17 Aralık 2013 tarihinden 17 Aralık 2014’e kadar yoğun bir gündem maddesi. Çok konuşulanlar oldu. Yaktılar-yıktılar. Birbirleri ile çok iş yaptılar. Birbirlerine çok şeyler söylediler. Dostların(?) düşmanlıkları çok büyük oluyormuş. 17 Aralık günü ve devamı tam bir toz bulutu halindeydi. Suçlamalar-karşılıklı itham ve iftiralar. Ne ararsanız var. O günlerde siyasi kanada en büyük darbe 4 bakanın yolsuzluk kasetleriyle başladı. Çok ağır darbeydi. Başarı denirse hükümet o dönemi iyi de yönetti denilebilir. Hatta seçimde stratejisini yolsuzluk ve cemaat üzerine yaptılar. Mit-asker karşı karşıya geldi.
F. Gülen’in bedduası ortalığı iyice alevlendirdi. GYV Başkanı sözlerin beddua olmadığını anlatsa da kimseyi ikna edemedi. F. Gülen Konuşmalarına devam ederek, söz baştan ayağa düştü, ferman kapı kullarının eline geçti göndermeleri yaptı. Baktı olmuyor, Cumhurbaşkanı A. Gül’e 22 Aralık 2013’te bir mektup gönderdi. Mektuba, büyük nezaket içerisinde Muhterem Efendim diyerek hitaba başladı. Konuştuklarının başbakanla da (RTE) paylaşmasın arzu ettiğini iletti. Yaklaşan seçim sürecinde ise dün neredeysek bugünde aynı yerde ve çizgideyiz dedi ama başbakan bunu kaale almadı. Kılıçları daha da keskinleştirdi ve “haşhaşiler” diyerek tarihteki bir olayı hatırlattı. Gündemimize bir kelime daha gelmiş oldu. Cemaate yakın ekonomi çevresi durmadı.
TUSKON, yolsuzluk iddialarının soruşturulması neticesinde ortaya çıkacak hakikatlerle “demokrasimiz” daha güçlenecek diyerek gündeme girdi. Güç kaynakları seslerini yükseltti ama, siyasi kanat galiba daha güçlü seslere sahipti. Argümanları daha çoktu. O da sesini daha çok çıkartmaya başladı. Cemaatin geçmişte yaptıkları üzerine herkes bülbül kesildi. Meğerse neler yapılmış da bilinilirmiş de söylenmezmiş. Başladılar sıralamaya;
28 Şubat günlerinde Erbakan Hoca’ya “çekilin” denmesinden, Polis Kolejleri sınavlarında ve bazı sınavlarda soruların bazılarına verilmesinden, Türkçe Olimpiyatlarına Peygamber (SAV)’in geldiğini söylemelerinden,Hudeybiye Sulh’undan (karşı tarafta müşrikler vardı) , bahisle beraber, İHH Başkanı Bülent Yıldırım, Fethullah Gülen’in, Mavi Marmara olayında, “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” açıklamasına vurgu yaparak, cemaatin içine özellikle Emniyet’e, MOSSAD’dan sızmalar olduğunu cemaat içinden birilerinin söylediğini hatırlattı. Bedduasına karşılık da tövbe etmesi gerektiğini dile getirdi…
(TİYEMDER) Genel Başkanı Selahattin Yazıcı da, Fethullah Gülen’in bedduasının özellikle bir din âliminin yapabileceği bir dua olamayacağını belirterek, “Bu bedduanın içeriği İslami değildir” dedi. Diyanet de boş geçemezdi. Alo-Fetva Hattı’na vatandaşlar ‘beddua etmenin caiz olup olmadığını’ sordu. Diyanet tarafından verilen cevapta; İslam dininde beddua etmenin yerinin olmadığı belirtilirken, “Beddua eden kişi haksız ve yersiz bir beddua ediyorsa bu bedduası döner kendisini vurur” ifadeleri kullanıldı.
Gazeteci Engin Ardıç ise, cemaati, Hristiyanlığın Katolik kolu olarak bilinen Protestanlarla savaşmak için her tür savaş yöntemini deneyen “Cizvitlere” benzetti. Siyasi kanat üyeleri de hançerlendiklerini, ne istediler ise verdiklerini, bu grubu üst bir akılın yönettiğini, Ülkemizde ekonomik büyüme ve ilerlemenin devam edebilmesi için öngörülebilirliğin sağlanması öncelikli bir hedef olmalıdır. Bunu sağlamak için şeffaflık, daha fazla “demokrasi” ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin güçlendirilmesi gerekmektedir diyerek bir algı oluşturmaya çalıştı. İşler kızışmışken arayı toparlamaya çalışanlardan; H.Gülerce:
“Büyük yangın var. 1. Yangına benzin değil su dökmeli 2. Yangını söndürmeye çalışanlara yol açmalı 3. Kim başlattı tartışmasına girmemeli… Allah (cc) buyuruyor: Kötülükleri iyilik ile savınız. Göreceksiniz ki, düşman bildikleriniz sımsıcak bir dost oluvermiş. (Fussilet, ayet 34) İyiliğe iyilik, her kişinin işi. Kötülüğe iyilik er kişinin işi… diyerek arayı bulmak istedi ama olmadı. Seçimde bir oyum var AKP’ye vereceğim diyerek tarafını belli etti sonra da malum cemaatle ipleri kopardı.
Sonuç itibari ile bir yıldır kılıçlar keskinleştirildi ve 14 Aralık 2014 itibari ile cemaate yakın organlara operasyon yapıldı. Kimileri yazık dedi, kimileri ohh olsun dedi. Ama sistem yaptı yapacağını. “Ben kimseyle resmi evlilik yapmam” diyerek bir çırpıda attı.
İki tarafın ise temel vurgusu “Demokrasi” oldu. Sahip çıkalım vurgusu yaptılar. İzzet ve şerefin orda olduğu yanlışına devam ettiler. Yine doğruyu göremediler. Demokrasinin kimseyi temiz bırakmadığını /bırakmayacağını anlamadılar. Bu demokrasi nasıl bir şey ki; içine girerken gülenleri ağlatıyor, ak olanları ise karartıyor. Vakit geçmeden en güzeli Allah’ın boyası ile boyanmak.Kur’an’a sarılmak. Hadi bir düşünelim….