Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT), Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova, Moldova, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan ve Ukrayna’da 15 bini aşkın kişiyle yüz yüze yaptığı araştırma, kadınların yüzde 70’inin 15 yaşından itibaren cinsel taciz, takip yoluyla taciz, hane içi dahil birçok şiddet türüne uğradığını gösterdi.
Araştırma ayrıca, kadınların yüzde 60’ının, hane içinde psikolojik şiddete maruz kaldığını, yüzde 23’ünün, eşinin veya birlikte yaşadığı kişinin fiziksel veya cinsel tacizine uğradığını ortaya koydu.
Gençleri evlenmeye razı etmek, neredeyse imkânsız duruma geldi
Avrupa’nın pek çok ülkesinde aile dışında, babasız dünyaya gelen çocuk oranları yüzde 60’ların üzerine çıktı (İzlanda yüzde 70, Bulgaristan yüzde 59, Fransa yüzde 651). Oluşturulan korku atmosferi ve kadın ile erkeğin yeni kodlanma biçimleri nedeniyle gençleri, özellikle erkekleri evlenmeye razı etmek neredeyse imkânsız denebilecek bir duruma geldi. İskandinav ülkelerinde erkeklerin ilk evlilik yaş ortalaması 37’yi bulurken, kadınların ilk evlilik yaş ortalaması 34’lere çıktı. Aynı oran İspanya’da erkekler için 35, kadınlar için 34 yaşına dayandı. Türkiye’de ise TÜİK raporlarına göre evlenme yası 30 oldu. Garip bir şekilde ilk evlilik yaşı yükselirken kadınların menopoza girme yaşları düştü. Dolayısı ile kadınların hiç̧ evlenemeyecekleri veya evlenirlerse, evliliğin doğurganlık sonrası döneme kalacağı bir zamana doğru gidiliyor.
Doğu Avrupa’da 15 yaş üstü kızların yüzde 70’i şiddet veya cinsel tacize uğruyor
Diğer tarafta, aile içi şiddeti düşürmek iddiası ile yola çıkan uygulamaların hayata geçirildiği ülkelerde şiddet düşmüyor, aksine artıyor!.. Bu anlamda aile içi şiddetin en çok rastlandığı ülkelerin başında yüzde 52 ile Danimarka, yüzde 47 ile İsveç̧ ve Finlandiya, yüzde 44’le Fransa geliyor. İsveç’in dünyanın en yüksek tecavüz oranına sahip ülke olmasını eleştiren Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisinin eski lideri Nigel Farage, İsveç̧ kenti Malmö’yü “tecavüz başkenti” olarak isimlendirdi. Doğu Avrupa’da 15 yaş üstü kızların yüzde 70’i şiddet veya cinsel tacize uğruyor.
Tüm dünyadaki çocuk istismarı görüntülerinin yüzde 60’ı Avrupa’dan internete yükleniyor
Avrupa Birliği’ne (AB) bağlı ülkelerde ortalama her 20 kadından biri tecavüze uğruyor, her üç̧ kadından biri, 15 yaşından itibaren fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. AB’de her yıl 15 yaş altı yaklaşık bin çocuk cinayete kurban gidiyor. Her 7 dakikada bir genç̧ şiddet sonucu öldürülüyor. Çocuklara yönelik şiddet ve cinsel içerikli yayınların 2016 yılı rakamları incelendiğinde, çocuk istismarına dair içeriklerin yer aldığı 57 bin 335 internet sitesi tespit edilirken, internet kurbanlarının yüzde 89’unun kız çocukları olduğu ve bu içeriklerin de yüzde 60’ının Avrupa merkezli sunuculardan elde edildiği bilgisine ulaşıldı. Aynı şekilde tüm dünyadaki çocuk istismarı görüntülerinin neredeyse yarısı Hollanda sitelerinden, yüzde 60’ı Avrupa’dan internete yükleniyor. Internet Watch Foundation (IWF, Internet Denetleme Vakfı), Hollanda’nın “çocuk istismarı için suç̧ cenneti” haline geldiği uyarısında bulunuyor.
İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan sonra kadına şiddet arttı
Batı, kendi “aile” yapısının dağılması ile sokaklara mahkûm olan insanları II. Dünya Savaşı yıllarında edindiği tecrübeyle toplama kamplarına yığıyor. Yaşlıları huzurevlerine, özürlüleri bakım evlerine, kadınları sığınma evlerine, evsiz fakirleri sokaklara, sahipsiz çocukları sevgi evlerine, issiz-güçsüzleri cezaevlerine, alkol ve uyuşturucu bağımlılarını rehabilitasyon merkezlerine, hastaları hastanelere, geri kalanları psikiyatri kliniklerine gönderiyor.
Türkiye’de de süreç̧, gidişatın aynı yöne olduğunun işaretini veriyor. 2009 da öldürülen kadın sayısı 171 iken, 2013’te 237, 2018’de 440 oldu. 2012 yılında kadınlardan gelen korunma talebi 44 bin 461 iken, 2017 ‘de 207 bin 233’e 2018’de 344 bine yükseldi. Yani, İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan sonra kadına şiddette dikkat çekici bir artış̧ gözlemleniyor. Ayrıca 2 milyon baba erkek evden uzaklaştırıldı. Adalet Bakanlığı verilerine göre sadece 2019 yılında 550 bin erkek-baba evden uzaklaştırıldı.
Feminist dil erkeği kadına, kadını erkeğe düşman ediyor
2005 Yılında 641 bin 241 olan evlilik sayısı 2018 yılında 553 bin 202’ye düşerken boşanma sayısı 95 bin 895’ten 142 bin 448’e yükseldi. 2011 yılında uyuşturucudan 105 kişi ölürken 2017’de bu sayı 941’e yükseldi. Sözleşmenin ve yan uygulamalarının şiddeti artırıyor oluşunu kapitalizmin taşeronu feminist örgütler, “kadınlar haklarını öğrenip, haklarını talep etme cesareti buldukça adliyeye yansıyan vak’a da artıyor. Rakamların yükselmesi sağlıklı bir işaret” diye açıklıyorlar. 1990 yılında Birleşmiş̧ Milletlerde yapmış̧ olduğu konuşmada Arie Hoekman’ın ifade ettiği “Boşanma ve artan gayrı meşru çocuk sayısı İnsan Haklarının zaferidir” seklindeki hastalıklı fikriyatın iz düşümü olan bu düşünce, bizzat şiddetin yükselmesinden besleniyor ve meşruiyetini sağlıyor.
Eğer bu iddianın mantığı doğru ise şiddet rakamlarını artırmada büyük katkı sunan tecavüzcü̈, dayakçı ve katilleri tebrik ederek; “Aman ne güzel, kadınların haklarını aramalarına yardımcı oluyor, dava sayısını artırıyorsunuz.” diye kutlamak gerekecektir.
Hâlbuki bu kanunlar çatışmacı Feminist dili de yedeğine alarak erkeği kadına, kadını erkeğe hatta kadını kadına, erkeği erkeğe düşman kılmakta; insanları bir arada yaşayamaz, birbirini idare edemez bir hale getirerek dengesi bozuk bir ruh haline zorlamakta; onları kopeklerinden başka kimse ile beraber olamayan yalnızlara dönüştürmektedir.
Ahlaksız sapkınlıklar, yeni nesillere olumlu bir şeymiş gibi dayatılıyor
Türkiye’nin 11 Mayıs 2011 yılında imzaladığı 24 Kasım 2011’de TBMM’nin müzakeresiz şerhsiz kabul ettiği ve 1 Ağustos 2014 yılından beri yürürlükte olan başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere CEDAW, GRAVİO (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu) ve bu gibi sözleşmelerin güdümünde topluma dayatılan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi” ve uygulamaları da insana, insanlığa ve geleceğe düşman olmaları nedeniyle reddediliyor.
Devletin adil hakemliğinde, kadın ve erkeğin iş birliği sağlanarak çözülebilecek bir mesele olan kadına yönelik şiddet meselesinden, yeni bir tür “kadın sömürüsü” icat ediliyor. Kadını ve kadına yönelik şiddeti sömürerek, şiddeti erkeğe, çocuğa, aileye hatta tüm topluma yönelten İstanbul sözleşmesi, “kadınlara eşitlik” sloganının altına gizlenip insanın yaratılıştan gelen biyolojik kadınlık ve erkeklik cinsiyetlerini kabul etmiyor. Ahlaksız sapkınlıkları, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği veya Toplumsal Cinsiyet Adaleti adı altında meşrulaştıran, bu eğilimleri yeni nesillere olumlu bir şeymiş gibi dayatan projeler, TV programları, medya yönlendirmeleri, eğitim faaliyetleri de halkın tepkilerine neden oluyor.
İstanbul Sözleşmesi, emperyalist bir “Ailesiz Toplum Projesi”dir
İstanbul Sözleşmesi ve uygulamaları; erkek olmayı, aileyi ve çocuk merkezli beraberliği patolojik, hastalıklı bir hal olarak gören ve “erkeğe karşı ayrımcılığın, ayrımcılık olarak değerlendirilmeyeceğini” açıkça ilan eden bir sözleşmedir. Bu minvalde İstanbul Sözleşmesi; erkeğe zulmederek kadından uzak durmaya, erkek kadın arasında rekabet ilişkisi oluşturarak aile içi huzursuzluğu ve boşanmaları körüklemeye, toplumları sapkın ve çocuksuz ilişki modellerine yönlendirip nihai olarak bir nüfus kontrol mekanizması inşa etmeye çalışan emperyalist bir “Ailesiz Toplum Projesi”dir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları, Müslüman toplumlarda hayata geçirilmeye çalışılıyor
Bir Avrupa ülkesi olan Macaristan’ın Başbakanı Victor Urban bile “İnsanlar ya erkek ya da dişi olarak doğarlar; toplumsal olarak kurgulanmış cinsiyetten söz etmeyi uygun bulmuyoruz.” diyerek İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamayı reddedebilmişken; ucu enseste, pedofiliye, hayvanlarla ilişkiye hatta akla hayale gelmeyen bambaşka sapkınlıklara kadar varan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının, Türkiye gibi Müslüman bir toplumda hayata geçirilmeye çalışılması hayretle karşılanıyor.
Türkiye, bu anlamda İslam ülkeleri için rol model olarak gösterilmek sureti ile, bu operasyon Türkiye’nin şahsında İslam dünyasına yönelik bir tehdittir. Bu tehdit, bu anlamda İslam toplumuna ve mazlum halklara karşı topyekûn bir saldırıdır. Bu saldırı aynı zamanda kadın haklarını savunur gibi gözükmesine rağmen kadına da bir saldırıdır. İffete karşı saldırıdır. Ahlaka saldırıdır. Kutsala saldırıdır.
İstanbul Sözleşmesi, din, namus, gelenek ve örf ile çelişiyor
İstanbul Sözleşmesi; “0” (sıfır) yaşındaki kız çocuklarını bile kadın sayan; “din, namus, gelenek, örf” veya “anne/babalık adına çocukların cinsel yaşamına müdahale edilemez” deyip, serbest cinselliği teşvik eden; ancak gayet iyi ve samimi niyetle 18 yaşın altında evlenmeye kalkan erkeği 8-10 yıl tecavüzcüler koğuşuna, eşini ve çocuklarını cezaevi kapılarına mahkûm ediyor.
İstanbul Sözleşmesi; arabuluculuğu ve uzlaşmayı yasaklıyor, kadının beyanı ile erkeği tecavüzden 18 yıla kadar cezaevine atıyor, her türlü nikâhsız beraberliği, “normal sağlıklı birliktelik” olarak tanımlayıp anlayışla karşılayan ancak evli erkeği; tehlikeli, kötülüğe meyilli bir sadist olarak gören 6284 nolu yasa gibi yasaları içinde barındıran, üstelik bunu hukukun en temel ilkesi olan “suç ispat edilene kadar, masumiyet” kaidesini iptal eden bir sözleşme hükmü taşıyor.
Aile yıkan yasalar, toplumun tepkisine neden olmaya devam ediyor
Aile yıkan yasaları; boşanan babalara kendi çocuklarını haczettiren, defalarca kendi çocuğunu görmek için harç ödettiren, “ebeveyn yabancılaştırmaları” ile çocukları babalarına düşman ettiren sürece kaynaklık eden tüm aile yıkan yasaları ve sözleşmeleri toplumun tepkisine neden olmaya devam ediyor.
Rusya’nın bile 1,5 senelik bir uygulamanın sonuçlarını fark ettikten sonra, “Bizim için aileyi korumak önemlidir. Birkaç psikolojisi bozuk hanımefendiyi tatmin etmek için aile kurumunu yıkamayız. Henüz çocuk yetiştirmek için aileden daha uygun bir ortam bulabilmiş değiliz.” diyerek uygulamadan kaldırdığı 6284 nolu; erkeği kendi evinden, çocukları önünde sokağa atan, toplum önünde aşağılayan ve aileleri geri dönülmez noktaya götüren yasanın ısrarla uygunlaması kabul edilemez bulunuyor.
Kadın, kapitalist sermaye karşısında yapayalnız ve çaresiz bırakılıyor
Hatırlanmalı ki, beraber ihtiyarlayabileceği bir hayat arkadaşı, yaşlandığında sığınabileceği çocukları olmayan yapayalnız kadınlar için de bu dünya Cennet olmayacak. “Güçlü kadın” mottosuyla ailesi ile bağı koparılmaya, eşi ile rakipleştirilip düşmanlaştırılmaya, çocuktan koparılıp bireysel bir yaşama yönlendirilmeye çalışılan kadın, kapitalist sermaye karşısında yapayalnız ve çaresizdir.
Süreç böyle devam ettiği takdirde; toplum, erkek, kadın, çocuk, devlet herkes kaybedecek. Bundan tek kâr eden elbette çok uluslu kapitalist sermaye olacaktır.
Kamuoyu, aileye savaş açmış, toplumu ve aileyi terörize eden İstanbul Sözleşmesi’nin, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’nin ve bağlı uygulamalarının Avrupa ülkeleri gibi geri dönülmez aşamalara gelmeden iptal edilmesini istiyor.
İlkha