Şerif Hüseyin ve Hicaz İsyanı yakın tarihimizin en çok tartışılan konuları arasındadır. Hicaz İsyanı Osmanlı Devleti’nin Arap Yarımadasındaki yaklaşık dört yüz yıl süren hâkimiyetini sonlandırmıştır. İsyanın Ortadoğu coğrafyası ve Müslüman ülkeler üzerindeki etkileri, yansımaları, meydana getirdiği kaos bugün de bütün şiddetiyle devam etmektedir.
Şerif Hüseyin, emir olarak atandığı ilk günden itibaren Hicaz’ın tamamına hakim olma, halifeliği ele geçirme ve Arap Yarımadası’nda bağımsız bir Arap Krallığı kurma kararlılığındadır. Bu hırsı onu böyle bir ihanetin içine sürüklemiştir. Doç. Dr. İsmail Köse, Selis Kitaplar tarafından 2014 yılında yayınlanan İngiliz Arşiv Belgelerinde Hicaz İsyanı isimli çalışmasında; konuyu birincil İngiliz arşivlerinden ve İngiliz istihbarat raporlarından faydalanarak ele alıyor. İsmail Köse eserinde, İngilizlerin Ortadoğu ve Filistin politikasını belgeleriyle ortaya koyuyor. İsyana giden süreci, isyan ve isyan sonrasındaki süreci ve bu esnada gerçekleşen diğer hadiseleri ele alıyor, analiz ediyor.
İsyana Arap halklarının tamamı katılmamıştır
İsmail Köse, isyanın planlanmasında ve icra edilmesinde en büyük faktörün Şerif Hüseyinile Mısır Yüksek Komiseri McMahon arasındaki mektuplaşmalar olduğunu belirtiyor. Bu mektuplaşmalar isyanın iskeletini oluşturmaktadır. Karşılıklı mektuplaşmalar, bunların analizleri eserde detaylı bir şekilde ele alınıyor. İsyana Arap halklarının tamamı katılmamıştır. Bu, yazarın altını çizdiği önemli bir husustur. Yazara göre, “Hicaz İsyanı tam anlamıyla bir Arap değil, Şerif Hüseyin liderliğindeki Haşimilerin, altınlarla satın alınmış bazı şehirliler, cahil, yağmacı, vahşi bedevilerin oluşturduğu urban isyanıdır.”
İsyan İngilizlerin yardım ve finansmanı ile başarıya ulaşmıştır. İsyana istihbarat zafiyeti sebebiyle, Medine, Mekke, Taif ve Cidde’deki Türk birlikleri hazırlıksız yakalanmışlar, buralarda bulunan az sayıdaki Türk birlikleri bütün olumsuzluklara ve imkansızlıklara rağmen yiğitçe karşı koymuşlardır… Mekke’deki çarpışmalarda Şerif Hüseyin’in kuvvetleri savaş hukukuna sığmayacak vahşette bulunmuşlar, Türk askerini yakmaya çalışmışlardır. İsmail Köse bu durumu şu sözlerle değerlendiriyor: “
Hz. Peygamberin gezdiği sokaklarda peygamber soyundan geldiğini iddia eden Hüseyin ve İngiliz altınları ile satın aldığı urban, İngilizlerle işbirliği içerisinde adil bir savaşta yenemedikleri bir düzine dindaşları Türk askerini yakarak, ‘savaşın bile bir hukuku vardır’ kuralını akıllarına getirmeden onursuz bir yolla Mekke’deki savaşı kazanmaya çalışıyordu. Akla şu soru gelir; kışlayı yakarak dindaşlarını yok etmek gibi insanlık dışı bir uygulama nasıl bir nefrete dayanıyordu? Büyük oranda Hüseyin’in şahsi hırsları ve İttihat Terakki’nin yanlış politikaları ile İngilizlerin kışkırtma siyasetleri sonucu oluşan bu nefrette asilerin karakterlerinde barındırdıkları asabiyete dayalı vahşetin de büyük etkisi vardı.”
Fahrettin Paşa hiç doğmasaydı…
Yazarın önemle üzerinde durduğu ve defaatle altını çizdiği diğer önemli bir husus da, Taif’te bulunan 22. Hicaz Tümen Komutanı ve Genel Vali Galip Paşa’nın ihmal ve gafletidir. Galip Paşa kendisine gelen isyanla ilgili istihbaratı dikkate almamış, istihbaratı getiren subayları azarlayarak muamele etmiştir. Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ı imkân olmasına rağmen tutuklamamıştır. Topçu ateşi karşısında dağılan asileri takip etmemiş, Mekke’deki isyanı elindeki imkânlara rağmen bastırmamıştır. Taif’in kuşatılmasını seyretmiştir. Elindeki yeterli miktardaki cephaneyi ve yiyeceği gözardı edip direniş göstermeden şehri teslim etmiştir. Hicaz İsyanı’nın başarıya ulaşmasında Galip Paşa’nın bu ihmallerinin ve gafletinin büyük payının bulunduğunu zikreden İsmail Köse, Şam’da bulunan 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın hatalarının da bu isyanın başarıya ulaşmasındaki rolüne dikkat çekiyor. İstihbarat zafiyeti, her iki kanal harekatının da başarısızlıkla sonuçlanması gibi sebepler bunlardan birkaçıdır.
Hicaz isyanı dendiğinde Medine Müdafaası ve Fahrettin Paşa’dan söz etmemek olmaz. İsmail Köse, Medine Müdafaası’nı ve Fahrettin Paşa’nın kahramanca direnişini geniş bir şekilde aktarıyor bizlere kitabında. Hicaz’daki isyana en başından beri komuta eden ve Hüseyin’e askeri konularda müşavirlik yapan Albay Wilson o kadar çaresizdir ki 30 Aralık 1918 tarihinde Hüseyin’e göndermiş olduğu mektupta “Tanrı’dan dileğim keşke Fahrettin’in annesi kısır bir kadın olsaydı”, yani Fahrettin Paşa hiç doğmasaydı diye yazdığını naklediyor yazar.
İsyan ile Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasının yolu açılmıştır
İsmail Köse, Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ı Mısır’da İngilizlerin Yüksek Komiseri Lord Kitchener ile görüşmeye gönderdiği ve İngilizlerle ilk teması kurdukları bu görüşmeyi, “Şerif Hüseyin ve oğullarının, Majesteleri Hükümeti’nin içi boş vaatlerine kanarak Osmanlı ordularına arkadan saldırdıkları, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasının yolunu açan ve hatta buna yardım eden, Arap coğrafyasındaki, Afrika’nın kuzeyindeki sömürgeleştirme, istikrarsızlık, yoksulluk ve geri kalmışlığın uzun süre kader haline gelmesine neden olan hadiseler zincirinin başlangıç noktası olan bu ilk görüşme…” ifadeleriyle değerlendiriyor. Bu değerlendirme aynı zamanda isyanın başından bugüne kadar yaşanan mağduriyetleri ve isyanın doğurduğu neticeleri çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.
İsyanın en önemli neticelerinden birisi de İsrail devletinin temellerinin atılmasıdır. İsyan, Şerif Hüseyin ve oğullarının İngilizlerle beraber bir tertibidir. Şerif Hüseyin isyan sonrasında İngilizlerle anlaşamamış, isyan sonunda umduğu halifeliği ve Arap Krallığı’nı elde edememiş, Kıbrıs’a sürgün gitmiştir.
İsmail Köse büyük ölçüde İngiliz arşivlerine dayanarak hazırladığı eserinde Hicaz İsyanı’nın adeta anatomisini çıkarıyor. Konuya dair birçok soru cevabını buluyor bu eserde. Ve bugün Ortadoğu’da yaşanan kaosun tarihi arka planını aktarıyor bizlere. Yaşananları da anlama ve anlamlandırma imkanı sağlıyor.
Metin Uygun
http://www.dunyabizim.com