah biraz burun kıvırsa da örgütün doğal “halifesi” Malcolm kardeştir. Hatta derler ki Malcolm’ın popülaritesinin kendi popülerliğini geçtiğini gören Elijah Muhammed, bu durumdan rahatsız da olmaktadır ama sistemin bütün devamlılığını ve büyümesini Malcolm’a borçlu olduğu için pek de sesini çıkaramamaktadır.
1960’lı yılların başında Malcolm için durum şudur: Koca bir topluluğun pratikteki lideri ve neredeyse Amerikalı her bireyin tanıdığı bir popüler figür.
O yıllarda peş peşe birkaç “can sıkıcı” meselesi olur Malcolm’ın. İlki, örgütteki para akışının nereye gittiği konusundaki soru işaretleri. Belli ki Elijah sağlam para götürmektedir. İkincisi, Elijah’ın kurduğu harem düzeni ve taciz/tecavüz meseleleri. Üçüncüsü ise Kennedy suikastında Elijah’ın “vurulmasına üzüldüm” yönündeki açıklamaları.
Şöyle düşünelim: Malcolm istese bu para akışındaki düzensizliğin ortağı haline gelebilir, taciz/tecavüz iddialarına kulak tıkayabilir, Kennedy konusunda da Elijah ile bir ortak zemin bulabilirdi. Böylece zaten var olan liderlik/halifelik pozisyonunu garantiye alır, berbat durumdaki ekonomisini düzeltir ve yoluna devam ederdi.
Şimdi soruya geri dönelim: Malcolm X’in asıl başarısı nedir?
Hiç şüphe yok ki Malcolm’ın asıl başarısı bağlılığını zenginliğe, iktidara, üne, şana, şöhrete değil hakikate yöneltmesidir. Malcolm bir hakikat delisidir ve hakikatin hatırı için geri kalan ne varsa elinin tersiyle itme başarısı göstermiştir.
İşte tam da bu nedenle hem Malcolm X’den Malik el Şahbaz’a dönüşmüş, tam da bu nedenle şehit edilmiştir.
Malcolm’ın sıradan bir suçludan bir zenci ırkçısına dönüşmesi de, bir zenci ırkçısından tertemiz bir mümine dönüşmesi de “hakikatin hatırını her türlü hatırdan yüksek tutması” ile mümkün olabilmiştir. Hakikati ararken hiçbir bağlılığın, hiçbir alışkanlığın, hiçbir zincirin kendisini engellemesine müsaade etmemiştir.
Başta elbette şahsımı kastederek söylüyorum bunu: Kendi acınası hayatlarımıza nazaran Malcolm’ın hayatının “dev bir hayat” olmasının altında yatan yegâne sebep “reddetme” becerisidir. Bütün ihtişamları, bütün çeldiricileri, bütün zaafları, bütün mecburiyetleri, bütün altın tepsileri, bütün putları ve bütün tanrıları reddetme becerisi.
Biz Müslümanlar için bu becerinin özeti “Lailaheillallah – Allah’tan başka ilah yoktur” cümlesidir.
Malcolm bu cümlenin bedelini canıyla ödemiş, canı karşılığında cenneti satın almıştır. Biz “la” demeyi bir türlü beceremeyenler ise onun hakkında “ne büyük adamdı” yazıları yazmakla yetinmekteyizdir. Durum budur.
Yeni Şafak / İsmail Kılıçarslan