15 Temmuz meşum darbe girişiminin sene-i devriyesinde, konuyla ilgili güncel değerlendirmelerimi ve darbe girişiminin yaşandığı geçtiğimiz yılın Temmuz ayı 15’i sonrası o ay içinde internetteki paylaşım sayfamda yaptığım değerlendirmeleri Venhar Haber okuyucusu kardeşlerimle paylaşmak istedim:
15 Temmuz’un sene-i devriyesinde bence dikkat çekilmesi gereken en önemli husus, halkın devrimine sahip çıkmadığı gerçeğidir. Bunun yerine politikacıların hamasetine fit olmayı yeğledi maalesef.
15 Temmuz meşum darbe girişimi tekbirlerle sokağa çıkan insanların direnişiyle bastırılmıştı değil mi?
Peki sonra ne oldu? O tekbirlerle tankların üzerine yürüyen insanlar, sonraki zamanlarda tekbirlerin gereğinin takipçisi oldular mı?
Allahu Ekber demek, Allah’tan ve O’nun sözünden/ahkâmından üstün herhangi bir otorite ve söz/ahkâm tanımıyorum ve yeryüzünde Allah’ın sözünün hâkim olmasını istiyorum demektir.
15 Temmuz sonrasında halk maalesef, o gece ödediği ağır bedelin takipçisi olmamıştır.
Bırakalım tekbirlerinin gereğinin takipçisi olmayı, o meşum darbenin de merkezlerinden biri olan, işgal, katliam ve darbe üssü İncirlik’in kapatılmasını bile dayatmamış, dayatamamıştır politikacılara. Dahası bu konuda duyarlı bile davranmamıştır maalesef.
15Temmuz 2016’dan sonra da o melun üs, ABD adlı insanlık düşmanının İslam coğrafyasında yaptığı birçok katliamın merkezi olmaya devam etmiştir.
15 Temmuz tekbirlerle sokaklara dökülen insanların ödediği ağır bedellerle bastırılmış, ancak devamında Türkiye’de her şey, fakat her şey eski tas eski hamam olmaya devam etmiştir.
Resmi ve gayri resmisiyle faiz, kumar, içki ve fuhuş kurumları ve onlaron fısk, fücur ve tuğyanları hâkim, İslam ve İslam’ın ahkâmı (Hududullah) mahkûmdur halen.
Emri bil maruf, nehyi anil münker yerine; emri bil münker, nehyi anil marufun egemenliği sürmektedir.
İslam ve onun kavramları, şiarları mahkûm ve maalesef bâtıl düzene payanda kılınmaya devam edilirken,
Laiklik, demokrasi, nationalizm-milliyetçilik gibi, bâtıl Batı’nın bâtıl kavram ve ideolojileri yüceltilmektedir.
…
15 Temmuz’un iki tarafı vardı.
– Emperyalistlere yakın ve dahası emperyalistlerin hizmetinde olan darbeciler.
– Kendi ülkesi ve halkına daha yakın olan, görece bağımsız politikalar geliştirmeye çalışan mevcut iktidar.
15 Temmuz’da İslami bir taraf yoktu. Zira emperyalizmin uşağı darbecilerin zaten İslam’la bir ilgisi olamayacağı gibi, darbecilerce yıkılmak istenen mevcut statüko da İslami bir nitelik taşımamaktadır.
Darbe, Allahu Ekber nidâları eşliğinde bastırıldıktan sonra da, o nidâların gereği olarak bu ülkede Allah’ın sözü/hükümleri en büyük bilinmedi, hâkim-egemen kılınmadı.
15 Temmuz’dan önce de bu ülkede fısk, fücur, münkerin hâkimdi, resmi-gayri resmisiyle fuhuşhaneler, faizhaneler, kumarhaneler, içkihaneler, piyangolar “vergilendirilmiş kutsal kazançlarıyla” faaliyet halinde idiler,
15 Temmuz darbe girişimi sonuca ulaşsaydı da öyle olacaktı, halk direnişi sonucu başarısız kılınıp püskürtülünce de öyle olmaya devam etti.
Bizim tavrımız, bu mücadelede ülkesi ve halkına yakın olanların, emperyalizmin doğrudan uşaklığını yapanlara galip gelmesini istemek ve bu galibiyete sevinmek yönünde oldu.
Olup-bitene İslami açıdan bunun ötesinde bir anlam yüklemek, İslam’ı ve kavramlarını bâtıl bir statüko için araçsallaştırmak demektir, ki kimse bunun hesabına Rabbimize veremez.
…
15 Temmuz’un ardından politikacılar, Fethullah Gülen örgütünü tanımlarken, “Üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibâdet” ifadelerini kullanmışlardı. Ki doğrusu isabetli bir tanımlamaydı bu.
Aradan bir yıl geçtikten sonra bu örgütle mücadele noktasında yapılıp edilenlere bakıldığında, maalesef en çok baskı altına alınan ve bu mücadeleden en çok etkilenen kesimin alttaki ibâdet kesimi olduğunu söylemek mümkün.
İktidarın bu mücadele stratejisi bana göre, daha birkaç yıl öncesine kadar politikacıların da teşvikçisi ve destekçisi olduğu cemaat görünümlü bu örgütle bir şekilde yolları kesişmiş olan söz konusu ibâdet kesiminin, örgüte psikolojik bağlılıklarını artırmaktadır. Örgütle mücadele adı altında bu ibâdet kesimini hedef alan ve zaman zaman dozajı iyice kaçırılan baskılar neticesinde bu insanlar iyice örgütün kucağına itilmektedir.
…
15 Temmuz darbe girişimi halk direnişi ile bastırıldıktan sonra politikacılar halka vefa moduna girmiş ve çeşitli vaadlerde bulunmuştu.
Bunlardan biri de zengin-yoksul arasındaki mevcut uçurumu ortadan kaldıracak tedbirlerin alınacağı, ülkenin zenginliklerinin daha adil paylaştırılacağı yönündeydi.
O sıcak günlerde en yetkili ağızlardan dile getirilen bu vaadler tabii ki ilerleyen günlerde unutuldu, eski tas eski hamam devam edildi.
Bu yıl da holdingler ve bankalar yüzde 300’lere ulaşan kâr oranları açıkladı, asgari ücretli ise yine asgari zamma talim etmek durumunda kaldı.
Geriye sadece 15 Temmuz hamaseti kaldı.
…
15 Temmuz’un yıldönümünde böyle şeyler de oluyor: Enerji Bakanı Berat Albayrak, siyonist işgal rejimi Enerji Bakanı ile, bu gasıp rejimin gasp ettiği Filistin gazını Avrupa ülkelerine Türkiye üzerinden pazarlamak için son temasları yapıyor, siyonist işgalci bakan Albayrak’ı anlaşmayı imzalamak için “İsrail’e” dâvet ediyor.
Hey gidinin Van Minut’u…
Artık maalesef “Kimin gazını kime pazarlıyorsunuz?” diye soracak güçlü ve bağımsız bir İslami muhalefet de kalmadı memlekette.
Ne yapsalar gidiyor.
…
15 Temmuz darbe girişiminin sene-i devriyesinde, Türkiye’de yaşayan insanlar olarak unutmamamız gereken temel gerçek şudur:
Türkiye’deki mevcut Kemalist, laik-batıcı rejim, bir darbe rejimidir. Birinci Meclis’e yapılan Kemalist darbe sonucu kurulmuştur.
…
Darbe girişiminin ardından 28 Temmuz 2016 günü toplanan YAŞ’ın üyeleriyle birlikte Anıtkabir’i ziyaret eden Başbakan Binali Yıldırım, orada M. Kemal’e hitaben şunları yazdı:
“Bu ezanlar semalarımızda sonsuza kadar yankılanacaktır. Türkiye cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Ruhun şad olsun.”
M. Kemal bu satırları okusaydı muhtemelen şu cevabı verirdi: “Ben bu ezanları Türkçe yapıp susturmamış mıydım? Sen ne diyorsun Başbakan?”
Not: Bu arada türbelerdeki şirk fiillerine karşı haklı olarak savaş açan ilahiyatçılardan, Anıtkabir’deki şirk eylemleri konusunda da bir tepki bekliyoruz.
Tabi çok bekleriz!
…
Meşum darbe girişimi, tekbir sesleriyle meydana atılan yiğitlerin direnişiyle atlatıldı. Buraya kadar güzel.
Peki, öncesinde ve sonrasında ülkede fısk ve fücurun, münkerin hükümranlığı, faize-ranta dayalı kapitalist ekonomi, laik-kemalist eğitim, her türlü fuhşiyatı alenen yayınlayan ve yaygınlaştırmaya çalışan medya düzeni aynen devam ediyor mu? Ediyor.
Ülkedeki ABD-NATO üsleri, İslam coğrafyasına yönelik işgal ve katliam üssü olarak varlığını sürdürüyor mu? Sürdürüyor.
Coca Colasıyla, Mc Donald’ıyla Amerikan emperyalizminin sembol markalarının hükümranlığı sürüyor mu? Sürüyor.
O halde kimse olan biteni İslam’ın zaferi gibi algılama yanlışına düşmesin.
Bu, darbeci zorbalık ve dış güçlerin daha doğrudan işgal girişimi karşısında halkın ve politikacıların yerli bir zaferidir.
Bu da önemlidir, bizim açımızdan da olumlu ve sevindiricidir. Ancak ortada, Allah’ın iradesinin üzerinde irade, hükmünün üzerinde hüküm tanımayan Müslümanların ve İslam’ın zaferi yoktur.
Lütfen ölçülü olalım.
…
Darbecilik zulmüne karşı alternatif demokrasi zulmüne sığınmak değildir.
Bizim her halükârda değişmeyen duruşumuz Tevhidi Duruştur. (Allah’ın dini İslam ve onun şiarlarından başka ölçü, nizam ve şiar tanımamaktır.)
…
Darbecilerin sahaya sürdüğü erlerle ilgili olarak Tv’lerde şunu söyleyen çok oldu:
“Emir eriyim deyip kurtulamazsınız. Halka ateş et dendiğinde ya bu emri verene, ya da kendine sıkacaksın.”
El hak, doğru.
Buradan hareketle, İncirlik Üssü’nün darbenin merkezlerinden biri olduğu ortaya çıktıktan sonra bile bu katliam üssünü ABD’ye kapatmayan ve Suriye’de yeni yeni katliamlar yaşanmasına ortaklık eden politikacılara da bizim şunu söylememiz gerekmez mi:
“ABD güçlü olabilir, size yönelik yeni darbe planları yapabilir. Ancak unutmayın ki asıl güçlü (El-Aziz), kahredici (El-Kahhar), intikam sahibi (El-Muntekim) olan Allah Teala’dır ve O’ndan başka korkulmaya lâyık bir güç yoktur.
Mazlumların katline ortaklık edip Allah katında sorumlu olmaktansa, ABD’ye kesin olarak tavır koyup hem dünyada izzeti yaşayın, hem de ahirette sorumluluktan kurtulun.”
…
Müslümanım diyen insanlar, Mısır’daki darbe sonuç alıp tüm demokrat Batı ve Doğu darbeyi kutsadığında demokrasinin nasıl bir helvadan put ve muktedirlerin sihirbazlık aracı olduğunu anladıklarını deklare etmiş ve demokratlık şirkinden tevbekâr olmuşlardı.
Türkiye’deki darbe girişimi halkın direnişiyle sonuçsuz kalınca o tevbeler unutuldu, demokrasiye yeniden iman ve iltisak tazelemesi yapıldı.
Oysa dünyanın en alçak fahişesidir demokrasi. Demokrasinin karşı olduğu tek darbe vardır: Başarılamamış, sonuçsuz kalmış darbe. Sonuç vermiş darbeler demokrasi açısından makbuldur, demokrasinin inşasının gereğidir.
…
Müslüman olma iddiasındaki insanlar cahiliye düzeniyle bütünleşme yolunda tam gaz ilerliyor. Malum darbe girişimi bu süreci hitama erdirecek gibi görünüyor. Hitamuhu misk değil tabi bu, hitamuhu rucz.
Oysa henüz 10 sene önceki dergilere, kitaplara bakın:
Bu sistem cahiliye idi ve biz de Rabbimizin emri gereği (Müzzemmil 10, Müddessir 5 vb) cahiliyeden ayrışmakla Rasullerin yolunu izleyerek kökten yeni bir inşaya koyulacaktık.
Jakoben laiklikten Anglo-Sakson laikliğe geçiş dışında ne değişti?
…
İktidara destek veriyorsan adın Fethullah Gülen de olsa, Aydın Doğan da olsa, Rahmi Koç da olsa, Hülya Avşar da olsa ve Hakka ve halka karşı hangi suçu işliyor olursan ol, makbulsun.
Ancak iktidara muhalif olduğunda makbul olmaktan anında çıkıyorsun.
Türkiye’de dünden bugüne temel ölçü bu maalesef. Hakkaniyet, adalet, liyakat hikaye.
…
Politikacıların, yıllarca destekleyip karşılıklı çıkar alışverişi yaparak güçlendirdikleri ve bir canavara dönüştürdükleri Gülenciler alçakça bir darbeye kalkıştığında, o politikacılar bize diyor ki:
“Gelin meydanlarda demokrasi nöbeti tutun, hep birlikte laik-demokratik düzene sahip çıkalım.”
Ey politikacılar! Biz, sizden de, güçlendirip canavarlaşmasına katkı sunduğunuz darbecilerden de, onların darbeciliğinden de, sizin onları da güçlendiren pragmatizminizden, laikliğinizden ve demokrasinizden de beriyiz.
Biz sadece Müslümanız ve sadece Müslüman kalma iradesindeyiz.
…
Sırtını Yüce Allah yerine ABD’ye dayayıp makyavelist bir anlayışla binlerce insanın dünyasını da ahiretini de mahveden F. Gülen, sıkışınca Seyyid Kutub gibi dik durmaktan söz ediyor.
Keşke Kutub’un ta 60’larda dikkat çektiği Kur’ani/Nebevi “yoldaki işaretler”e tâbi olsaydın da bu kadar yanlış yollara ve işlere girmeseydin.
…
Darbe gecesi, darbeye karşı çıkmak konusunda halkla hemfikirdik.
Ertesi gün ise herkes akidesine göre hareket etmeye başladı.
İşte o noktada Allah’ın iradesinin üzerinde irade tanımayan bir akideye sahip olarak, her türlü laik-demokratik şirk söylem ve sembollerinin hâkim olduğu meydanlardan ayrıştık.
Halkı bu şirk söylem ve sembollerine yönlendiren, ısındırmaya gayret eden politikacı ve STK yetkililerini Allah’a havale ediyorum.
…
Yıllardır söylüyoruz, ancak kulak veren maalesef pek yok:
Bir yerde gizlilik, takiyye, İslami kimliği gizleme tavrı varsa oradan uzak durun.
İslam apaçık dâvet dinidir, hakka şâhitliktir.
Müslüman kimse şâhitlik için vardır, kimliğini gizleyen, dâvetten uzak kalan, gizli hesabı ve hedefi bulunan, takiyye yapan kimse nasıl şâhitlik yapacaktır?
Fethullahçılık da, particilik de takiyyeye, kimliği ve şahitliği gizlemeye, ötelemeye dayalı yöntemlerdir ve bâtıldır.
…
Müslümanın bir özgül ağırlığı olmalı değil mi? Darbeye Müslümanca karşı durmak, bunu yaparken diğer bir tuğyan olan demokrasiye payanda olmamak diye bir seçenek yok mu?
Darbe alçaklığına karşı durmak adına çeşit çeşit bâtıl söylem, şiar ve sembollerin arasında kaybolmak, demokrat şirk denizine dalmak Müslümana yakışır mı?
…
ABD’nin arkasında olduğu bilinen bir darbe girişiminin birkaç gün sonrasında bile bunları söyleyebiliyorlar ya, yazıklar olsun.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bugünkü Yeni Şafak’ta yer alan ifadeleri:
“ABD, bizim müttefikimiz ve ABD ile olan ilişkilerimize büyük önem veriyoruz. Türkiye ve ABD olarak, bölgemiz için birlikte çok önemli işler yapıyoruz. İncirlik Hava Üssü’müzü, ABD ve diğer müttefikler için açtık. Suriye ve Irak’a istikrarın gelmesi için mücadele ediyoruz. Birçok ortak amacımız var.”
…
28 Şubat süreci öncesi ve o meşum süreç boyunca baskılara rağmen Müslümanlar, arabalarının arkasına, işyerlerine, evlerine “Hâkimiyet Allah’ındır” şiarını yazardı.
Eski Müslümanlar AKP döneminde kırpılıp kırpılıp demokrat yapıldı ve artık şiarlar da değişti.
“Hâkimiyet Allah’ındır” şiarının yerini, artık “Hâkimiyet milletindir” sloganı aldı.
Ey Müslümanım diyenler! Eyne tezhebun?
…
Bazı Müslümanlar dünkü (20 Temmuz Çarşamba) MGK toplantısından darbenin ana merkezi İncirlik Üssü’nün ABD’ye kapatılması kararı çıkacağını varsayıyordu.
Hem darbede katledilen 240 mazlum, hem de ertesi gün İncirlik’ten kalkan ABD uçaklarınca Münbiç’te 220 mazlum Suriyelinin katlinden sonra bu beklenti artmıştı.
MGK’dan çıka çıka kuklalar için OHAL kararı çıktı.
Kuklacı büyük şeytanla dostluğa (velayete) devam edildiği sürece ne dünyada ne ahirette rahatın olmadığını anlamak istemiyorsanız yapacak bir şey yok, ey politikacılar.
…
Hâkimiyet Yüce Allah’ındır.
Halka ait olan, yönetim erkidir.
Halkın, Allah’ın ahkâmına dayalı yönetimine İslam devleti denilir.
…
Rabbimiz Müddessir Suresi 3. ayette bize, sadece kendisini tekbir etmemizi/yüceltmemizi emretmişti.
Oysa darbeciler TRT’de okuttukları bildiride M. Kemal’den “yüce önder” diye söz ederek onu tekbir ederken;
Darbe girişimi duyarlı insanların tekbir sedalarıyla püskürtüldükten sonra da politikacılar, o tekbir sedalarını hiçe sayarak Yüce Allah’ın iradesine zerre miskal atıf yapmadan, halk iradesinin üstünde irade tanımadıklarını, hakimiyetin kayıtsız şartsız halka ait olduğunu ifade ediyor, halkı tekbir etme/yüceltme yarışına giriyorlar.
…
Ey Müslümanlar!
Türkiye’nin, darbe girişiminden üç gün sonra (18 Temmuz 2016) yeniden ABD’nin hizmetine açtığı İncirlik’ten havalanan işgalci koalisyon uçaklarının bombardımanı sonucu Munbiç’te 100’e yakın sivil Suriyeli mazlum katledildi.
Bilin istedim.
…
Alçak darbe girişimi ve sonrasında halkın direnişi sürecinde politikacıların söylemlerinin özeti:
1. Perde:
– Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Allah onların tuzağını bozdu.
-Allah’tan başka kimse bizi korkutamaz.
-Allah bizimle beraberdir.
2. Perde:
-Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.
-Milletin iradesinden başka irade tanımıyoruz.
1. perdede Yüce Allah’ın ismi zikredilirken, 2. perdede niçin Allah’sız bir söylem ve icraat öne çıkıyor. Allah Teala, ihtiyaç duyduğunuz zamanda hatırlanacak, iş hükmetmeye, insanların sevk ve idaresine gelince unutulacak Yunan ve Mekke tanrıları gibi haşa hizmetkâr bir ilah mı sizin gözünüzde?
…
Darbeci alçaklığa karşı ölümü göze alıp tankın önünde duracak kadar duyarlı ve cesur olan bu toplumun fertleri, Allah’ın helal-haram sınırlarını tanımayan, fuhşiyatı, münkeratı meşrulaştıran laik-demokratik tuğyan karşısında niçin duyarsız ve tepkisiz?
…
Müstekbir ulusalcıların “makarnacı” diyerek aşağılamaya çalıştığı muhafazakâr halk kesimi darbe girişimine karşı meydanlara inip direniş göstererek gerçekten çok iyi bir imtihan verdi.
Aynı şeyi, Akparti dönemine kadar tevhidi duruş sahibi olup da bu dönemde ölçü tanımaz bir maslahat yaklaşımıyla sistem içi iktidar mücadelesine eklemlenen kesimler için söyleyemeyeceğim. Bu kesimler, genel anlamda bağımsız İslami duruş sahibi olmak bir tarafa, en azından Erdoğan’ın siyonist işgal rejimiyle anlaşma sonrası eleştiri yapanları hedef alan “Herkes yerini bilecek” açıklaması karşısında dut yemiş bülbül gibi olmasalardı, bugün bu alçakça darbe girişimi karşısındaki direnişleri İslami açıdan anlamlı olabilirdi.
…
Biz büyük şeytanın demokrasisine de darbesine de karşı olduk ve olmaya da devam edeceğiz inşallah. Şirk ideolojisi demokrasiye eklemlenenler bizi anlayamaz. Hakikatleri ancak muttakiler (Yüce Allah’ın sınırlarını koruyanlar) kavrar.
…
Yarından itibaren Türkiye’de yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah büyüklenecek/yüceltilecek ve yalnızca O’nun hükümleri geçerli kılınacak mıdır? Cevap hayırsa meydanlardaki tekbir sedaları konjonktürel bir tepkiselliğin ötesinde anlam taşımaz ne yazık ki.
…
Müslüman her ne yaparsa yapsın, neye karşı çıkarsa çıksın bunu Yüce Allah’ın Müslümanlar için belirlediği yerde/konumda kalarak yapmalıdır. Müslüman tepkisini konjonktüre göre değil, bağımsız, şeffaf, açık ve net İslami kimliği ve şiarlarıyla ortaya koymalıdır. Müslüman hiçbir odağın nesnesi olmayı kabul etmez.
…
Cuntacılık-darbecilik, insanlık suçu mesabesinde bir toplum mühendisliği biçimidir. Tepeden inmeciliğin, cuntacılığın, dayatmacılığın her türüne karşı olmalıyız.
Demokrasinin de, cuntacılığın da canı cehenneme. Biz Allah’ın hükümlerine dayalı bir gönüllü toplumsal/siyasal dönüşümden yanayız.