Son birkaç on yıldır çok büyük bir devrim oldu/ olmaya devam ediyor. O kadar büyük bir devrimle karşı karşıyayız ki büyüklüğü hakkında bilgi vermek bile çok zor. Bilgi teknolojilerinde (IT) gelişen devrim bu derece büyük olmasına rağmen çok sessiz ve derinden geliyor. Hayatımızı yavaş yavaş etkilemiyor; bir anda, hızlıca ve gittikçe daha fazla içimize nüfuz ederek fakat hiç gürültü çıkarmadan etkiliyor. Artık öğrenen insan, öğreten insan kavramları yeterli değil bu çağı anlamaya. İnsan makineye öğretiyordu ilk IT devriminde, sonra makine insana öğretmeye başlamıştı ki daha biz bu öğrenme stiline alışamadan yeni bir öğrenme modeli çıktı: Makinenin makineye öğretmesi.
Bu dönemi/devrimi diğerlerinden farklı kılan en önemli özelliği makineden makineye öğrenme. Görevlerini öğreten algoritmalar sonunda öğrenen, öğreten, birbirleriyle konuşan makinelerden bahsediyoruz artık. Karar veren makinelerden.
Her devrimin vaatleri olduğu gibi bu devrimin de vaatleri var bize; karar veren makineler şu anda yaşantımızda görebileceğimiz vaatler sunuyor: Makineler, insanları yüzlerinden tanıyor, konuşmaları anlıyor, araba kullanıyor (sürücüsüz arabalar) ve hatta bugün ne yiyeceğimizi bize hatırlatan, ilaçlarımızı zamanında almamızı sağlayan, evde otururken seyredeceğimiz filmi/diziyi önerecek derecede öğrenmiş makinelerden bahsediyoruz. Bir sınıfa takılan kameralardan öğrenci yoklaması alırken öğrencilerin yüzlerinden mutsuzlukları, konuları anlayıp anlamadıkları, etkinlik saatlerindeki davranışları gibi birçok sınıf içi durumu tespit edebilen yapay gözlerden bahsediyoruz.
Birinci IT devriminde bir algoritmayı bilgisayara tanımlayan bir programcı vardı. Bilgisayara ne yapması gerektiğini bilgisayar dillerinden birisi ile klavyeden kodlayarak yapılacak işleri tanımlardı. Makineye öğretirdi. Makine de ekranı üzerinden insana öğretebiliyordu. Bu iki sisteme yabancı değiliz. Yeni dönem ise makinenin makineye öğretmesi dönemidir. Makinelerdeki algoritmalar ile makine yapacağı işlere karar veriyor, işin yürüyen süreçlerinde başka makineye ihtiyaç olduğunda diğer makineye insanı araya sokmadan çağırıyor, iletişim kuruyor, ne yapılacağını anlatıyor. Gerekirse kendisi geri çekilerek diğer makinenin iş alanını oluşturuyor. Bunu yaparken hiçbir insandan yardım almıyor.
Yeni devrimle başlayan bu dönemde program yazmaktan ziyade veri toplanması önemli hale geliyor. Veri ne işe mi yarıyor? Veriler ile ne yapılacağının örnekleri elde edilmiş olunuyor. Böylece bir (veya daha çok) öğrenme algoritması yardımıyla bu veriler işleniyor ve yapılmak istenenler veriler yardımıyla makineye öğretiliyor. Böylece belirtilen gereksinimler insana ihtiyaç duymadan makinelerin karar verme metotları ile yürütülüyor.
Otonom sistemler devrimi denilen bu dönemin başlangıcı olmamasına rağmen 2013 yılında Endüstri 4.0 adlandırması ile Almanya bu yeni dönem için bir yol haritası çiziyordu. Aslında Endüstri 4.0 dijital dönüşümden başka bir şey değildi ve ABD’de bu isimle anılıyordu. 1997 yılında dünya Satranç şampiyonu Kasparov’un, IBM’in ürettiği Deep Blue adlı bilgisayara satrançta yenilmesi, yani bilgisayarların satranç oynayabileceğinin görülmesi, yapay zekanın hayata nasıl girdiğinin bir göstergesidir.
4. devrimden bahsediyorsak bunun öncüllerini de okumalıyız. 1. devrim diyebileceğimiz dönem Buharın icadıdır. Kas gücünden buharın gücüne geçişi anlatan bu devrim 1790’larda İngiltere’de başladı. 1850’lerde 2. devrim başlıyordu ve bu devrim elektriğin tezgâhlara dâhil edilmesiyle İktibas 18 üretimi hızlandırıyor, akan bantlar üzerinden seri üretime geçiliyordu. 3. Devrim biraz daha yakınlara 1970’lere gelindiğinde ortaya çıkıyordu ve bilgisayar teknolojisi/bilişim teknolojileri (IT) devrimi olarak yerini alıyordu hayatımızda. Bilgisayarların sanayiye uygulanması ile üretim modeli değişiyor ve seri üretim hız ve miktarındaki geometrik artış ile yeni bir hayat başlıyordu. 1950’lerde makinelere öğretme çalışmaları ile başlayan süreç makinelerin de insanlara öğretmesiyle devam etti. Bu süreç 2000’li yıllarla beraber 4. devrime evrildi ve öğrenen-öğreten makineler hayatımıza girdi. İşte otonom sistemler devrimi budur.
Bu dönemin en önemli özelliği süreyi kısaltan işlemler yapması, makinelerin insanların müdahalesine imkân bırakmadan konuşabilmeleri, anlık iletişim üretebilmeleridir. Üretim süreçlerinde yıllık, aylık, haftalık ya da günlük değil an itibarıyla raporlama yapabilmeleri, anlık olarak üretim bandındaki mamulü değişik bir şekilde elde edebilmeleri en önemli imkândır. Bu anlık iletişim için makinelere yapay zekâ tanımlanmaktadır. Yani verileri işleyen algoritmalar ile makineler teçhiz edilmektedir. O halde yapay zekâ büyük veriler kullanarak öğrenen yani verinin makine üzerinde modellenmesi ile makineyi düşündüren, hareket ettiren yapılardır. Zeki canlılara benzetilerek karmaşık problemleri insan gibi çözebilen, insan gibi düşünerek hareket edebilen yapıdır yapay zekâ.
Yapay zekâ bir devrim olduğundan insanlık tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Yapay zekâ, önceyi yok ediyor, tarihi, coğrafyayı, dinleri, dilleri, ekonomileri, ulus devletleri, sosyal hayatı vs. Yırtıcı kapitalizmin tanımlı olduğu modern dönemlerden yıkıcı kapitalizme geçiş yapıldı. Evet, yıkıcı! Her şeyin üstünden geçip, yıkıp yok ederek ilerleyen, beklemeyen, hız arsızı bir dönemin ifadesidir bu.
Yapay zekâ hayatı nasıl etkiliyor diye konuşurken kendi sokağımızın durumuna da baksak iyi olur. Uzun yıllar -belki de haklı gerekçelerle- Aydınlanmanın hayata getirdiği şartlara itiraz edip imanlarını, inançlarını, geleneksel değerlerini, kültürlerini korumaya çalışan Müslümanlar, zaman içinde aydınlanmanın karşısında duramadı. Aydınlanmanın karşısında yenilen insanlıkla beraber Müslümanlar da batıyı örnek almaya(!), onu okumaya anlamaya çalıştılar. Direnişleri, dönüşümü engelleyemedi; kendileri dönüştüler. Ama daha ilginci, bugün yaşanılan dünyaya da itiraz eden Müslümanların, güncel direnişlerini Aydınlanma retoriği ile yapmalarıdır. Bugünün yanlışlarına karşı sanayi devriminin erdemlerinden bahsediyorlar. Doğru bir gelecek için batıyı anlamak gerekir diyorlar. Oysa artık dünyanın değişimi sadece batının hegemonyası ile gerçekleşmiyor. Bugünü anlamamak için direniyor, Avrupai bir dil ile –sert, kaba, yoz, gerici bir dil- değişime direnmenin öneminden bahsediyorlar. Modernizmi konuşmaya çalışıyorlar ancak postmodern değil post-postmodern bir dönemin içinden geçtiğimizi okuyamıyorlar. Yapay zekânın geliştirdiği siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel değişimi öğrenmeyi reddediyorlar. Peki, ne adına reddediyorlar? Modernizm adına! Kendi değerlerinin gerçekleşme zemininin modernizm olduğuna inanmış bir biçimde ve hiç şüphe duymadan reddediyorlar.
Bir an önce bugünü öğrenip anlayarak hayatın içine girip, yaşadığı dönemin insanı olmaktan başka şansımız yok. Aksi halde, bu yeni hayat önüne alıp topladığı herkesi/hepimizi değiştirip dönüştürürken bu değişimi anlayamayacağız ve yine gol yiyip yenileceğiz. Yapay zekânın insanlığı yenmesi mümkün gibi görünse de bizlerin varlığının buna engel olabileceğini göstermenin yolu geçmişe takılıp kalmadan bugünü iyi okuyup anlamamızdır. Nitekim yapay zekâya Allah ruhundan üflemedi. Bu da bizim daha güçlü olabileceğimizin bir kanıtıdır.
İktibas Dergisi / Murat Kirişci