Suriyeli çocukların özlediği, hayal ettiği ülkenin tarifi şöyle: Sıcacık yuvaları, anneleri, babaları, kardeşleri, koşup oynadıkları kırlar… Keşke koca koca adamlar bunu anlasa…
Uzman klinik psikolog Nazlı Sinem Koytak Kilis ve çevresindeki kamplarda barınan Suriyeli mültecilere; özellikle de kadınlara ve çocuklara yönelik psikolojik destek hizmetinde bulunuyor… Psikolog Koytak ile konteynır kentlerde ve çadırkentlerde kalan savaş mağduru çocukların ve kadınların ruh halleri üzerine konuştuk…
İbrahim Ethem Gören: Nazlı Hanım, sizi tanıyabilir miyiz?
Nazlı Sinem Koytak: 1979 İstanbul doğumluyum. 2002’de Boğaziçi Üniversitesi psikoloji bölümünden mezun olduktan sonra Sağlık Bakanlığı’na bağlı çeşitli devlet hastanelerinde psikolog olarak çalıştım. Bu arada İstanbul Üniversitesi’nde çocuk ve ölüm temalı bir tezle klinik psikoloji yüksek lisansını tamamlayarak klinik psikolog unvanıyla yine Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin psikiyatri ve çocuk psikiyatri kliniklerinde çalışmaya devam ettim. 2010-2012 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi psikoloji bölümü kadrosunda öğretim görevlisi, klinik psikolog olarak yer aldım. 2012 Ekim itibariyle ise uluslararası bir insani yardım örgütünün Suriyeli mültecilere yönelik ruh sağlığı destek projesinde klinik psikolog olarak çalışmaktayım. Bu bağlamda şu anda Kilis ve çevresinde Suriyeli mültecilerle çalışıyorum.
Kilis’te neler yapıyorsunuz?
Kilis ve çevresinde yer alan mülteci kamplarında yaşayan kayıtlı mülteciler; şehir merkezleri ve çevresinde kayıt dışı olarak yaşayan Suriyeli mülteci kardeşlerimize ruh sağlığı hizmeti vermeye çalışıyoruz. Bu kapsamda, ulaştığımız psikolojik destek ihtiyacı olan Suriyelilere psikoterapi, psikolojik danışmanlık ve psikososyal destek hizmetleri sunmaktayız.
Nasıl bir programınız var?
Haftanın beş günü Arapça-İngilizce çeviri yapan kültürel mediatorlerimiz aracılığıyla kadın-erkek her yaştan Suriyeli mülteciye psikoterapi hizmeti vermeye çalışıyoruz. Suriyeli mültecilerin kolaylıkla ulaşabileceği noktalarda yer alan ofislerimizde bu hizmeti sunmaya çalışıyoruz.
Örneğin ben hafta boyunca dört farklı noktada görev yapıyorum. Genelde kampların dışında hizmet veriyoruz, ancak zaman zaman bedensel özürleri veya kültürel engellemeler nedeniyle kamp dışına çıkamayan danışanlarımızı, özel izinle, kamplarda ziyaret ediyoruz.
ŞEHİR MERKEZLERİNDEKİ MÜLTECİLERİN DURUMLARI ÇOK VAHİM
Kamplar hakkında genel bilgi verir misiniz? 6-Kampların fizikler durumlarına da değinir misiniz? Soğukla mücadele nasıl oluyor? İlgilendiğiniz kamplarda kaç kişi kalıyor? Bunlardan kaçı çocuk? Günde kaç çocukla terapi yapma imkanı buluyorsunuz?
Çok farklı mülteci popülasyonlarıyla çalışmış ekip arkadaşlarımın da paylaştığı izlenimim özellikle konteynırkentlerde standartların genel dünya standartlarının çok ötesinde olduğu yönünde. Ama çadırkentler de yaşam çok daha zor. Mutfak, banyo, tuvalet ihtiyaçları ortak alanlarda giderilmekte… Kışın ısınma çok büyük bir problem, güneş ışığının girmediği küçük bir alanda gündelik hayatı sürdürmek çok zor. Giriş çıkışların kontrollü olması; her ne kadar güvenlik açısından kaçınılmaz olsa da, mültecilerde bir açık hava hapishanesinde yaşama hissi uyandırmakta. Bu durum, özellikle ergen delikanlıları çok huzursuz ediyor. Kampların fiziksel durumuna az önce biraz değindim. Ama ben özellikle kayıtdışı mültecilerinin yaşam koşullarına değinmek istiyorum. Az evvel belirttiğim gibi kampta kayıtlı olarak yaşayan mülteciler, daha kolay ulaşılabilir durumda ve hem hükümet hem insani yardım kuruluşları onların ihtiyaçlarını karşılama konusunda ellerinden geleni yapıyorlar. Kamplarda yaşayan kardeşlerimizin temel ihtiyaçları büyük ölçüde karşılanıyor. Ama şehir merkezlerinde yaşayan mülteciler için durum çok daha zor. Yaptığımız çalışmalarda yatacak yatak dâhil hiçbir şeyi olmayan, birbiriyle ısınan ailelerle karşılaştık. Her biri 8-10 kişilik 2-3 aile tek göz “odamsı”larda bir arada yaşayan kardeşlerimiz var.
İNSANLARIMIZ SURİYELİ KARDEŞLERİNİ BAĞRINA BASIYOR
“Odamsı” dediniz…
Evet, “Odamsı” diyorum çünkü zaman zaman sadece dört duvar, üstü derme çatma kapatılmış, önceden ahır veya depo olarak kullanılan veya eskilikten kullanılamaz haldeki yerlerde yaşıyorlar. İnsani yardım kuruluşları tespit edebildikleri oranda, bu aileler için ellerinden gelen yardımı yapıyor. Maalesef bu çabalar çok profesyonel ve sistemli olmadığı için bu yardımlar ihtiyacı karşılayabilmekten çok uzak. Ayrıca, en önemli sorunlardan biri sağlık. Allah razı olsun, hükümetimiz kayıtlı mültecilerimizin her türlü sağlık hizmetini, ilaç dâhil, ücretsiz sağlıyor. Fakat kayıt dışı mülteciler için böyle bir imkân söz konusu değil. Tabii belirtmekten geçemeyeceğim, bizzat kendim bu aileleri ziyaretimde kendi bile yardıma muhtaç kimi vatandaşlarımızın bu ailelere bilabedel evlerini açtıklarını, hatta kimisinin bakmakta olduğu yaşlı annesini kardeşine yollayıp, evinde annesine ayırdığı odayı Suriye’den gelen bir aileye tahsis ettiğine, kendine bile yetmeyen kömürünü onlarla paylaştığına şahit oldum. İnsanlarımız Suriyeli kardeşlerimizi bağrına basıyor.
İlgilendiğiniz kamplarda kaç kişi kalıyor?
Rakamlar her geçen gün artmakla birlikte benim çalıştığım bölgelerdeki (Kilis-İslâhiye) kamplarda toplam 25 bin, kamplar dışında da aşağı yukarı 20 bin kayıt dışı mülteci barınmakta.
Basından takip ettiğimiz kadarıyla kamplarda nüfusun çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor…
Kamplarda kalan nüfusun çoğunluğu kadın ve çocuk… Çoğu ailenin erkekleri zaten hâlihazırda Suriye’de savaşıyor. Tam bir rakam veremem, ama her ailede en az 3 çocuk olduğu düşünülürse mülteci nüfusun çoğunluğunun çocuklardan müteşekkil olduğunu tahmin etmek zor değil. Buradaki çalışmamızda hem çocuk hem yetişkin danışanlarımız oluyor. Danışanlarımızın çoğunluğu kadın ve çocuklar tabii. Hem erkek nüfusunun az olması hem de psikolojik tedaviye yönelik önyargı ve direncin erkeklerde daha yoğun olması nedeniyle erkek danışan sayımız oldukça az. Maalesef bazı kadın danışanlarımız eşlerinin izin vermemesi nedeniyle tedaviyi sonlandırıyor veya hiç başlamıyorlar. Dolayısıyla savaşın bütün olumsuzlukları ile mücadele eden mülteciler kültürel önyargılarla da mücadele etmek zorunda kalıyor. Psikoterapi hizmetinin gereği olarak, günde ancak 6-7 seans yapabiliyoruz. Bu bireysel ve aile görüşmelerini içeriyor.
KAMPLARDA KALANLARIN GELECEĞE DAİR HİÇBİR HAYELLERİ BULUNMUYOR
Kamplardakilerin moralleri nasıl?
Burada yaşam mücadelesi veren insanların hemen hepsi bombardımandan kaçmış, kendisinin veya komşusunun evinin yıkıldığına şahit olmuş; babası, abisi, kardeşi, kocası hââ Suriye’de savaşmakta olan, ailesinin bir kısmı bu kampta, bir kısmı başka kampta, bir kısmı hâlâ Suriye’de, kendisi bizzat çatışmalarda yaralanmamışsa evinden buraya gelirken yolda komşusunun, akrabasının, tanımadığı kadınların çocukların cansız bedenlerini geride bırakarak gelmiş, her birinin ailesinde en az bir yakın kişi şehit düşmüş, hapiste, işkence görmüş veya ölmüş… Ve bilmedikleri bir dilin konuşulduğu bir memlekette hiç bir gelecek ümidi olmadan yaşıyorlar… Her şey sona ermiş olsa bunlarla baş etmek belki daha kolay… Fakat burada insanlar ölen yakınlarının yasını bile henüz tutamıyorlar çünkü aylardır haber alamadıkları, ama her an şehit haberini almayı bekledikleri kardeşleri, oğulları, eşleri, babaları var…
ÇOCUKLAR OYNASIN Kİ RUHLARINDAKİ DÜĞÜMLER ÇÖZÜLSÜN
Peki ya çocuklar…
Bu yetişkinlerin dünyası… Çocuklar için durum daha da zor… Çünkü onlar yetişkinlerin dünyasında sadece “çocuk”: Ölümden, acıdan anlamazlar… Kıyıda köşede unutulurlar, onlara ölüm anlatılmaz…
Bir kaç aydır ilgilendiğim, ağabeyi şehit düşmüş bir çocuğum var… Nereden duymuşsa kim demişse, şehidin arkasından ağlarsa şehidin şehitliği düşermiş… Bu nedenle ağlamaktan korkuyor, ağabeyinin şehitliği düşer diye… Ağabeyini özlüyor, ağlamak istiyor ve ağlayamıyor.
Anneler babalar kendi acılarıyla boğuşurken, çocuklar hem onların acılarından yansıyanlarla hem de kendi acılarıyla, kaygılarıyla boğuşuyor. Çocukların ihtiyaç duydukları güven ve emniyet duygusu her bakımdan sarsılmış durumda. Ve onlardaki sarsılmış bu emniyet duygusunu teskin edecek anneler babalar kendi acılarına kaygılarına gömülmüş durumda…
Ama çocuklar yine çocuk… Hüznü, korkuyu, kaygıyı gözlerinde, yüreklerinde görebiliyorsunuz ama yine de gülüyorlar, oynuyorlar… Kendilerine oyunlar kuruyorlar. Tabii bu arada erkek çocuklar hep savaş oyunları oynuyor… Ama büyükler savaşırken, onların bunun dışında kalması çok da mümkün değil… Zaten oyunlar onlar için gerçek dünyanın çözümlendiği alanlar… Oynamaları lazım ki içlerindeki düğümler çözülsün, cerahat aksın…
Çocuklarla iletişimi nasıl temin ediyorsunuz? Tercümanlarımız mı var?
Maalesef Arapça bilmediğim için, mülteci kardeşlerimizle Arapça-İngilizce tercüman aracılığıyla anlaşabiliyorum. Durum çocuklarla da böyle, ama çocuklarla işimiz biraz daha kolay… Çünkü zaten çocuklarla ilişki kurmanın tek aracı dil değil. (gülümsüyor) Çocuklarla çalışırken oyun ve resmi terapötik amaçlı olarak çok yoğun kullanıyoruz. Dolayısıyla tercüman kullanıyor olsam da çocuklarla çalışırken dilin ötesinde bir ilişkimiz oluyor.
KEŞKE KOCA ADAMLAR ANLASA!
Suriyeli çocuklar ülkelerinin ve kendi geleceklerine dair ne tür hayaller kuruyor?
Sadece çocuklar değil ama, yetişkinler için çok zor bir zamandan geçiyoruz… Belinden aldığı yaralar nedeniyle bir daha yürüyemeyecek gazi bir danışanım var. Kardeşi de 2 ay önce şehit düşmüş… Bu danışanımın metaneti ve sabrı bana çok şey öğretiyor… Bu danışanım hiç ümitsiz değil ama Suriye’de süregiden savaş ve tarafların nitelikleri kendi insanlarını, onun için canını verenleri bile kaygılandırıyor… Esad ve Esad’ın yaptıkları zaten lanetleniyor ama Özgür Suriye ordusu içindeki unsurlar ve onların yaptıkları; farklı etnik ve dini gruplara yönelik tutumlar herkesi gelecekten korkutuyor..
Çocuklara gelince… 12 yaşında bir çocuğum var ve görüşmelerimizin birinde beni ağlatan şöyle bir şey dedi: Günün birinde köyümüze döndüğümüzde, evimizin damına çıkıp aşağı atlayacağım, ayağımı kıracağım ve aylarca evimde odamda kalacağım, hiç dışarı çıkmayacağım… Ve bunu gülümseyerek, özleminin sıcaklığıyla söyledi… Annesi ve babası vahşice öldürülmüş, kendisi kaçarak Türkiye’ye gelmiş, sonrasında ağabeyinin şehadet haberini almış 10 yaşındaki diğer bir çocuğum ise resimlerinde hep evini çiziyor, ailesinin yemek yediği, annesinin yetiştirdiği güllerle süslediği yemek masasını resmediyor… Çocukların özlediği, hayal ettiği ülke: sıcacık yuvaları, anneleri, babaları, kardeşleri, koşup oynadıkları kırlar… Keşke koca koca adamlar bunu anlasa…
Genel anlamda savaşın çocukların halet-i ruhiyesinde üzerinde ne gibi etkileri olmaktadır? Bu etkiler uzun süreli midir?
Süregiden savaş, şiddet, bombalamalar, ölen insanlar, bunların tanığı olmak, bizzat yaşamak, aile üyelerini savaşta kaybetmek, yerinden yurdundan olmak, savaşan aile üyelerinin sürekli kaygısı ile yaşamak… Bütün bunlar elbette çocukların yüreklerinde çok derin yaralar açıyor… Psikoloji biliminin tanımladığı çok çeşitli ruhsal sorunları, belirtileri çocuklarda gözlemliyoruz. Bu sorunların onların ruh sağlığında ve kişiliklerinde uzun süreli etkileri beklenmedik değil. Bizim burada yapmaya çalıştığımız, onların bu yaşam durumuyla ve bu sorunlarla baş etmelerine yardımcı olmak. Ve bu olumsuzlukların, bu “imtihanın” onları geliştirmesine, dirençlerini artırmasına, olgunlaştırmasına aracı olacak potansiyellerinin farkına varmalarına rehberlik etmek.
ÇOCUKLAR TANKLARI, SİLAHLARI VE ŞEHİT YAKINLARINI RESMEDİYOR
Çocukların hafızalarından savaş psikolojisinin izlerini silmek için neler yapıyorsunuz?
Sadece savaş değil, ama hiçbir olumsuz hayat olayını insanların zihninden silmek mümkün değil… Ama bu olayları daha olumlu ve yapıcı şekilde anlamlandırmak mümkün. Bizim burada bireysel düzeyde yapmaya çalıştığımız bu. Ama toplumsal düzeyde bütün bu yaşananların sonucunda kin ve intikam duygularıyla beslenmiş bir nesil elde edebilirsiniz. Ama merhamet ve adalet üzere bir nesil de inşa edebilirsiniz. Ve bu aklıselim sahibi insanların üzerinde kafa yorması gereken elzem bir konu. Çünkü bu savaş Esad’ın düşmesiyle bitmeyecek…
Çocuklarla nasıl bir diyalog içindesiniz? Sizi etkileyen bir vakıayı okuyucularımızla paylaşmak ister misiniz?
17 yaşındaki ağabeyi şehit düşmüş 8 yaşında bir çocuğum var. Bir gün resim yapıyorduk, birbiriyle savaşan iki tarafı resmediyordu, savaşan askerler, silahlar, tanklar, patlamalar, uçuşan mermiler, ölmüş askerler, Özgür Suriye ordusunun bayrağı resmin en tepesinde… Sonra resmin köşesine ölmüş bir asker daha çizdi, yüzü çok belirgindi askerdi, dudakları düşmüştü, sonra yanına silahını çizdi… Sonra Arapça adını yazdı ölen askerin, ağabeyiydi o asker… Resmi bitince ondan resmin arkasına adını yazmasını rica ettim… Tamam dedi, ama kendi adını yazmak istemedi… Bundan sonra adını ağabeyinin adı ile değiştireceğini söyledi. Artık kendi adını taşımak istemiyordu… Yanlış anlamayın, bunun ağabeyinin şehit onuru taşıyan ismini taşımakla ilgisi yoktu… Sadece onu o kadar çok seviyordu, o kadar çok özlüyordu ki, artık kendi olmak istemiyordu…
İlginiz için teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyoruz.
İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni