Bu CHP bizi hiç yanıltmayacak. Baksanıza, 1930’ların, 40’ların “Din zehirdir” diyen yobaz kafası bir daha hortladı. Özgür Özel, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın okul öncesi Kur’an Kursları düzenlemesine karşı çıkarak, Diyanet’in “Ortaçağ zihniyetine yöneldiğini” ifade etmiş. Kışlar bile değişti ama bunlar zamana direniyor.
Kestirmeden söyleyelim: Ortaçağ söylemi baştan sona yalanla dolu.
1) Ortaçağ’da yaşayanlar Ortaçağ’da yaşadıklarını bilmezdi. Bu modern dönemde uydurulmuş bir çağdır.
2) Ortaçağ modern tarihçilerin Avrupa tarihi hakkında yaptıkları bir değerlendirme olup dünyanın başka diyarları için geçerli değildir.
3) İslam dünyasının Ortaçağ ile alakası yoktur. Avrupa’da Karanlık Çağlar’ın yaşandığı iddia edilen dönem tam tersine en aydınlık çağlarımızdır.
4) İslam dünyasında beynini Avrupa’ya/Batı’ya kiralamış bir elit zümre aşağılamak istedikleri inançlı çevreleri “Ortaçağ” silahını kullanarak sindirmeye çalışır. Bernard Lewis gibi ağababaları Avrupalı Oryantalistlerdir. Onların İslam dünyasını aşağılamak maksadıyla kullandığı bu tabiri içimizdeki ajanları kendilerini dışarıya çıkararak hafız yetiştirmek gibi değerlerine sarılmaya kalkanları damgalayıp gözden düşürmek üzere silah olarak kullanmaktadır.
Sözün özü, “Ortaçağ” sanki objektif bir tasnifmiş gibi görünen sinsi bir silahtır. Batı’nın Ortaçağ veya Bilimsel Devrim gibi menhus terimlerini bilmeden kullanmak gaflet, bilerek kullanmak ise ihanettir.
Peki şu Ortaçağ, Ortaçağ denilen zaman diliminde de aynı isimle mi anılıyordu? Yani Ortaçağ insanları bir kenar çağda değil de “Ortaçağ”dayaşadıklarının bilincinde miydi? Sonra neyin ortasıdır bu? Hem bildiğimiz manada Ortaçağ bitmiş midir ki, ona bir dönemin adı verilsin! Bruno Latour’la beraber Avrupa’da bu manadaki Ortaçağ’ın bitmediğini haykıralım: Biz Hiç Modern Olmadık ki (We Have Never Been Modern).
Marc Bloch’a göre Ortaçağlılar gerçekten de çağlarının bir ara, yani orta dönem (medium aevum) olduğuna inanırmış. Yalnız neyin ortasıdır bu, biliyor musunuz? Putperestlik (paganizm) ile Hıristiyanlık arasındaki çağdır! Hıristiyanlık dünyaya yayılmış ve putperestlik üzerinde zahiren ruhanî bir egemenlik tesis etmiştir ama yeryüzünde tam anlamıyla bir “Tanrı Krallığı” tesis edilmemiştir. Ancak o “kutsanmış gün”e doğru bir ilerleme başlamıştır. İşte Ortaçağ denilen dönemde yaşayan din adamlarına Ortaçağ, bu bir kısmı gerçekleşmiş fakat henüz kemâl noktasına ulaşamamış İlahi projenin “orta”sını ifade etmekteymiş, dahası olumlu bir manası varmış.
İlginçtir, ikisi de 1874 yılında ölen Guizot ve Michelet Ortaçağ’ın bugün kullandığımız anlamını icat edecektir. Bir başka deyişle Özgür Özel’in kullandığı adi manada Ortaçağ, Ortaçağ’ın defterinin kapatıldığını savunan modern tarihçilerin bir icadıdır. Ama artık 19. yüzyıldaki “Orta”, kuzeyli halkların Avrupa’yı istilalarından Rönesans’a kadarki “ara dönemi” nitelendirmek amacıyla kullanılmaktadır.
Burada şu soruyu sormak mecburiyetindeyiz:
İyi de Ortaçağ’dan “bize” ne?
Ortaçağ’dan bize ne?
Ortaçağ bizim tarihimizin bir parçası olmayıp Avrupa tarihinin ürünüdür demiştik. Bakın 1965 yılında Ali Rıza Alp adlı bir yazar bizim gerçek Ortaçağ’ımızı şöyle tespit etmiş:
“İlkokul kitabından üniversite kitabına kadar her kitapta Avrupa için olduğu kadar Şark dünyası için de bir Ortaçağ’dan bahsedilir. Bu iddiaları tercüme tarihçiliğimizin yüzkarası olarak daha ne kadar zaman kitaplarımızda tutacağız? (…) Eğer tarihimizde mutlaka bir Ortaçağ bulacak isek (…) tarihçimizden filozofumuza kadar bütün aydınlarımızın mütercim ve şekilci aydın oldukları bugün’ü Ortaçağ olarak gösterebiliriz. Fakat İstanbul’un Fethinden evvelki çağı asla…”
Ne kadar da haklı: Eğer varsa bizim Ortaçağ’ımız 20. yüzyılda yaşanmıştır. Halen o karanlıklardan çıkmaya çalışıyoruz.
Öyleyse Ortaçağ’ı “bizim tarihimiz”in, tarihimizi de Ortaçağ’ın parçası olarak kabullenme yolundaki yaygın ve inatçı tavır nereden kaynaklanır?
Cevap yerine iki soru soralım ki tutanın elini yakan cinsten:
-İstanbul’un fethine kadarki tarihimiz “karanlık” mıydı ki, Fatih’in Ortaçağ’ı kapayıp Yeni Çağ’ı açtığından bu denli gururla söz edebiliyoruz?
-Fatih İstanbul’u fethederken Ortaçağ’ın içerisinde mi nefes alıp veriyordu? Vermiyorduysa zulüm ve sömürü devri olacak Yeniçağ’ın açılmasına neden bu kadar seviniyoruz?
Mesela ders kitaplarında “Ortaçağ’ı kapatıp Yeni Çağ’ı açan” olayın İstanbul’un fethi olduğunu yazarız. Öyle ki, sorgulanamaz derecede kesin bir bilgidir bu indimizde. Oysa kimileri Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfine bağlar onu, kimileri de Endülüs’ün son Müslüman devleti olan Gırnata Emirliği’nin düşmesine. Kaldı ki “Ortaçağ’ı kapattı” derken Fatih ve Osmanlı’nın Ortaçağ’da yaşamakta olduğunu söylemiş oluyoruz ki, Avrupa’nın karanlık çağları ile bizim Ali Kuşçu’ların apaydınlık çağının ne alakası olabilir ki?
Fark ettiğiniz gibi burada Fatih Sultan Mehmed olsa olsa Avrupa’da Ortaçağ’ı kapattığı ve Yeni Çağ’ı açtığı için değerlidir, demenin sinsice bir yolu gizlidir. Oysa Fatih’in derdi, ilâ-yı kelimetullah ve İstanbul’un muhakkak fetholunacağı yolundaki Nebevî emrin yerine getirilmesiydi.
Takvimlerin dini, imanı vardır
Çok sordum, biliyorum ama şunu sormasam etimde şirpençe çıkar:
-İstanbul’un fethi hangi tarihtedir? 1453 yılında mı, 857 yılında mı?
Bu muammayı çözmek için Yahya Kemal’i okumak yeterlidir. Şöyle yazar 1920’lerde:
“Takvimlerin dini, imanı, vicdanı var; mesela sene 857 [Hicri takvimde İstanbul’un fetih tarihi] deyince, İslâm’ın İstanbul’a girdiğini hissediyoruz; bu rakamda anlı şanlı bir tınnet (çınlama) var. 1453 deyince bilâkis Bizans’ın Türklere mağlup oluşu idrak olunuyor; bu rakamda bilâkis bir can çekişme, bir ufunet (kokuşmuşluk), bir günlük [otu] kokusu var. Bu rakamların biri Müslüman, biri değil!”
Tarihimizi kendi gözümüzle yeniden yazma vakti gelmedi mi daha?
Son sözü Cemil Meriç’e bırakalım. Bakın 1976’da neşterini sözde aydınlarımızın beynine nasıl vurmuş:
“Tarihçilerimizin büyük hamakatı var. Ortaçağ! Ortaçağ! Batı Ortaçağ’ı yaşarken biz tarihimizin en şevketli zamanlarını yaşıyorduk. Hem nedir bu nâmütenahî [sonsuz] zamanı balta ile keser gibi çağlara ayırmak? Bu tasnifler çok çocukça ve Batlamyusvarîdir.”
Sağ olsaydı da ‘Bilsen bu topraklardan günümüzde ne katmerli hamakatlar fışkırıyor Üstadım’, diyebilseydim.
Mustafa Armağan/Yeni Akit