İnsanoğlunun yeryüzüne gönderiliş serüveniyle başlayan dünya hayatı, aynı zamanda insanın yanında taşıdığı bir sahiplenme, sahip çıkma duygusunu da beraberinde getirmiştir. Yeryüzünün emanetini devralan ve emaneti korumakla, imar etmekle sorumlu olan insan ne yazık ki, bu sorumluluğu taşımak yerine yeryüzüne sahiplenmeye ve oradaki geçici hayatını kalıcı kılmaya çalışmıştır/çalışmaktadır. “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (33/72) Çift kutuplu bir varlık olmasından dolayı iyi ve kötünün savaşını veren insan çoğu zaman tali yollara saparak sıratı müstakimden uzaklaşıp cahilliğini ve zalimliğini ortaya koymuştur. Ayeti kerimenin ifade ettiği gibi emaneti yükleniyor ama yüklendiği emanetin ağırlığının farkında değil. Bu bilinçsiz yükleniş Allah tarafından cahil ve zalim olmakla nitelendiriliyor ve verdiği söze sadık kalması isteniyor. Fücurunu ve takvasını sırtında taşıyan insan ne yazık ki tarih boyunca dengeyi sağlayamamış ve sürekli elçiler tarafından uyarılmıştır. Dünyayı sahiplenmenin sınırını Allah belirlerken, bu sınırları tanımazdan görmezden gelen insan, hiç çekinmeden dünyalık elde etme adına sınırları kendisi belirlemeye çalışarak kendi öz kardeşini dahi katletmekten çekinmemiştir. Bu bağlamda dünya hayatında insanı ilgilendiren tüm arzu ve istekler ister mal edinme, ister siyasi bir kariyer, ister şehevi arzular, isterse herhangi bir otoriteyi/makamı ele geçirmek olsun fark etmez sonuçta hepsinin ortak adı dünyanın geçici nimetlerine duyulan iştiyaktır hırstır. İşte sırtına yüklenen ağır yükün altında ezilen insan sürekli rabbi tarafından uyarılmıştır.
İnsana çok çekici ve albenili gösterilen dünya hayatı ne yazık ki insanlığın ekserisini cazibesi altına almıştır. Bu çekici ve alımlı arzın üzerinde arzı endam eden insan altın ve gümüşü ile parlayan cazibeli dünyaya sürekli iştah kabartmış ve daha çoğunun kendisine ait olmasını istemiştir. Dünyaya sahip olma hırsı ne yazık ki, her türlü zulmü, tiranlığı, adaletsizliği, barbarlığı, insanı ötekileştirmeyi, adam kayırmacılığı da beraberinde getirmiştir. Kendisi gibi düşünmeyen diğer insanları düşman olarak görebilmiş, ötekileştirmiş ve kendisini dünyanın efendisi olarak ilan etmiştir. Bu düşmanlık ne kadın ne çocuk ne mazlum ne ırk ne din ne de hayvanat demeden önüne geleni yakmış, yıkmış, yok etmiştir. İnsan sormadan edemiyor peki, ama neden? Neden kan ve gözyaşı? Neden aldatma ve hile? Neden başkalarının acısı üzerine mutluluk inşa etme hevesi? Neden geçici olanı kalıcı olana tercih etme? “İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (7/16).
İblisin fısıltılarına kulak kabartan insanlığın ekserisi tuzağa düşmekten kurtulamamış ve adeta iblis’i doğru çıkarırcasına yolun üzerindeki yasak ağaçtan tatmıştır. Oysa, Allah gönderdiği tüm Rasüller vasıtasıyla dünya hayatının kalıcı olmadığını kalıcı olanın iman ve salih amel olduğunu en son mesaj olan Kitabı Kerimde defalarca hatırlatılmasına rağmen yasak meyve diyebileceğimiz bu iktidar hırsı, bu makam mevki hırsı, bu dünyayı sahiplenme hırsı nasıl odlu da insanı bu kadar sarmaladı. “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir. (Hadid/20).
Her İnsan bilir ki, oyun belirli bir zaman diliminde oynanır ve daha sonra insana bıkkınlık ve usanmışlık gelir veya oyuna ayrılan zaman tükenmiş gün akşam olmuştur, daha fazla sürdürülemez ve oyun alanı terk edilir. Hayatının büyük bölümü oyunla geçen insana şahitlik etmek zor çünkü insanın ihtiyacı olan ve yapması gereken nice işleri vardır. Eğlencede aynı karakteri taşır insan hangi eğlenceye takılırsa takılsın bir müddet sonra usanır ve normal yaşantısına döner ve hayatın sadece eğlenceden ibaret olmadığını bilir. Süsler de hakeza öyle; nasıl ve nereyi süslerseniz süsleyin veya süslenin fark etmez aradan zaman geçince o süslerin sizi tatmin etmediğini göreceksiniz. Daha çok mal ve evlat edinmenin ise yan yana kullanılması çok manidar gerçekten. Mal ve evlat da dünya hayatının süsüdür, kimi zaman insana unutamayacağı tatlı anılar yaşatır, kimi zaman da bir fitne (imtihan) olup insanın başına en büyük belaları açar ve çetin sınavlardan geçmesine sebep olur.
Konumuzla alakalı olarak ayetin o kuşatıcı mesajına biraz daha içeriden bakmaya çalışırsak, ayeti kerime bize şunları söylemiyor mu: çok hoşunuza gitse de bu dünya hayatı kalıcı değil. Kalıcılık atfettiğiniz bu dünya sonuçta bir oyun, eğlence ve süsten ibarettir. Çünkü günün sonunda (hayatın sonu) oyunun bittiği andan itibaren yeni evinize, gerçek yurdunuza döneceksiniz, siz ve mallarınız hepsi Allah’a aittir. Artık oyun bitmiş, onca yıl yaşanan hayatın vermiş olduğu yorgunlukla beraber, bitkin düşen bedenin dünyaya açılan kapısı olan gözler yeniden uyanmak için uykuya dalmıştır. Oyunun bitmesiyle birlikte sahne kapanmış, geçici kıymete haiz olan ne varsa hepsi değersizleşmiş, yeni bir sahne açılmış artık mallar, evlatlar ve süsler değersizleşmiş kimse kimseyi tanımaz olmuştur. Daha dün aralarındaki kopmaz sandıkları bağ kopmuş, yok olup gitmiştir. O çok hoşumuza giden oyun, eğlence, mallar, evlatlar, mezhepler, meşrepler ve övündüğümüz tüm şeyler bu yeni evimizde/hayatımızda hiçbir işe yaramayacak. Önünde hayatımızı feda ettiğimiz, sahiplendiğimiz, bizim sandığımız her şeyimiz ilahi bir (söz) kasırga tarafından yerinden sökülüp atılacak ve aslına rücu edecektir.
Hadid suresinde insana hitaben hayatın oyun, eğlence ve süsten ibaret olduğunu söyleyen yüce Rabbimiz insanın ruhunda bir bilinç uyanmasını istemiştir. Yani oynadığınız oyuna o kadar dalıyorsunuz ki oyunun hakikatini bir türlü anlamak istemiyorsunuz. Oysaki: “Biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyuncular (işi, eğlencesi) olarak yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. (Bu irademizin eseri olurdu. Ama) biz (bunu) yapanlardan değiliz.” (Enbiya/16-17). Hadid suresinde insanı uyaran Rabbimiz enbiya suresinde kendi zatı üzerinden yine insana hitap ediyor. Ey insan! Senin oyun ve eğence sandığın bu yeryüzü, bu gökyüzü ve bunlar arasında tasavvur dahi edemediğin ne varsa bir anlam üzere yaratılmıştır. Kafanı çevir bak herhangi bir çatlak görebilecek misin? Hayatın akışı içerisinde sürekli gürültü koparan insan, kendi gürültüsünün boğucu dünyasından çıkıp etrafına bakıp tefekkür edecek kadar zaman bulamıyor ve zamanın gerçek sahibi olan Allah devre dışı bırakılmaya çalışılıyor. Oysa zaman da tıpkı insan gibi Allah’a ait değil mi?
Allah’a ait olan bu iki ayet (vahiy ve insan) fıtrat gereği neden birbirinden doğru istikamette yararlanmasın? Zamandan söz etmişken şu soruyu mutlaka soralım, daha vahyin ilk başında bir emir olarak “Oku” diyen Rabbimize ben okuyamam zamanım yok diyen bir insandan daha cahil ve daha zalimi var mı? Eğer zulüm eşyayı ait olduğu yere koymamaksa, bu gerçekten büyük bir zulümdür. Allah’a ait bir bardak suyu birisine ikram ederiz ama suyun Allah’a ait olduğunu düşünmeyiz ve bu eylemden dolayı da Allah’dan bir ecir bekleriz. İnsan gerçekten çok zalim Allah’tan aldığı bir şeyi (zamanı) Allah için harcamayacak kadar zalim. O halde gidiş nereye! Gerek kevnî ayetleri gerekse elimizde metin halinde mevcut olan yazılı ayetleri okuma noktasında mazeretlerimiz asla olmamalı, her insan farklı okuyabilir ama okur. Allah kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.
Kur’an’ın birçok yerine serpiştirilen ayeti kerimelerde hayatın oyun, eğlence, süs, mal ve evlatlarımızla övünme aracı olarak kullanılmasına rıza göstermeyen Rabbimiz bizi defalarca uyarıyor. Yaratılışında sorumluluk bilinciyle cennetten yeryüzüne indirilen insan nasıl da hemen nisyanının kurbanı oluyor? İşledikleri günah yüzünden tövbe edip affedilen Âdem (insan) ve eşi neslinin türemesiyle birlikte şeytanın fısıltısına sürekli maruz kalmıştır. İyi ve kötünün savaş alanı olan insanı kalıcı olana yönelmekten alıkoyan sadece nisyan sahibi olması mı? Elbette ki hayır! Fücurunu ve takvasını sırtında taşıyan insan dünya hayatının başlaması ile birlikte sürekli zikzaklar çizmiş inişli çıkışlı olarak yaşamaya devam etmiş fakat Kur’an’ın ifadesiyle insanların çoğu kötülüğe meyletmiştir. Altınlar, gümüşler, salma atlar (son model evler ve arabalar) ve hoşlandığımız mallar ne yazık ki artık çer çöp olmuştur. “…Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahiret’te ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.”
Bu dünya hayatının oyun ve eğlenceye benzetilmesi dünya hayatının hakikatini ortadan kaldırır mı? Asla. Anlatılmak istenen şey Allah’a rağmen dünyaya ebedilik atfedip tapılmama esası üzerine Rabbimiz bizi uyarmıştır. Yoksa insan hayatı boyunca Allah’ın helal kıldığı rızıklardan yararlanmak zorundadır. Hiç kimse de Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kılamaz. “(O´nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas/77). İnsanı bu kadar dengede tutan/tutmak isteyen başka hangi fikir veya ideoloji olabilir? Evet! Bu dünya kalıcı değildir, geçicidir, aldatıcıdır, fanidir ama tüm bunlar insan hayatını mümince sürdürmesine tabiatı ve eşyayı fıtrata uygun kullanmasına engel değildir. Son olarak Unutmayalım ki dünya hayatı az bir geçimlikten ibarettir. Gerçekten dünya üzerine takındığı görkemli ve süslü takılarıyla, insana çekici ve albenili gösterilmiştir. Bu gösterişli çekici süslemeler karşısında Rasüller Allah’ın yardımıyla dimdik ayakta durmuş, asla eğilmemişlerdir. O halde biz müminlere düşen görev, bu bilinci uyanık tutmak, Rasulleri örnek almak ve sürekli teyakkuzda olmak ve dalanlarla birlikte dalmamaktır. Şeytanın muhlis kullar üzerinde hiçbir etkisinin olamayacağını tefekkür ırmağımızdan sürekli akıtarak uydum hazır olan çoğunluğa demeden, mümince yaşamak.
Sonuç olarak geçici olan bu dünya hayatı ve bağrında taşıdığı ziynetleri Allah’a aittir. Kalıcı olan ve bizi kurtaracak olan Allah’ın rahmeti/merhameti ile beraber ortaya koyduğumuz salih amelimizdir. Mümine düşen görev ayetin kastettiği güruhtan olmamak için yaşadığımız hayatı tekrar gözden geçirip, Allah’ın sırtımıza yüklediği emanete ihanet etmeden bize bahşettiği tüm dünya nimetlerini/eşyasını mümince kullanıp bu kısacık hayatımızı nihayete erdirmek. “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır”. (Teğabun/15). Şüphesiz Allah doğru söyleyendir. Selam ve Dua ile.
Allah razı olsun muhterem kardeşim.
Selam ve dua ile, bayramınızı tebrik ediyorum, Allah sevdiklerinizle beraber tekrar tekrar güzel bayramlar görmeyi nasip etsin.
Allah ecrinizi versin kardeş. Hayırlı bayramlar inşaallah
Hangimizin daha iyi işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan Cenabı Allah, her nefsin ölümü tadacağını bildirmesine rağmen, insanların çoğu çevrelerinde sürekli yitirdikleri sevdiklerine ve tanıdıklarına rağmen, ölümü ya hiç hatırlamaz, ve ya hatırlanmaması gereken kötü bir durum olarak algılarlar. Oysa hiç düşünmezler ki “Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile belirlenmiş bir süre için yaratmış ve ecel geldiğinde ne bir saat ileri ne de bir saat geri alınmaz ilahi yasa tahakkuk etmektedir. Bu yüzden insanların çoğu tükettikleri sermayenin farkında olmadan acil olanı (dünyayı) sevmekte, ahireti ise bırakmaktadırlar. Ve yine bu yüzden de verecekleri hesap ağırlaşmakta, unuttukları ebedi yurda göç ettiklerinde ise “dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmiş olmalarından dolayı azaba düçar olacaklarını rabbimiz bizlere rahmeti gereği bildirmiştir.
Allah razı olsun abi bu güzel yazın için