Kur’an, cehaletin zıddı olan ilmin önemini vurgularken şunu söyler: “… Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer: 9). Kur’an’ın kastettiği ilim ve bilgi vahyin kendisi olduğu için ilme bir değer yükler ve insanı ayrıma tabi tutar. Bilenlerle bilmeyenleri ayıran Kur’an aynı zamanda insanları ilme çağırır. Takdir edersiniz ki Kur’an’ın kastettiği ve çağırdığı ilim, tüm Nebilerin/Rasüllerin getirdiği vahiyden/ilimden başkası değildir. Günümüzde ise toplumları yönlendiren yöneten sözüm ona bilgi ilimden/vahiyden, dinden tamamen koparılmış seküler ve materyalist bir karaktere bürünmüştür. Hal böyle olunca dışarıdan ithal edilen bilgilerin neredeyse tamamı çarpıtılmış, bozulmuş, özünden koparılmıştır. Yani içerisinde hakikat kırıntıları olsa bile, güvenilir olmaktan oldukça uzaktır. Dolayısıyla Kur’an’ın, İslam’ın nuru (vahiy/ilim) ile aydınlanmayan toplumlar hak ve batıl ayırımını maalesef yapamamaktadır. Bu ayırımı yapamayan ekserunnas (insanların çoğu) ise tarihin her döneminde kullanışlı bir nesne olmaktan kurtulamamıştır. Özne olmaktan çıkıp nesneleşen insana şekil vermek, çekip çevirmek ise ulus devletlerin işini kolaylaştırmıştır. O halde nesne değil özne olarak dünya sahnesindeki yerimizi almak zorundayız. Bunun yolu da vahyi/ilmi doğru okumaktan geçer. İşte o zaman emperyalistlerin yazdığı tarihi değil Müslümanların kendi yazdığı tarihi okuruz.
Vahyin, ilmin, âlimin, okumanın ve yaratılış gayesinin önemini doğru anlamak istiyorsak Kur’an’a kulak vermek zorundayız. “(Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer: 9). “…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fatır: 28 ) “Şayet sana gelen ilimden sonra onların isteklerine/arzularına uyarsan, seni Allah’ın (azabından koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulursun.” (Bakara: 120). Bazı meallerde “Allah’ı gereği gibi bilim adamları sayar” gibi soğuk ifadelere rastlamak mümkün ama kusura bakmasınlar bu ifade Kur’an’ın ifadesi olmaktan uzak ve içerisinde modernizm kokuyor.
“…Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.” (Bakara: 145). Ve “… De ki Ey Rabbim! İlmimi artır.” (Taha: 114). “Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.” (Nisa 162). “Sana Kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler. Hâlbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Ali İmran: 7).
Kur’an’ın ilme bakışı ve ilmi nasıl tanımladığını yukarıda kısaca gördük. Gerek önceki kitaplarda, gerekse Kur’an’da/İslam’da, ilimden kastın vahyin olduğu net olarak anlaşılmaktadır. Ve tüm Rasuller/Nebiler bu ilmi sadık (vahiy) ile insanları Allah’a çağırmışlardır. Peki! İlmin bir de sözlük anlamına bakacak olursak: “Bilmek” “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması, tümel ve tikellerin kavranmasını sağlayan bir sıfat” gibi değişik şekillerde tarif edilmiştir. “Bilgisizliğin (cehl) karşıtı” biçiminde de tanımlanır. (TDV İslam ansiklopedisi) .
Demek ki hakikatin künhüne vakıf olabilmek için ilimde derinleşmek gerekiyor. İlimde derinleşmenin, eşyaya hikmetli bakabilmenin, cehaletten kurtulmanın ve ince bir kavrayışa sahip olabilmenin ilk şartı da hiç şüphesiz okumaktır. Ki yukarıda ilimle alakalı ayetlerin küçük bir bölümünü sizlerle paylaştık, sebebine gelince bu paylaşım okumaya dair bir alt yapı oluşturmak amaçlıdır. Ama nasıl bir okuma ve bu okumanın hangi yöne hareket edeceği okuyucunun düşünce tasavvuruna ve zihin yapısına bağlıdır. İslam’dan bağımsız özgür bir okuma biçiminin insanı nereye sürükleyeceğini kestirmek zordur. Ama görünen köy kılavuz istemez misali bu tür okumaların yolu vahiyle kesişmediği müddetçe genelde zulmün ve zalimin işine yaramıştır. Demek ki okuma, zararlı veya (maruf ve münker) faydalı olabilir. Sadece Nebilerin okuması tek yönlü ve mutlak doğru bir okuma biçimidir.
Bu bağlamda Kur’an’ın Hz. Nebi’ye ilk hitabeti oldukça anlamlıdır: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak: 1-5). İşte İslam ümmetinin okuma biçimi bu olmalı. Ne adına okunacağı, niçin ve nasıl okunacağı alemlerin Rabbi tarafından bize bildirilmiştir. Bize düşen görev ise ayetin ne dediğini doğru okumak/anlamak olmalı. Bu bağlamda gerek indirilen ayetlerin gerekse tabiat ayetlerinin okunması Allah’ın insana yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu da biz farz olarak okumak/anlamak zorundayız. Sadece şunu söyleyebiliriz, her müminin biyolojisi, dili, coğrafyası, rengi ve şartları nasıl farklıysa okuması da farklık gösterebilir ama sonuçta tıpkı diğer ibadetler gibi okuma eylemini gerçekleştirebilir. Çünkü elimizdeki en büyük dayanağımız olan vahyin ilk emri OKU’ dur.
Birileri hemen itiraz edecektir, herkes okuyabilir mi? Her okuyan mutlak doğru yolda mı? Veya nice okuyanlar var ki sapkınlığın zirvesine çıkmış. Biz bunu yukarıda söyledik. Daha da önemlisi Rabbimizin şu uyarısı: “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir…” (Cuma: 5). Evet, haddi aşmaktan ve böyle bir okuma biçiminden Allah’a sığınırız. Dikkat edersek ayetin kastı okuyana değil, okuduğu ile amel etmeyenlere. Kur’an’a yakından bakınca neyi gördük? Tüm Rasüller/Nebiler ve onlara tabi olan ilim sahipleri vahiy merkezli bir okuma yaptıkları için kurtuluşla müjdelenmişlerdir. Yine Kalem suresinde Rabbimizin kaleme ve yazıya yemin etmesi sebepsiz değil elbette. Çünkü kalem ve onun yazdıklarının bir anlam ifade etmesi için kullar tarafından mutlaka okunması gerekir. Zaten Kur’an’ın indiriliş sebebi okunmak, anlaşılmak ve yaşanmak içindir. Aksi halde okunmayan bir metin nasıl anlaşılır?
Okumanın Zararları
İlim sahibi olmak için okumanın elzem olduğunu söyledik, ama okumanın ‘zararları’ da yok değil işin doğrusu. İnsanlar belki de okumanın zararlarından kurtulmak ve omuzlarına yük almamak için kendilerine bir mazeret gösteriyor olabilirler. Çünkü okumak (vahiy merkezli bir okumadan bahsediyoruz) demek sorumluluk yüklenmek demek. Okumak, belki de konforunuzun kaçtığı, rahatınızın bozulduğu bir yaşam demek. Okumak, mazlumdan yana olup müstekbirlere karşı kıyam etmek demek. Okumak, tevhidi bilinci kuşanıp bir daha Hira’ya dönmemek demek. Okumak, küfre, tuğyana, zulme, baş kaldırıp hakkı ve hakikati dile getirmek demek. Okumak, makam ve mevkiden mahrum olmayı göze almak demek. Okumak, farkına varmak, sorumluluk almak ve omuzlara yük almak demek. Okumak, gereğince kul olmaya çalışmak ve tabiat ayetlerini derin derin düşünüp Rabbim sen bunları boşa yaratmadın diyerek secdeye kapanmak demek. Okumak, zaman gelir Nebiler gibi sürgün, dışlanmak, horlanmak, aşağılanmak ve gözyaşı demek. Hatta okumak, geleceğe dair hayaller kurmak demektir. Hâsılı sözünü ettiğimiz okuma biçimi dünyevi zevkler ve menfaatlerin birçoğundan mahrum olmak demektir. İşte bu saydıklarımız müminler için dünyevi zararlarıdır. Fakat dünyada birilerine zararlı görünen bu okuma biçiminin insanı esenlik yurduna çağırması ve uhrevi beklentisinin çok yüksek olduğu için bize huzur ve güven veren, başımızın tatlı belası diyebileceğimiz bir okumadır.
Tevhidi bir gözle okumanın yukarıda saydığımız riskleri her dönem olmuştur. Bunun en ağır bedelini en başta Rasuller ve birçok İslam alimi ödemiştir. Elbette ki bedeli ödenmeyen bir değerin kıymeti de olmayacaktır. Kastettiğimiz okuma biçimi Nebiler gibi ilme, ahlaka ve salih amele dönüşen bir okumadır. Ters yönde bir okuma, dünyada bir cennete dönüşse de ahir hayatımızda bizi sadece ateşe sürükler ki bu da okumanın en zararlı olanıdır. O halde yapmamız gereken Nebilerin izlerini sürmek olacak. Bu anlamda bütün Nebilere öğretilen okuma biçimi, daha yaratılış aşamasında ilk insana da eşyayı nasıl okuyacağı Allah tarafından öğretilmiştir: “Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bakara: 31). Daha yaratılıştan eşyayı doğru okuma, anlama, isimlendirme, kullanabilme yetileriyle donatılan insan, ilmin önemini tüm varislere/nesillere aktarmıştır.
Burada tekrar altını çizmek isteriz ki, okumaktaki kastımız vahiy merkezli olmakla beraber vahyin genetiğiyle oynamayan tali okumalara ve müspet ilimlere de karşı olduğumuz anlaşılmasın. Çünkü tüm tali (okumalar) yollar sırat-ı mustakim dediğimiz ana (kitaba) yola çıktığı müddetçe bunlar da vahiy merkezli müspet okumalardır. Aksi halde insanın/insanlığın önünü tıkamış oluruz. Önemli olan ekini ve nesli bozmayan, ahlaki kaygılar taşıyan, Allah ve elçisine savaş açmayan, fıtrata müdahale edip Allah’ın emanetine ihanet içermeyen bir ilim ve okuma biçimi olması. Bugün aydınlanma adına bize dayatılan materyalist felsefenin düşünce ve okuma biçimleri sadece bilgi yığını olmaktan öteye geçmiyor. Çünkü: “İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız.” (Kehf: 105). Amelleri yok sayılan bir topluluğun (kibirli oryantalistlerin ve servet sahiplerinin) ilminin de bir değerinin olmayacağı aşikardır. Allah’tan bağımsız bir ilim/bilim ve okuma biçimi sadece kuru bir bilgi ve ciltlerle kitap taşımaktan ibarettir. Ama bu materyalist düşünce akımlarını ve bilgi tezlerini Müslümanlar bilmeli mi dersek? Evet, bilmeli. Ki genç kuşakları kurtaracak karşı tezler sunabilsinler.
Okumamanın Zararları
Okumaya karşı set çekip karşı tez geliştirenlerin en büyük dayanağı okumuş cahillerin örnekliğidir. Hâlbuki bizde bir deyim vardır, kötü örnek örnek olmaz. Bu örneklendirme aslında bir çıkış/kaçış yolu olmakla beraber haklı yönleri de yok değil. Fakat neden iyiler örnek alınmaz da kötü olanlar örnek alınır? Elbette ki dünyada en çok okuyan en iyi insan değildir. Ne biz ne de başkası böyle bir iddiayı ileri süremez. Ancak elçilerin izini sürüp onların öğretilerine baktığımızda doğru bilginin yolu da vahiyden/okumaktan geçer. En azından bizim okumaya yüklediğimiz anlam bu yöndedir. Aslında okumaya karşı mazeretler üretmek yerine nefsimizin bize neler fısıldadığını itiraf edip nefsimizle yüzleşmek zorundayız. Okumadığımız veya okuduğumuzda neler kazandık neler kaybettik, buna bakmamız lazım.
Aklımızdan hiç çıkarmamalıyız ki, her okuyan mutlak doğru veya kesin kurtulmuştur demiyoruz/diyemeyiz. Böyle bir iddia insan gerçeğiyle çelişir. Bugün nice okumuş cahilleri görüyoruz ki tuğyanda/kafirlikte sınır tanımaz. Onlar belki kraldır veya bir sanatçı, belki de dünyanın en zengin insanıdır, devlet başkanıdır, makam sahibidir ama kibirli bir putperesttir veya zalimdir. “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar?” (Münafıkun: 4). Ayeti kerime her ne kadar münafıkları kastediyor olsa da vahyin özelliği gereği genele hitap etmede bir engel teşkil etmez.
Konumuz gereği ilmin önemini vurgulayan birtakım ayetleri yukarıya almamızın sebebi ilmin, âlimin ve okumanın hak ettiği yeri ve değerinin doğru anlaşılması içindir. Taha suresinde Hz. Nebi’ye hitaben Allah’ım ilmimi artır diye dua etmesini isteyen bir Allah, bu ümmetten aynı şeyi istemez mi? O halde Allah’ın oku dediği bir insana düşen görev, ahlaki olarak benim okuyacak zamanım yok veya okuyamam deme lüksü olmamalı. Tam tersi Allah’tan hakkıyla ilim sahiplerinin korktuğu mesajını hatırlayarak: “Ey Rabbimiz! İşittik ve itaat ettik…” (Nur: 51) demek olmalı.
Dikkat edersek son yıllarda dengeli beslenme adına yığınlarca söz söylenir oldu. Haddi aşmamak ve helal yoldan olduğu müddetçe dengeli beslenmede bir sorun yok. Fakat ruhunu/maneviyatını aç bırakan olup biten hadiselere Allah’ın bak dediği yerden bakamayan insanın dengeli beslendiğini söylemek abesle iştigaldir. Mümin insanlar nasıl ki dünyevi uhrevi ayırımı yapmadan dini bir bütün anlamak/yaşamak zorundaysa, beslenmede de aynı, yani ruh beden ayırımı yapılmadan bütünlük arz etmeli. Bunun için Kur’an’ın defalarca tekrar ettiği gibi aklımızı kullanmamız gerekir: “…O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.” (Yunus: 100). “Akledesiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır.” (Bakara: 242). O halde hakikat yolcularının, aklını kullanıp ilme/vahye değer verip titizlenmeleri gerekir. Ki edindiği doğru bilgi onu ahlaklı, izzetli, kişilikli, kendi ayakları üzerinde durabilen bir şahsiyete dönüştürsün.
Son olarak diyebiliriz ki okumamak kendimizi bir anlamda aldatmak ve hayatımız hakkında alacağımız önemli kararları başkasına havale etmek demektir. Bu da topluma ve kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüktür. Çünkü bizi salih amele, takvaya, seçebilmeye ve taklitten kurtarıp tahkiki imana, kişilikli bir şahsiyete götürecek olan sağduyulu bir okuma biçimidir. Okuma bir fantezi, bir lüks değil, Allah’ın bize yüklediği bir farz ve kulluğumuzun bir gereğidir. Biliyoruz ki diploma adına ve ilimden yoksun tek yönlü okumalar insanı değersizleştirip kalitesini de maalesef düşürmüştür, ama bizim kastettiğimiz okuma biçimi insanı zilletten kurtarıp izzet sahibi yapacak bir okuma biçimidir. Niceliğin görsel büyüsü/makam/mevki bizi aldatmasın, bunlar dünyanın geçici menfaatleridir. Bizim asıl bakmamız gereken niteliktir. Bu niteliği/kaliteyi yakalamanın da tek yolu müminler için, fıtrata, İslam’a, vahye kulak verip sırat-ı müstakim üzere okumak olmalı. Selam ve dua ile.
Allah razı olsun. Çok faydalı bir yazı olmuş.