Önce Osmanlıyı mağlup edip paramparça ettiler. Kendi aralarında paylaştılar. Sonra özgürlük mücadeleleri verilmesin diye her bir parçaya birer bayrak ve marş vererek Özgür-müş gibi yaptılar. Bu yalancı özgürlük mücadelesine inananlar hala kendilerine sahte özgürlüğün verildiği günü “kurtuluş günü” olarak kutlarlar. O gün bu numarayı yutmayanlar hain olarak damgalanıp idam ve katliamlarla ortadan kaldırıldılar. İşbirlikçiler bilinçli olarak bu “sahte kurtuluşun” tadını çıkarttılar.
Sahte kahramanlar, sahte kurtarıcılar ve sahte özgürlüklerin süreç içerisinde boyaları döküldü. Sömürgecilerin esaret altındakilere uyguladıklarından daha beter tahakküm ve zorbalık uyguladıkları geniş kitlelerin dikkatinden kaçmadı. Bütün çabalara rağmen gerçek özgürlük kıvılcımları şimşek gibi özellikle genç dimağlarda çakmaya başladı.
Sömürgeciler günümüzde bile aynı hileye başvurup bir ülkeyi işgal ederken özgürlük vaadiyle işgal ediyor, esaret zincirlerini vurduktan sonra “artık özgürsünüz, bizim size verdiğimiz kanunlarla idare eder, kontrolümüzde ekonomik faaliyetlerinizi yürütür, sizin için bestelediğimiz şarkılarla eğlenebilirsiniz” diyorlar.
Bu sahte özgürlük numarasını yutmayanlar gerçek özgürlüğün izini sürmeye devam ettiler, peşini bırakmadılar, sahte özgürlükçüleri sürekli deşifre ettiler. Sömürgecilerin adamları bu mücadele karşısında acze düştüler. ‘Sahte özgürcülük’ giderek kan kaybediyordu. Özgürlükçünün sahtesi ve gerçek olanı toplumun değer yargılarına, inancına, örfüne bağlılığından, sadakat ve saygısından anlaşılıyordu. Ramazanda toplumun karşısında su içenlerin, tesettürüne savaş açanların sahte özgürlükçü oldukları gün gibi ortaya çıkmıştı.
İşte tam bu tehlikeye karşı sömürgeciler yeni bir hamle yaptılar. Gerçek özgürlük arayışını sürdürenler arasından işbirlikçiler edinerek “gerçek özgürlükçülerin çakmasını/benzerini” icat ettiler. Artık gerçek çok daha fülulaşmıştı. Bunun sahtesini gerçeğinden ayırmak adeta imkânsız hale gelmişti. Gerçek özgürlük arayanların önü dili, dini, mezhebi meşrebi, örfü âdeti, yaşantısı kendisine tıpa tıp benzeyenlerce kesilmişti. Dil aynı, söylem aynı, eylem aynı hatta renk ve koku aynı. Bunlar da paralel sahte kurtuluşçu olarak sömürgecilere hizmet sunmaya başladılar.
Öyle ki, gerçek özgürlük mücadelesini başlatan kurtuluş önderleri “bunlar bizden koptular, bizimle alakaları kalmadı, sömürgecilerimizle iş tuttular, bizim için çok daha vahim tehlikeler oluşturuyorlar, düşmanlarımızın işlerini kolaylaştırıyorlar” dedikçe paralel özgürlükçüler: “hocalarımızın abilerimizin büyüklerimizin bu söylemleri birer taktiktir, numaradır, bize saldırır gibi yaparak aslında bizi koruyorlar” dediler. Gel de çık işin içinden çıkabilirsen!
Mevcut Nizamı yıkıp yerine Milli Nizamı kurmak isteyenlere “işte hayalini kurduğunuz nizam” diye uğruna şehitler(!) verilen laik demokrasi sunuldu. Bu demokratik laik nizamın da artık şehitleri(!) olmuştu.
İşler o kadar karmaşık hale geldi ki, tekel binalarına “sarhoş düzen yıkılacak” sloganını yazanlar rakıyı, piyangoyu, kumarı çeşitlendirdiler, çoğalttılar yaydılar ve koruyup kolluyorlar. Düzeni yıkmak için yola çıkanlar aynı düzenin bekçilerine dönüştüler. Laik, demokratik, Kemalist düzenin başına geçenler, yönetenler bize benzeyince çoğu kişi düzenin değiştiği, İslamileştiği zehabına kapıldılar. Şimdi mevcut düzeni İslam’ın son kalesi, okçular tepesi görmeye başladılar. Son kalede dönen rüşvet ve çeşitli yolsuzluk skandallarının; okçular tepesindeki sarhoş naralarının İslam’a fatura edildiğini görüyor ama görmezden geliyorlar.
Bir de bu sahte İslam nizamının Batılılar ve Amerika tarafından yıkılmak istendiği numaraları insanı kahrediyor. ABD ve Batı bin bir güçlükle inşa ettikleri yeşile boyanmış Laik, Demokratik, Batıcı, NATO’cu, AB denen haçlı ittifakı yanlısı nizamı yıkıp da yerine neyi getirecekler?! Onlar için bundan daha iyisi ne olabilir?!
Gerçek kurtuluş mücadelesini tavizsiz sürdürenlere selam olsun!
İslami Analiz / Emin Güneş