Kazanmak Kaybetmekten Daha Zordur
“Babam arayıp seni evlatlıktan reddettik, artık ne annenle ne de benimle bir irtibatın olabilecek dediğinde ciddiye almamıştım ama reddedildiğimi belgeleyen evrak tarafıma ulaşınca sarsıldım, üzerimden TIR geçmiş gibi hissettim, ezildim, küçüldüm toprağın altına girip kaybolmak istedim” demişti Nevriye. Ailenin tek çocuğuydu ve ilk dini eğimini cami imamı olan babadan almıştı. Üniversiteye başlayıncaya kadar her şey normal seyrediyordu ancak Nevriye İstanbul Üniversitesi’ni kazanıp aileden uzaklaşınca şehrin büyüsüne kapılmış ve farklı yaşam tarzlarına özenir hale gelmişti. Tatil dönemlerinde Amasya’daki baba evine gittiğinde anne-baba bir şeylerin yolunda gitmediğini fark edip endişelerini dile getirmişlerdi ama Nevriye artık hayata farklı bir pencereden bakıyordu ve aile ile çatışmayı göze almıştı. Üniversiteyi bitirdiği yıl başörtüsünü çıkardı, hayat tarzını tamamıyla değiştirdi ve ateist bir gençle aynı evi paylaşmaya başladı. Nevriye gece geç vakte kadar eğlence merkezlerini dolaşıyor, alkol alıyor gündüz ise ticari bir sektörde çalışıyordu. Aile, çocuklarının farklı kulvarlarda yaşadığını öğrenince arayıp tehlikeli bir yönde ilerlediğini ifade etmiş ve hayat tarzını değiştirmediği takdirde kendisini evlatlıktan reddedeceklerini ifade etmişlerdi ama Nevriye bu ifadelerin öfke anında sarf edildiğini düşünmüş, pek de önemsememişti. Nasıl olacaktı ki? Bir baba evladına kızabilirdi, nasihat edebilirdi, eleştirebilirdi ama nasıl reddedebilirdi? Nevriye buna hiç ihtimal vermemiş ailenin bir süre sonra kendisini bu haliyle kabulleneceklerini düşünmüştü. Fakat babanın kararı netti ve onunla hukuki ve duygusal bağlarını koparmaya karar vermişti.
Bir sabah vakti kapı çaldı ve postacı kapıya bir evrak bırakıp gitti. Nevriye evrakı açtığında evlatlıktan resmi olarak reddedildiğini öğrendi ve olduğu yerde donup kaldı. Bütün kapılar kapandı, bütün hayaller uçup gitti, tarihi hafızası, kökleri ile bağları ve yaşanmışlıkları birkaç dakikada siliniverdi. Anne-baba tarafından terk edilen bir gence bütün dünyayı verseler de neyi değiştirirdi? Yalnızlığı bütün hücrelerinde hissetti ve yarım saat boyunca koridorda anlamsızca yürüdü sonra omuzlarını soğuk duvarlara yaslayıp ağladı, ağladı, ağladı…
Genç kızın bütün kazanımlarını terk edip kokuşmuş bir hayatın içine doğru sürüklenmesi elbette her anne-baba için bir travmadır ama onu düştüğü çukurda terk etmek savaşı kazanmak değildir ki! Düşünüyorum bir tarafta varoluşuna anlam katan her şeyi kaybeden bir genç kız, diğer tarafta çocuklarını hayatlarından çıkararak intikam aldıklarını düşünen bir aile… Peki, bu savaşın kazananı kim? Hiç tereddüt etmeden genç kızı yerden yere vurabilir ve babanın haklı olduğunu iddia edebilirsiniz ama bilinen bir gerçektir; kazanmak zor, kaybetmek kolaydır ve baba kolay olanı seçmiştir. Ayrıca şartlar ne olursa olsun babanın çocuğuna iki borcu vardır; ona sevgisini vermek ve kendini güvende hissettirmek. Hayatının en kritik döneminde baba çocuğunu reddetmek yerine sevgi ile yaklaşıp el uzatamaz mıydı? Çocuklarımız hata yapabilirler ancak hatadan dönme şansları her zaman vardır ve biz düştüklerinde onları orada bırakmak yerine el uzatabilmeliyiz.
Nevriye ile üç yıldır görüşmüyorum, son durumundan haberdar değilim ama özenti bir hayatı seçip şehrin karanlık sokaklarında kaybolan genç kızın ve onu hayatından tamamen çıkararak cezalandıran babanın hikâyesi zihnimden hiç silinmedi ve bu olayın bana hatırlattığı şey şu oldu: Kaybetmek kolay kazanmak ise zordur…
Milli Gazete / Fatma Tuncer