Yazı ve ilim sahasında, uzaktan uzağa uzun süre takip edip de, tanıştığınızda -olumsuz yönden- şaşırmadığınız veya hayal kırıklığına uğramadığınız insan gerçekten azdır. Bu öylesine yaygın bir durumdur ki, birçok meşhur insan hakkında “boş ver, hiç tanışma, eserlerini oku yeter. Tanışırsan üzülürsün” denir. Bu bazen kişisel kaprisler nedeniyle böyledir, bazen söylem-eylem uyumsuzluğu nedeniyle, bazen de reklamının çok fazla yapılmış olmasının getirdiği “imaj obezitesi” nedeniyle… Her ne olursa olsun, bu konudaki istisnaların azlığı can sıkıcıdır.
Kitaplarının neredeyse tamamını okuduktan sonra, kendisiyle tanışmak istediğimde, doğrusu içimi böyle bir endişe kaplamıştı. Ya karşımda donuk ve mesafeli bir akademisyen bulursam? Ya sohbet ilerlemezse ve susup kalırsak? (Böyle tecrübelerim de çok olmuştu çünkü.) Ya ben zihnimde fazla büyütmüşsem? “Neyse artık, nasip bakalım” diyerek randevu isteyip kapısını çaldığımızda, tüm bu sorularımın ne kadar yersiz olduğunu görmüştüm. Karşımda hoş sohbet, esprili ve nüktedan, konuşmayı sürdürme konusunda muhatabını cesaretlendirip önayak olan (birçok büyükte olmayan bir özellik), en derin ve girift meseleleri bile basitleştirip güncel örneklerle açıklayan bir “hoca” vardı. “Hoca” kelimesinin bütün olumlu çağrışımlarıyla. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki odasında başlayan sohbetimiz, dışarıda akşam yemeğinde sürmüş, daha sonra yine odasında kesintisiz devam etmişti.
Prof. Dr. Adnan Demircan’ın Ketebe Yayınları’nın 103’üncü kitabı olarak bu ay (Ocak 2019) piyasaya çıkan “Tematik İslam Tarihi” isimli eserini incelerken, aklıma ister istemez Adnan Hoca’yla tanıştığımız ve uzunca sohbet ettiğimiz o akşam geldi. İslâm tarihini ve o tarihin karmaşık meselelerini sunuşundaki rahat ve kolay dil, bizzat tanıdığım Hoca’nın üslubu ve konuşması ile tamamen uyum içindeydi. Kitabın sayfalarında ilerlerken, adeta kendisiyle sohbet ediyormuşum izlenimini edindim.
İslâm tarihinin ilk dönemini, tematik biçimde ve farklı zaman dilimleri halinde, özet olarak okurlara aktarmayı hedefleyen “Tematik İslam Tarihi”, yedi bölümden oluşuyor: I) Hz. Peygamber ve Dönemi, II) Hz. Peygamber’in Ailesi, Yaşantısı ve Arkadaşları, III) Râşid Halifeler, IV) Emevîler, V) Mezhepler ve Düşünce Akımları, VI) Kurumlar, VII) İlimler.
Eskilerin “lübbü’l-lüb” yani “özün özü” dedikleri bir üslupla kaleme alınan eser, İslâm tarihine ilgi duyan, temel bazda genel malumatları edinmek / hatırlamak isteyen ve bunu da sağlam referanslara dayanan bir kitapta bulmayı umanlar için yazılmış. Sonundaki “kaynakça” kısmıyla, fazlasını isteyen okurları daha ayrıntılı eserlere yönlendiren “Tematik İslam Tarihi”, derli-toplu anlatımı ve sunumuyla lise öğrencilerinden hayatın yoğunluklarına dalmış ileri yaşlardaki tarih meraklılarına kadar geniş bir yelpazenin dikkatini çekebilecek bir potansiyele sahip. Prof. Dr. Adnan Demircan, gayet zorlu ve muhataralı birçok mevzuyu da ustalıkla ele alarak, günümüz okurlarının zihin kodlarına tercüme etmeyi başarmış. “Tematik İslam Tarihi” bu yönüyle, “sehl-i mümtenî” bir özellik taşıyor: Dışarıdan bakınca kolay görünen, ancak benzerini yapmaya kalkıştığınızda aslında ne kadar zor olduğunu fark ettiğiniz bir durumu müşahede ediyorsunuz.
***
Tarihte yaşanmış olayları, daha sonraki dönemlere aktarmak ve anlatmak, bilhassa iki yönden oldukça zordur:
Öncelikle, aradan geçen zaman ve değişen toplumsal yapılar nedeniyle, hadiseleri birebir ve eksiksiz aktarmak muazzam bir çaba gerektirir. Kaynaklar çeşitlenmiş, kısmen tahrif edilmiş, birbirine rakip siyasî oluşum ve akımların mücadelesi geçmişin tozlanmasına ve sis içinde kalmasına yol açmıştır. Tarihçinin tüm bu toz bulutlarını dağıtarak, eldeki malzemeyi billurlaştırması ve sonraki nesillerin algı dünyasına yalın bir dille iletmesi, onun hem imtihanı hem de maharetini sergileme sahası olacaktır.
İkinci olarak, tarihçi de insandır. Eldeki malzemeyi değerlendirirken kendi yorumları, dünya görüşü, ön yargıları, sahip olduğu siyasî ve dinî fikirler, yaşadığı coğrafya, yetiştiği gelenek vb. elbette işin içine girecektir. Tam bu noktada, kendi duruşunu sağlamlaştırmak için tarihte sürekli “elverişli malzeme” aramak, bulduğunda da bunun yaygarasını koparmak ve manipülasyonlara girişmek, birçok tarihçinin düştüğü tuzaklardan biridir. Tarihteki hadiselerden işine geleni seçerek anlatan bir tarihçi, aslında okurlarına iyilik yapmamakta, onları kendi yazdığı senaryoya yönlendirmektedir. Oysa iyi bir tarihçi, kendi kişisel görüşü ve yorumu ne olursa olsun, aktardığı malzemenin doğasına karşı adaleti, insafı ve mesafeyi elden bırakmayandır.
***
Prof. Dr. Adnan Demircan’ın özellikle İslâm’ın ilk dönemindeki ihtilaflara, kaotik olaylara ve çatışmalara dair kaleme aldığı kitap ve makalelerde, yukarıda sözünü ettiğim mahareti, adaleti ve mesafeyi görmek mümkün. Olmasını istediği şeyler üzerinden yağlıboya tablo çizmek yerine, sebep-sonuç ilişkisi içinde, soğukkanlı bir tutumla hadiselere ayna tutmak, Adnan Hoca’nın tarihçilik anlayışının ana hatlarına işaret ediyor. Hamaset ve slogandan bıkan okurlar için, bu, bereketli bir alternatif anlamına geliyor şüphesiz.
Yeni Şafak / Taha Kılınç