Sakın ola “günaha düşmek ile günah içinde yüzmek” durumlarını birbirine karıştırmayalım. Nitekim günümüzün insanları bu iki durumu birbirine karıştırmaktadırlar. Suyun içinde kulaç attıkları gibi günahta yüzüyorlar. Bu yüzden günaha düşme zamanı ve fırsatı bulamıyorlar. Hatta günahı bir tercih meselesi yapmış, bir yaşam felsefesine dönüştürmüş, sonra da; “ma ben ne yaptım ki?” diyerek zeytin yağı gibi üste çıkabiliyorlar. “Günaha düşmek ile günahta yüzmenin birbirinden çokça farklı iki durumu ifade ettiğini hemen her platformda vurgulamakta fayda mulahaza ediyorum.
“Günaha düşmek” insan olmamızın bir sonucudur. Her insan her yerde, her zaman ve her an günaha düşebilir. Ancak “günahta yüzmek, günahla yaşamak, günahın içinde debelenmek, günahın içinde sevinç çığlıkları eşliğinde ıslık ve alkış çalmak, günah çukurunda sakız çiğnemek veya mutluluk pozlarını vermek, günah denizinde yüzmek, hiçbir şey olmamış gibi davranmak” Müslümanlara ait bir ahval değildir. Unutulmamalıdır ki günahı kanıksamak, yokmuş gibi davranmak bir başka cenahtan baktığımız vakit imanî bir mesele olduğunu da görmüş olacağız. Günahta yüzmek işlenen günahı, günah olarak görmemeye sebebiyet verir ki, işte o vakit iman devreye girer ki orada insanoğlu küfre yelken açar, fâsık olur.
“Günahta yüzmek” durumunu anlayabilmek ve zihinlerimize kazıyabilmek adına fâsık kavramını gözlerimizin önüne sermekte fayda mülahaza ediyorum. Her konuda olduğu gibi dini düşüncelerimizi şekillendiren, hayatımıza yön veren, helal ve haram karşısındaki duruşumuzu belirleyen, Allah’ın koruluğuna karşı tutumumuzu düzenleyen kavramlarımızın manasını da Kur’an ve sünnete sunmaktan başka bir çıkış ve kurtuluş kapımız yoktur. Hayatımızı düzene sokmak adına ilahi kelamdan esinlenerek yola çıkacağız; zihnimizi, düşüncemizi ve fiillerimizi bu denklemle düzenleyeceğiz. Fikirlerimizin ana menbaı olan kavramlarımızı da bu minvalde anlamaya ve yorumlamaya çalışacağız.
Fâsık kavramını ayetler çerçevesinde anlamamız ve zihnimize olması gereken şekliyle kazımamız ölüm tüneline girmeden evvel davranışlarımızın düzelmesi açısından kaçırılmayacak bir fırsat olacaktır.
Günümüz insanlarının zihninde fâsık kavramı her ne kadar günahkar (günah işleyen Müslüman) olarak biliniyor ve anlaşılıyor olsa da dini literatürde bu kavramın, günahları aleni bir şekilde, hem de sıkılmadan ve uslanmadan işleyen kişi manasında kullanıldığını belirtmekte fayda vardır. Bu kavramı Kur’an’ı Kerim sayfalarında tarattığımız vakit yaklaşık otuz yerde rast geliriz. Fâsık kavramının kullanıldığı ayetlere, doğru bir anlamak vermek ve güzel bir şekilde yorumlamak adına ciddi bir eğilim gösterdiğimizde bu kavramın birbirinden farklı manalarda kullanıldığına da şahit olacağız. Bu kavramın kullanıldığı konulara dikkatlice baktığımızda; “Kafir, Yahudi, Hristiyan, Münafık ve açıkça günah işleyen şahıs”larla alakalı olarak kullanıldığını görebiliriz.
Bu kavramı birkaç ayet üzerinden tanımak istersek şu ayetlere odaklanmakta fayda mülahaza ediyorum: “Bilin ki, aranızda Allah’ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkarı, fâsıklığı ve (İslam’ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.” (Hucurat/7)
“Allah, hakikatleri beyan için bir sivrisineği, hatta küçüklük ve kıymetsizlikte ondan daha aşağı bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler, bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu hemen bilirler. Kafirler ise: “Allah böyle bir misal ile ne demek istiyor, acaba?” derler. Allah onunla bir çok kimseyi sapıklığa düşürür, yine onunla pek çoklarını da doğru yola erdirir. Aslında Allah, onunla ancak fasıkları sapıklığa düşürür.” (Bakara/26)
“Bunun ardından yüz çevirenler var ya, işte onlar fâsık olanlardır.” (Al-i İmran/82)
Bir başka ayeti kerimede de fâsık kavramı şöyle kullanılmaktadır: “Andolsun, biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fâsıklar inkâr eder.” (Bakara/99)
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fâsıkların ta kendileridir.” (Tevbe/67)
“Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir.” (Nur/4)
Zikrettiğimiz bu ayetlerden açıkça anlaşılacağı üzere fasık veya fasıklık, İslam’ın emirlerine karşı çıkmakla eş değerde olduğunu, sapıklığa düşen, Allah’ın çizdiği sınırlardan yüz çeviren birer kafir olduklarına şahit olduk. Hatta açıkça günah işleyen söz konusu fâsıkların en önemli özelliklerinden birinin de birer münafık olmalarıdır.
Bizlere yol göstermesi açısından bu ayetlerin yeterli olduğunu düşünüyorum. Özellikle gayr-i müslim kişilerin fâsık olarak niteleniyor olmasının en bariz göstergesinin Allah’ın yasakladığı günahları sıkılmadan, utanmadan ve arlanmadan hem de aleni bir şekilde işliyor olmalarından kaynaklandığına şahit oluyoruz. O halde bir Müslüman Allah’ın yasakladığı bir yasağı, bir haramı açıkça işleyemez. Günahları ahlak haline getiremez, sınır ihlallerini rutin olarak yaptığı iş ve işlemlerine eklemleyemez, günün yirmi dört saati böylesi bir pislik havuzunda yüzemez.
İçki haramdır. Şeytana veya nefsine aldanmak suretiyle bir Müslüman hayatında bir seferlik de olsa içki pisliğine bulaşabilir. Bu haramı işlemenin hesabını ahirette mutlaka verecektir. Dua eder, pişmanlık duyar, bir daha dönmemek üzere içten ve samimi bir şekilde söz verirse rabbine; Allah kendisini affedebilir. Bu da ayetlerle sabittir. Bunun önünde hiçbir engel yoktur. Ancak bir Müslüman aleni bir şekilde, ulu orta, hem de insanların gözü önünde Allah’ın haram kıldığı bu melaneti her gün içemez, bu günaha dalamaz, böylesi bir havuzda yüzemez, böylesi bir pislikte yüzemez. Eğer bu haram içeceği kullanacak olursa ayetlerin tarif ettiği üzere fâsık kavramının çerçevesine dahil olmuş olur, yani fâsık olur.
Bir Müslüman faiz işleyemez. Faiz işlemenin Allah ve Rasulüne açılmış bir savaş olduğunu bilmesi ve öğrenmesi her Müslümanın üzerinde farzı ayndır.
“Bilmiyordum, duymadım, okumadım, farkına varmadım, kanunen suç değildi. Ne bileyim, düşünemedim, akledemedim. İnsanların söyledikleri nakaratları ben de gelişi güzel dillendirdim. Onların arkalarından herkesin yürüdüğü gibi ben de yürüdüm. Gözlerimi sabit bir noktaya odaklamış, hakkı ve hakikati görmeye izin vermedim. Kulaklarımı bazı söylemlere karşı tıkamıştım. Kalbim her şeyi anlıyordu ancak bazı ilahi kural ve kaidelere karşı kilitliydi. Kimi kodaman insanın beni kandırabileceği ihtimalini düşünmek dahi istemedim. Söylenenlerin doğru mu yanlış mı, yalan mı gerçek mi, sahih mi sahte mi, ilahi mi beşeri mi olduğuna açıkçası hiç dikkat etmedim.” yaklaşımı veya söylemi öldükten sonra yani ahirette geçerli olmayacaktır.
Ancak kişinin insan ve beşer olması hasebiyle bir seferlik de olsa ayağı sürçebilir ve bu günaha düşerek Allah ve Rasulüne savaş açabilir. Tövbe ve istiğfar etmediği müddetçe bu iş ve işlemin hesabını ahirette vereceğinden kuşku duymamak gerek. Ancak bir Müslüman, tüm kazancını faizden sağlayamaz. Faizli iş ve işlemlerle bir hayat boyu debelenemez, bir adımlık yol dahi olsa ilerleyemez. Tüm mal varlığını faizden devşiremez. İsteyerek ya da ismini değiştirerek bu melanetle bir hayat boyu hiçbir şekilde yaşayamaz. O halde geçimini faizden kazanan kişi fâsıktır.
Müslümanım diyen insanların namaz kılması ilahi emir gereği farzı ayındır. Ergenlik yaşına ulaşmış her müslüman, bu emri hakkıyla ifa etmekle mükelleftir. Duymadım, bilmiyorum, okumadım, okulda öğretmediler, camide anlatmadılar, asıl suçlu hocaydı öğretmendi, fırsat bulamadım, ticaretim el vermedi deme hakkına sahip değildir. O halde bir Müslüman vakit namazlarını düzenli bir şekilde kılıyor iken herhangi bir sebepten dolayı, uykuda kalmak, unutmak veya uzun bir sure baygın kalmak suretiyle bir vakit namazı kaçırabilir. Bu bir günahtır ve hesaba dahildir. Allah dilerse affeder o kişiyi, dilerse de cezasını verir. Ancak bir Müslüman: “Ben namazı terk ettim, artık kılmıyorum.” demez/diyemez. Namazı aleni bir şekilde terk ettiğini söyleyen her insan aslında bir fâsıktır. Çünkü fasıklar açıkça günah işlerler veya diklenerek ilahi emirlere karşı gelirler.
Bu gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak şöyle toparlayacak olursak, gerek farzları aleni olarak yerine getirmiyorum diyenlerin, gerek haramlara aleni olarak hem de çevresindeki bütün insanları şahit kılarak dalanların yukarıda zikrettiğimiz ayetlerden yola çıkarak fâsık olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kur’an’da emredilen farzları yerine getirmeyenleri bu kategoriye koyabileceğimiz gibi nehyedilen fiilleri yani günahları aleni olarak işleyen her insanı bu kategoriye katmakta bir beis yoktur.
O halde sergilediğimiz davranışlarımızı yeniden anlamlandırmak için Kur’anî bir gözlüğe ihtiyaç hissettiğimizi dile getirmekte fayda vardır. Aleni bir şekilde işlediğimiz fiiller veya ilanen yerine getirmediğimiz farzlar hakkında bir karara varmamız, hesaba çekilmeden evvel zifiri karanlığa doğru ilerlediğimiz bu dünya serüveninde, başı dik bir şekilde aydınlığa çıkmamız adına önemli bir adım olacaktır.
Unutmayınız ki! Kendimize soracağımız şu soru kurtuluşumuz adına son derece önemlidir: “Günaha mı düştüm, yoksa günahta mı yüzdüm?”
Nihat Güç / İslam ve Hayat