Acıklı bir serüven
Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bulunan Yemâme Sarayı, geçtiğimiz salı günü resmî bir törene ev sahipliği yaptı. Kral Selman bin Abdulaziz’in huzuruna çıkan 44 yaşındaki bir kadın, titrek sesle, elindeki metni okudu: “Dinime, kralıma ve vatanıma sadık kalacağıma… Devletin hiçbir sırrını ifşa etmeyeceğime… Krallığın menfaatlerini hem içeride hem de dışarıda koruyacağıma… Görevimi samimiyetle, ihlasla ve sadakatle yerine getireceğime ant içerim!” Bu sahneyi çok sayıda televizyon canlı yayınladı, dünyanın önemli haber ajansları da “son dakika” olarak duyurdular. Suudi Arabistan tarihindeki ilk kadın büyükelçinin göreve başlama merasimiydi bu. Prenses Rîmâ binti Bender, ülkesinin Washington Büyükelçisi olarak yemin ediyordu.
Geçtiğimiz şubat ayında, Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından ataması yapılan Prenses Rîmâ, hem baba hem de anne tarafından, kraliyet ailesinin genç neslinin direkt bir üyesi. Babası Prens Bender bin Sultan (Bush ailesine yakınlığı nedeniyle “Bender bin Bush” adıyla meşhurdu), 1983-2005 arasında Suudi Arabistan’ın Washington büyükelçisi olarak görev yapmış bir isim. Babasının babası ise, 2011’deki ölümüne kadar “savunma bakanı” ve “veliaht prens” unvanlarını aynı anda taşıyan Prens Sultan bin Abdulaziz. Prenses’in annesi Hayfâ el Faysal da, isminin sonundaki takıdan da anlaşılacağı üzere, 1964-1975 arasında Suudi Arabistan tahtında oturan Kral Faysal bin Abdulaziz’in kızı.
Dedesi Kral Faysal’ın 25 Mart 1975’te suikasta kurban gittiği Kırmızı Saray’ın yakınlarındaki Yemâme Sarayı’nda yemin ederek göreve başlayan Rîmâ binti Bender’in bu parlak soy ağacı, bir yönüyle Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin serencâmı olarak da okunabilir. ABD ve Batılı ülkelere başlattığı petrol ambargosunun ardından, Riyad’daki sarayında kendi adını taşıyan yeğeni Faysal bin Musâid tarafından yakın mesafeden vurularak öldürülen Kral Faysal’dan sonra, çocuklarının ve torunlarının sürüklendiği acıklı bir serüven olarak ya da.
Körfez’in zengin Arap monarşilerinin, petrolü uluslararası ilişkilerde bir silah olarak kullanmayı akıllarından bile geçirmemeleri hedefiyle kurgulanan ve gerçekleştirilen Kral Faysal suikastı, Arap dünyasında günümüzde de bütün ağırlığıyla etkinliği devam eden “Amerikancı” damarın kökleşmesinin en büyük nedenlerinden biri. Suikastın direkt bir etkisi ise, Kral Faysal’ın bizzat aile bireyleri üzerinde gözlemlenebilir. “İslâmcı” bir babanın çocukları olan prens ve prenseslerin kâhir ekseriyeti, -muhtemelen babalarının trajik akıbetinin doğurduğu travmayla birlikte- ABD çizgisinden çıkamaz hale geldiler. Bunlar arasında bilhassa, 1975’te babasının ölümüyle birlikte oturduğu dışişleri bakanlığı koltuğunda, 2015’teki ölümüne dek tam 40 yıl kalan Prens Suûd el Faysal ve 1977-2001 arasında Suudi istihbarat teşkilâtının şefi olarak uluslararası arenanın en etkin isimlerinden birine dönüşen Prens Turkî el Faysal, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin günümüzdeki halini almasında başrol oynamış isimler olarak zikredilebilir. Her ikisi de babalarının ölümünden sonra göreve getirilen ve yakın dönem İslâm dünyası tarihi açısından çok kritik dönemlere tanıklık eden bu prenslerin yürüyüşü, Ortadoğu’yu yakından izleyenlere “Nerden nereye!” dedirtecek cinsten.
Şimdi, Rîmâ binti Bender’in şahsında, Kral Faysal’ın neslinden üçüncü kuşak, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerini daha da derinleştirmek için yeniden sahneye çıkmış bulunuyor. Prenses’in büyükelçi olarak atanması, zamanlama açısından da dikkat çekici. Riyad’ın göstere göstere Tel Aviv’le kol kola girdiği ve hiç çekinmeden Kudüs’ü bile tartışma konusu haline getirebildiği şu günlerde, Kudüs’ün işgaline tepki için petrolün vanasını kapatan ve bu yüzden öldürülen bir Kral’ın torununa emanet edilen kritik makam, Suudilerin son aylarda dünyaya sürekli ilân ettiği “değişim”in niteliği konusunda epey mesaj barındırıyor. Daha da talihsiz olan ise, Prenses Rîmâ’nın, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu binasında vahşice öldürülmesinden sonra oluşan dalgalanmayla atanmış olması. Rîmâ binti Bender’den önceki Washington Büyükelçisi, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın öz kardeşi Prens Hâlid bin Selman’dı malum. Cemal Kaşıkçı suikastında parmağı bulunduğu bilâhare anlaşılan Prens Hâlid, dünya çapında ortaya çıkan tepkilerin ardından Riyad’a çağrılmış, bir daha da vazifesine dönmemişti. Onun boşalttığı makama, Prenses Rîmâ oturtuldu. Suudilerin henüz ikna edici bir açıklama getirmediği ve getirmeye de tenezzül etmediği suikastın kanı, Prenses’in Washington’daki koltuğunun kenarlarında hâlâ görülebiliyor.
Bir aktörün (devlet başkanının, komutanın veya siyasî liderin) öldürülmesi, tarihte çoğu defa önemli değişimlere yol açmıştır. Ancak söz konusu değişimlerin belki de en hızlısı, kesini ve keskini, Kral Faysal suikastı üzerinden Suudi Arabistan’da (ve Körfez’in tamamında) yaşandı, yaşanıyor. Yakın tarihi bu suikast üzerinden okuduğumuzda, olan veya olmayan birçok şeyin nedenini de net bir şekilde anlamak mümkün aslında. Buna, Prenses Rîmâ’nın “Devletin hiçbir sırrını ifşa etmeyeceğime…” diyerek kefil olduğu sırlar da elbette dâhil.
Yeni Şafak / Taha Kılınç