1: Gölge Savaşlarından Cepheleşmeye
Hamas’ın imzasını taşıyan 7 Ekim Aksa Tufanı’nın ardından İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım savaşı, İran’ın başını çektiği ‘Direniş Ekseni’nin Filistin’le sergilediği dayanışma daha geniş bir coğrafyada eksenler arası hesaplaşmayı tetikledi. Direniş Ekseni’nin saldırıları İsrail’in övündüğü caydırıcılığı ve Demir Kubbe efsanesinde delikler açtı. Buna mukabil Direniş Ekseni kendi caydırıcılığını ya da angajman kurallarını dayatabiliyor mu? Sınırlama ve yıpratma savaşı stratejik sonuçlar üretebiliyor mu? Bu savaş Direniş Ekseni’ni entegre bir güce dönüştürüyor mu? Bu soruların hepsine birden “Evet” demek büyük bir iddia anlamına gelir. Ortak düşmana karşı birliktelik her zaman tutarlı bir ortaklığı garantilemiyor.
Direniş Ekseni, İran’ın patronluğunda Filistin odaklı bir çabayken son zamanlarda Orta Doğu’da Amerikan hegemonyasına karşı bir koalisyon görünümü aldı.
İran’la bağlarının niteliği açısından daha özel bir yerde duran Lübnan’daki Hizbullah, Direniş Ekseni’nin pivot gücü olarak öne çıkıyor. Eksenin diğer parçalarına ilham veren Hizbullah, Filistin cephesinde Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlerle dayanışma hattının başında duruyor.
İsrail’le teknik olarak savaşta olmasına rağmen siyasetin kendi konumunu tanımlarken ‘Direniş Ekseni’ ifadesini kullanmayan Suriye, hem İran’ın müttefiki hem de Lübnan ve Filistin’deki güçleri besleyen ana hat işlevi görüyor. Yemen’de Husilerin örgütü Ensarullah ise 2015’te Amerikan destekli Suudi-Emirlikler ikilisinin başlattığı savaştan bu yana adım adım Direniş Ekseni’ne kaydı.
Haşd el Şaabi bünyesinde olup da İran’a yakın duran örgütler ise Irak İslami Direnişi adı altında Direniş Ekseni’nin Irak ayağını oluşturuyor.
7 Ekim sonrası bütün bu güçler arasında artan koordinasyon dikkat çekti. Hizbullah, Gazze üzerindeki baskıyı azaltmak için İsrail’e kuzeyden cephe açtı. Ensarullah ise İsrail bağlantılı gemileri hedef almaya ve Eylat limanına doğru atışlara başladı. Irak İslami Direnişi hem Amerikan üslerine hem de Hayfa limanına doğru füze-SİHA saldırılarıyla çatışmadaki yerini aldı. Bu örgütlere desteğini sürdüren İran, Suriye’de defalarca İsrail’in saldırılarına maruz kaldı. ‘Stratejik Sabır’ yaklaşımıyla İsrail’in örtülü saldırılarına doğrudan yanıt vermeyen İran, 1 Nisan 2024’te Şam’daki büyükelçiliğin bitişiğindeki konsolosluk binasına füze saldırısından 12 gün sonra ilk kez balistik füze ve SİHA’larla İsrail’i hedef aldı. Direnişin lider kadrolarına yönelik suikastlara ağırlık veren İsrail’in 31 Temmuz 2024’te Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’yi Tahran’da öldürmesi Direniş Ekseni’ni bir çıkmazın eşiğine getirdi. İsrail’in stratejik yenilgisini hedefleyerek düşmanın taktiksel zaferlerini sineye çeken İran, itibarını, egemenliğini ve caydırıcılığını korumak için misilleme baskısıyla karşılaştı. Bu tırmanış, Direniş Ekseni’ni gerçek bir eksen olup olmadığı sınavıyla karşı karşıya bıraktı.
Direniş Ekseni’nin geleceğini görebilmek için geçmişine bakmak gerekiyor. İsrail-Amerikan karşıtı duruşta değişiklik olmasa da ideolojik uyumsuzluklar, çelişkili ya da çapraz ilişkiler, farklı öncelikler ya da tercihler bütünlüğü bozabiliyor. Direniş bugün koordinasyon seviyesinin artmasıyla daha etkili bir cephe görüntüsü verse de geçmişte yaşananlar bazı potansiyel açmazlara işaret ediyor. İran kendi ulusal çıkarları, küresel denklemdeki değişimler ve jeopolitik kırılmalara bağlı olarak ‘hasımlarla uzlaşma’ ile ‘direnme’ arasında iniş-çıkışlara imza attı. Eksenin devlet dışı aktörleri de rakip güç odakları arasında bocalamalar yaşadı. Eksenin bugünkü ortakları arasında çatışmalara varan uyumsuzluklar da oldu.
LÜBNAN İSLAM CUMHURİYETİ HEDEFİNDEN DİRENİŞE
İran’ın 1980’lerde Kudüs’ün özgürlüğünü merkeze alarak temelini attığı ‘Direniş Ekseni’ birkaç aşamada dönüşümler geçirerek bugünlere geldi. 1979’daki İslam Devrimi’nin ardından ‘Kudüs Günü’nün ilanı ve Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün kurulması İran’ın Orta Doğu’daki temel önceliğini deklare ediyordu. 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) organize eden Mısır lideri Cemal Abdunnasır’ın 1967’de Arap koalisyonuyla birlikte Altı Gün Savaşı’nda yenilmesi, Mısır ile Suriye’nin 1973’te Yom Kipur Savaşı’nda yaşadığı hezimet, Enver Sedat’ın 1978’de İsrail’le barışması, Arap Birliği’ndeki politikasızlık, İran’da 1979’da Amerikan-İngiliz müttefiki Şah’ın devrilmesi ve Amerikan ekseninde Tahran’ın yerini Kahire’nin alması Filistin davasının dış çerçevesini değiştirdi. İran Şahı, Lübnan’da ABD’nin tarafındaydı. 1958’deki kriz sırasında SAVAK, Mısır’a karşı Bağdat Paktı’na bel bağlayan Cumhurbaşkanı Kamil Şamun ve Marunilere para ve silah yardımında bulunmuştu. Arap rejimlerine göre devrimi ihraç etmeye çalışan İran, Filistin davasını yayılmacı siyaseti için araçsallaştırıyordu. Bir dönem İran, Şii Hilali kurmaya çalışmakla da itham edildi. Şiilik İran’ın resmi mezhebi olsa da Kudüs gündemi ve Direniş Ekseni’nin Sünni parçaları, Tahran’a mezhepçi suçlamasından kaçma şansı veriyordu.
İran-Irak savaşının getirdiği zorluklara rağmen Tahran, 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail’e karşı savaşmak için Devrim Muhafızları’nı bölgeye göndermişti.* ‘Arap İstikrar Gücü’ olarak Lübnan’da bulunan Suriye ise kendi oyun alanını korumak için İranlıların geçişine izin vermedi. Fakat Şiilerin en örgütlü partisi Emel’in güneyde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile çatışması, Beyrut’ta Hıristiyan partilerle diyaloga girmesi, İsrail’in fonladığı Maruni Falanjist Ketaib’in de yer aldığı Amerikan destekli ‘Ulusal Kurtuluş Komitesi’ne katılması kendi içinde bölünmelere yol açmıştı. İran, Emel’den kopan ve kendilerine “İslami Emel” adını veren damar üzerinden Lübnan’a girmeyi başardı. Devrim Muhafızları’nın Beka Vadisi’nde başlattığı eğitim çalışmaları, 1984’de kurulan ve bir yıl sonra resmen ilan edilen Hizbullah’ın askeri alt yapısını oluşturdu. Lübnan’da bir İslam cumhuriyeti kurma fikri, siyah çarşaflara bürünen kadınlar, sakal bırakan erkekler, kapatılan alkol satış noktaları ve sokak direklerinde yükselen Ayetullah Humeyni’nin posterleri İran’ın gelişini anlatıyordu. Ayrıca Hizbullah, Beyrut’ta ayağına yer açarken İran’ın düşmanlarına da saldırılar düzenliyordu. İran’ın kendi bölgesine girmesinden rahatsız olan Suriye 1986 ve 1987’de doğrudan ya da Suriye Sosyal Milliyetçi Parti eliyle Hizbullah’a şiddetle müdahale etmekten kaçınmadı.
O vakitler İran-Irak savaşı sürerken Tahran, Arap dünyasında sadece Suriye’yi yanında buluyordu. O yüzden İran, Lübnan’da Suriye’yi karşısına almamaya çalışıyordu. Tabanını kaybeden Emel ile Hizbullah arasında 1987’de başlayan çatışmalar, Lübnan’daki iç savaşı bitirmek için 1989’da imzalanan Taif Anlaşması’ndan bir süre sonra İran’ın araya girmesiyle sona erdi. İran’daki değişimin etkileri Lübnan’a yansıyordu. İran-Irak savaşının 1987’de bitmesi, Tahran’ın ilişkileri toparlama çabası, 1988’de Humeyni’nin ölümü, Haşimi Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığı döneminde artan pragmatist yönelim, Lübnan’da İran’ı farklı taraflarla diyaloga geçmeye, dengeli ilişkiler kurmaya iterken eskisi gibi destek göremeyen Hizbullah yavaş yavaş kendi yağıyla kavrulmayı öğrendi.
Kuruluşunun ardından Hizbullah da kendi içinde ayrışmaya başladı. Şeyh Subhi el Tufeyli ve Abbas el Musavi gibi isimler hareketin ruhani lideri sayılan Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah’ın da teşvikiyle pragmatik tutumlar benimserken Hasan Nasrallah, İbrahim el Emin ve İmad Muğniye’nin başını çektiği grup daha radikal bir çizgide ilerliyordu. Tufeyli harekete isyan bayrağını çekerken Fadlallah da kendi yoluna gitti. Musavi’nin 1992’de öldürülmesinin ardından Nasrallah genel sekreter oldu ama partinin Lübnan gerçeğine uyum süreci kesintiye uğramadı. Geleneksel olarak Lübnanlı Şiiler, Humeyni’nin teokratik devlet için formüle ettiği velayet-i fakih inancına karşı çıkan Necef (Irak) havzasındaki Ayetullahlara tabi olurken Nasrallah, 1994’te Hamaney’i mercii olarak kabul etti.
İran 1980’lerde Trablus merkezli Lübnanlı Sünni Müslümanlara da destek verdi ama gerçek ittifak ilişkisini sadece Şiilerin bir kanadıyla kurabildi.
Taif Anlaşması iç savaşın tüm taraflarına silahlara veda ettirirken Hizbullah, İsrail’e karşı yürüttüğü savaş nedeniyle istisna tutuldu. İç savaş sonrası mezhebi-dinsel bölünmeye dayalı paylaşım sisteminde Şiilere düşen Meclis Başkanlığı’nı adeta kendisine zimmetleyen Emel lideri Nebih Berri siyasette ana aktör haline geldi. Hizbullah da yeni dönemin ruhuna uygun olarak bir elinde silah diğer elinde oy pusulasıyla yasal alanda kendine yer açtı. Bu süreç Hizbullah’a İslam devleti kurma hedefini rafa kaldırtıp Şii, Sünni, Dürzi Müslümanlar ve Hıristiyanların birlikte yaşadığı Lübnan gerçekliğine uygun siyasal tutum belirleme fırsatı verdi.
İran’da Rafsancani’den sonra cumhurbaşkanlığına seçilen reformcu Muhammed Hatemi de Lübnan’daki farklı yaşamların birlikteliğine değer atfediyordu. Emel hareketinin kurucusu Musa Sadr’ın yeğeni Zohre Sadıgi ile evli olan Hatemi’nin Lübnan hükümeti ve diğer taraflarla temasları Hizbullah’ın da ilişkilerini gözden geçirmeye itiyordu. 1992’deki seçimden itibaren ortak hareket eden ve bugün ‘Şii İkili’ olarak anılan Emel-Hizbullah, Lübnan siyasetinde anahtar ya da kilit konumda. Hizbullah ordu ve istihbarat dahil Lübnan kurumlarıyla iletişimini artırırken Batı-Körfez destekli siyasal bloka karşı Hıristiyan, Dürzi ve Sünni partilerden kendine ortaklar bulabiliyor. Mevcut siyasal tabloda ‘Şii İkili’ye rağmen hükümet kurulması ya da cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün değil. Hasımları bu durumu Hizbullah’ın “Lübnan’ı esir alması”, “paralel devlet kurması” ve “ülkeyi İran’ın çıkarlarına teslim etmesi” olarak yorumluyor.
Hizbullah İran’ın yardımları dışında Şii orta sınıfın bağışları, diasporadaki iş insanlarından gelen fonlar ve dini merciinin temsilcisine ödenen vergiler sayesinde hastaneler, okullar ve yardım kuruluşlarıyla sosyal tabanını güçlendirdi. Ayrıca İran’ın yardımıyla kendi silah üretim tesislerini kurdu. Hizbullah 2000’de İsrail’i çekilmeye mecbur eden güç olarak Lübnan siyasetinde bileği bükülemez bir harekete dönüştü. 2006’daki 33 gün savaşında İsrail’e bir kez daha yenilgiyi yaşattı. Bu sonuç Hizbullah’ı siyasi arenada cumhurbaşkanı ve hükümeti belirleyecek konuma getirdi.
IRAK’I İRAN’A ALTIN TEPSİDE SUNAN İŞGAL
Direniş Ekseni’nin Irak ayağı ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesinin ardından oluşmaya başladı. İran’da sürgün yaşamış hatta Irak-İran savaşında Devrim Muhafızları’nın saflarında yer almış Bedir Tugayı gibi örgütler artık Irak’ta iktidarın ortağıydı. Bir hesap hatasıyla ABD, Irak’ı altın tepside İran’a sunmuştu. Halbuki Ürdün Kralı Abdullah’ın tanımıyla “Şii Hilali kurmaya çalışan” İran’ın önüne “edilgen ve uyumlu” Şii bariyer kurmak istiyorlardı. Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Musul’u ele geçirmesinin ardından Irak’taki en büyük Şii mercii Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin fetvasıyla Haşd’uş Şaabi güçleri oluşturulurken sahadaki ana stratejist ve oyun kurucu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani idi. Haşd’uş Şaabi içinde yer alan Bedir Tugayı lideri Hadi el Amiri, Ketaib Hizbullah lideri Ebu Mehdi el Mühendis, Asaib Ehli’l Hak Hareketi lideri Kays el Hazali ve Nuceba Hareketi lideri Ekrem el Kabi gibi isimler Süleymani’nin dava arkadaşları olarak ‘Direniş Ekseni’ne eklemlenmeye istekliydi. Hamaney’in velayet-i fakih konumunu reddeden Necef havzasının en büyük mercii Sistani’ye kulak verenler Haşd el Şaabi’nin ulusal güvenlik şemsiyesine entegre edilmesini kabul ederken İran’a yakın olanlar Haşd el Şaabi’nin olduğu gibi korunmasından yanaydı. Haşd el Şaabi’nin İran Devrim Muhafızları gibi olmasını istiyorlardı. ABD, 2020’de Bağdat’ta Süleymani ve Ebu Mehdi el Mühendis’i öldürünce Amerikan güçlerini kovmak Irak direnişinin temel stratejisi haline geldi. Bu minvalde ABD’nin Irak ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki üslerine saldırılar eksik olmadı. Irak’ta başbakanlığın Şiilerde olmasını çok önemseyen İran, statükoyu sürdürebilmek için Direniş Ekseni ile birlikte hareket edenler ile Tahran’a mesafeli duran Şii partilerin ‘Koordinasyon Çerçevesi’ adı altında buluşmalarını sağlamıştı.
SURİYE EKSEN İÇİN YENİ LABORATUVAR
Suriye’de ise yönetime karşı silahlı isyan, Direniş Ekseni’ndeki örgütlerin kendi faaliyet sahalarından çıkmalarına neden oldu. Elindeki silahları İsrail’e karşı kullandığı için Taif Anlaşması’ndaki silahsızlanmadan muaf tutulan Hizbullah 2013’te Lübnan’ı da tehdit eden Lübnan-Suriye sınırındaki Kalamun ve Kuseyr cephelerinden Suriye’deki çatışmalara dahil oldu. Bu durum, hareketi, İran’ın gündeminin peşine takıldığı ve İsrail’e karşı tuttuğu silahları Suriyeli muhaliflere karşı kullandığı suçlamasıyla karşı karşıya bıraktı. Fakat Nusra Cephesi ve cihatçı müttefiklerinin Arsel, Hermel ve Baalbek hatlarından Lübnan’a sarkmasını önlemesi bu eleştirileri kısmen bertaraf etti. ABD ve Suudi Arabistan’ın 2005’ten itibaren Hizbullah’a karşı gizlice beslediği Lübnanlı selefilerin Suriye’deki cihatçılarla buluşması, Lübnan’ı mahvedebilirdi. Suriye cephesi Hizbullah’ın savaş deneyimini ileri noktalara taşıdı. İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın yardımıyla Halep, Humus ve Şam kırsalındaki Şiiler de milis yapılanmasına dahil oldu. İran sadece Iraklıları değil, Afgan Şiileri “Fatimiyyun Tümeni”, Pakistanlı Şiileri “Zeynebiyyun Tugayı” adıyla örgütleyerek Suriye’ye taşıdı. Bu yapılanma potansiyel olarak Kudüs Gücü’nün Afganistan ve Pakistan’da vekil güçler edindiği anlamına da geliyordu. Daha önemlisi İran, Irak ve Suriye arasındaki akışı güvenli kılmak için iki ülke sınırındaki El Kaim-Elbukemal kapısıyla bağlantılı Fırat güzergâhına yerleşti. Irak-Suriye-Lübnan aksındaki bu geçişkenlik daha sonra Kasım Süleymani’nin ‘Alanların Birliği’ adını vereceği stratejinin de şekillenmesine hizmet etti.
DİRENİŞ’İN YALIN AYAKLILARI
Bu süreçte Direniş Ekseni’nin en dikkat çeken halkasını Yemenliler oluşturuyor. Husilerin örgütü Ensarullah 2004-2010 arası Yemen iç savaşında İran bağlantısıyla gündeme gelmişti. Savaş tecrübelerine rağmen 2011 sonrası ‘Arap Baharı’nın getirdiği türbülans sırasında biraz gölgede kaldılar. Fakat Riyad’ın patronluğundaki geçiş sürecinde dışlanınca 2015’te başkent Sana’yı ele geçirip ulusal birlik hükümeti teklif ettiler. Hatta kendi paylarına düşen bakanlık koltuklarından feragat etmeye hazırdılar. Suudiler, Yemen’den kaçan Cumhurbaşkanı Mansur Hadi’yi döndürecek müdahale için Sünni koalisyon kurmaya çalıştı ama olmadı. Başlattıkları savaşı bölgesel rakibi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile birlikte yürütmek durumunda kaldılar. Bu savaş Ensarullah’ı Tahran’ın biçimlendirdiği stratejik konsepte yanaştırdı. Ensarullah 7 Ekim sonrası Gazze ile dayanışma saldırılarına başladığında Direniş Ekseni’ndeki halkaya tam anlamıyla girmiş oldu. Amerikan-İngiliz koalisyonunun Yemen’i vurarak durdurmaya çalıştığı Husiler kolay bir lokma olmadıklarını ispatladı.
Husiler Şiiliğin Zeydi koluna ait oldukları için otomatik olarak İran’la ilişkisi mezhepsel bir düzlemde ele alınıyor. Caferiliğin hakim olduğu İran’la aralarındaki bağı tanımlayan şey ‘mezhepsel özdeşlik’ değil ideolojik paralellik. Zeydilik Şii mezhepleri arasında Sünniliğe en yakın grup. Husi hareketi, adını 2004’te öldürülen liderleri Bedreddin el Husi’den alıyor. Zeydiler ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyor. Ülke 1962’ye kadar bin yıl boyunca Zeydi imamların kontrolündeydi. İmametin yıkılmasının ardından Zeydilerin yaşadığı dini, siyasi, ekonomik ve kültürel dışlanmışlığa karşı Husi hareketi gelişti. Hareket ilk olarak 1992’de kuzeydeki Saada kentinde “İnanan Gençlik” adıyla ortaya çıktı. El Husi’nin 2004’te öldürülmesi üzerine hükümet güçleriyle başlayan çatışmalar 2010’daki ateşkese kadar sürdü. Hareketin liderliğini El Husi’nin kardeşi Abdülmelik el Husi yürütüyor. 1937’de Cizan, Asir ve Necran vilayetlerini Yemen’den kopardığından beri bu ülkeyi asla kendi haline bırakmayan Suudilerin bol bahşişli Vahhabilik ihracatının hedefinde Zeydiler de vardı. Kendisi de Zeydi kökenli olup Kuzey ve Güney Yemen’i birleştiren lider olarak ülkeyi 33 yıl yöneten Ali Abdullah Salih, Suudilerin cömert desteğiyle Husilere karşı savaş başlattığında İran bağlantısını da gündeme getirmişti. WikiLeaks’in sızdırdığı 11 Kasım 2009 tarihli ABD Dışişleri’ne ait gizli yazışmaya göre Salih, İran’ın Husileri silahlandırdığı iddiasıyla destek arıyordu. Ama Büyükelçi Stephen Seche, Husilerin “İran’ın mızrağı” olduğu ve Tahran tarafından silahlandırıldığı gibi iddialara 5 yıldır kanıt sunulamadığını not ediyordu. Seche ayrıca Husilerin askeri olarak bitirilebileceği düşüncesini “Hem tehlikeli hem de yanıltıcı” olarak niteliyordu. İran’ın desteğinin sembolik olduğunu söyleyenler de vardı. Genel kanaate göre Husilerin İran’la ilişkileri 2015’te Suudilerin başlattığı savaş boyunca gelişti. Riyad için Yemen’i bataklığa çeviren ve ateşi Suudi kentlerine taşımayı başaran Husilerin başarısındaki İran’ın payı hâlâ spekülasyonlara açık bir konu. Ottawa Üniversitesi’nden Prof. Dr. Thomas Juneau’ya göre Husilerin cephaneliğinin büyük bölümü Yemen ordusunun stokları, karaborsa ve yerel üretimden geliyor. Husilerin kullandığı füze ve SİHA’ların İran’dan temin edilen hassas parçaların yerelde üretilen parçalarla birleştirilerek elde edildiği düşünülüyor. Bu hibrid üretimde Hizbullah ve Devrim Muhafızları uzmanlarının teknik destek verdiği öne sürülüyor. Kızıldeniz’deki tankerlere karşı kullanılan Çin yapımı gemisavar füzelerin Yemen ordusunun stoklarından alındığı ve modifiye edildiği düşünülüyor.
İran’ın Direniş Ekseni’ni “Şii Hilali” oluşturma senaryosu içinde ele alanlar da var. Özellikle Körfez medyası İran’ın nüfuz ettiği bölgeleri Şiileştirdiği iddiasını gündeme getiriyor. Bilhassa Elbukemal ve Mayadin arasındaki bölgelerde bu tür bir olguya dikkat çekiliyor. Şam’da Seyyide Zeynep Türbesi’nin olduğu semtteki Şii varlığını ayrı bir çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Şii milislerin bulundukları yerlerin görünümü değişse de bu iddialar mezhepçi propaganda savaşının yansımaları olarak da görülebilir. Aynı iddialar Yemen için de dillendiriliyor. Fakat Yemen’e bakıldığında Zeydi geleneğinin terk edildiği ve Caferiliğe doğru bir dönüşüm yaşandığına dair ciddi bir gözlem yok.
DETAYLI OKUMA İÇİN:
* Distant Relations: Iran and Lebanon in the last 500 years, H. E. Chehabi, 2006, B.Tauris, London/New York
(Hizballah’s Public and Social Services and Iran, Judith Harik) [Distant Relations: Iran and Lebanon in the last 500 years, H. E. Chehabi, 2006, B.Tauris, London/New York]
2: Alanların Birliği Sonuç Getirecek mi?
İRAN’IN VEKİL GÜÇLERİ Mİ ORTAKLARI MI? İDEOLOJİK VE ÖRGÜTSEL İLİŞKİLERDEKİ ÇELİŞKİLER NELER?
Direniş Ekseni, İsrail’e mutlak koruma sağlayan eksene karşı, İran’ın az maliyetlerle esnek ve yatay koalisyonlar kurmasına imkân veriyor. Bu strateji riskleri coğrafyalara yayarken olası çatışmanın ana karaya yansımalarını sınırlıyor. Ayrıca kendi ideolojik perspektifine göre müttefikler bulmasına ve düşmanlara karşı asimetrik yanıtlar vermesine yarıyor. İranlılar Direniş Ekseni’ne “vekil güç” denilmesine karşı çıksalar da Tahran’ın stratejik satranç tahtasında her birinin bir yeri var. Hizbullah, İran’ın ABD, Fransa, Suudi Arabistan ve Suriye’nin de olduğu Lübnan denklemine girmesinde en önemli araçtı. Hamas ve İslami Cihad, İran’ın Filistin dosyasında olmasını sağladı. Yemen’de Husilerin gösterdiği direnç Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) İran’a düşmanlık etmenin maliyetine işaret etti. Bağdat’taki Şii aktörlerin tutumları da ABD’ye İran’la paslaşmadan Irak’ta tek başına denklem kuramayacağını öğretti. Tüm bunlar ABD, Çin ve Rusya dahil bölgede siyasi, ekonomik ve stratejik nüfuz arayışındaki güçlerle müzakerelerde İran’ın elini güçlendiriyor.
Elbette ortak düşmana karşı yardımlaşma içindeler ve her birinin İran’la ilişki düzeyi ya da biçimi farklı. Ana aktörler açısından bir şeye başlama ya da bitirme konusunda İran’la aralarında bir emir-komuta ilişkisi tespit etmek kolay değil. Kendi iç dinamiklerine göre sınırları belirleyip özerk alanlarını muhafaza edebiliyorlar. Ortak dil, simge ve araçlar mutlak olarak ideolojik ve organizasyonel örgütlülük anlamına gelmiyor. En özel ilişki dini merci olarak Hamaney’e bağlı olan Hizbullah’a ait. Fakat Hizbullah askeri ve siyasi kararlarında Lübnan denklemine göre hareket edebiliyor. 1980 ve 1990’larda işgal ve iç savaş koşullarında yaşananlar bir kenara, Lübnan siyasal sisteminin bir parçası haline geldikten sonra Hizbullah, İran’ın öncelikleri ile Lübnan’ın ulusal çıkarları arasında bir cendereye girmekten kaçındığı izlenimi veriyor. Hizbullah, İran’da hakim olan siyasi iklim, dini kurallar ve geleneklerle Lübnan toplumunda var olamayacağının farkında. Askeri gücü Şii taraftarlarına dayansa da siyasi denklem içinde Hıristiyan, Dürzi ve Sünni müttefikleriyle birlikte hareket etmek zorunda. Yine de bu durum hasımları nezdinde İran’ın maşası olma ve Lübnan’ı ateşe atma suçlamalarını bertaraf etmiyor.
Kuşkusuz Hizbullah, Ensarullah, Irak İslami Direnişi, Hamas ve İslami Cihad gibi İslami bir dünya görüşüne sahip. Hepsi toplumlarına İslami gelecek vaat ediyor. Gazze’de Hamas ve İslami Cihad’la ortak hareket eden Marksist ‘Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ gibi yapılar da var.
Hamas, Mısır merkezli Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak ortaya çıksa da ideolojik referanslar dışında karar ve eylemlerinde bu yapıdan da bağımsız davranıyor. İran’a yaklaştıkça Müslüman Kardeşler’in genel ajandasıyla çatışıyor. Sözgelimi Suriye’de Müslüman Kardeşler, Şam yönetiminin öteden beri azılı düşmanı. Hizbullah ve öteki Şii milisler Suriye’de Müslüman Kardeşler ve selefi-cihadi grupların bastırılmasında aktif rol oynadı. Müslüman Kardeşler 1970’lerden beri Suriye’de terör örgütü muamelesi görürken Hamas’ın siyasi bürosu yıllarca Şam’da kaldı. Hamas’ın 2012’de Türkiye ve Katar’ın yönlendirmesiyle Esad yönetimine tavır alıp Şam’ı terk etmesi Direniş Ekseni ile ilişkileri olumsuz etkiledi. İran’ın verdiği desteğin telafisi olmayınca köprüleri kuracak yollar arandı. Gazze’deki lider Yahya Sinvar İran, Hizbullah ve Ensarullah’la ilişkilerin geliştirilmesinden yanaydı. Hatta Müslüman Kardeşler nedeniyle Mısır’la kavgayı sürdürmek istemiyordu. İran ve Hizbullah’la buzlar eritilse de Şam’la eski sayfaya tam olarak dönülemedi. Hamas liderlerinden Halil el Hayya başkanlığındaki bir heyetin Şam’ı ziyaret ettiği Ekim 2022’ye kadar Esad mesafeyi korudu. Bu yüzden İran’ın Hizbullah’la yakaladığı güven ilişkisinin aynı ölçüde Hamas’la olduğu söylenemez.
Müslüman Kardeşler’in Irak kolu Irak İslami Partisi İran destekli Şii partilerle kavgalıydı. Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı Islah Partisi de Husilerle savaş halindeydi. Yemen siyasetinde Ahmer aşiretinin rolü büyük. Islah da gücünü bu aşiretten alıyor. Islah’ın kuruluşuna öncülük eden Şeyh Abdullah bin Hüseyin el Ahmer, Sadık el Ahmed ve General Ali Muhsin el Ahmer bu aşiretten. Suudiler hesabına Ensarullah’a karşı Ahmer, Haşid ve Bakil’i örgütleyen isimlerin başında General Ali Muhsin geliyordu. General aynı zamanda 2004 sonrası Husilere karşı operasyonların komutanıydı. Husiler bölgedeki aşiretleri El Kaide ile ortak cephe kurmakla itham ediyordu. Hasımları ise Husileri ülkeyi Zeydi imameti dönemine geri götürme amacı gütmekle suçluyordu. Suudiler Ortadoğu’da savaş açtıkları Müslüman Kardeşler’in Yemen kolunu desteklemekte sakınca görmüyordu.
2004-2010 savaşı boyunca Husilerin gündeminde İsrail ya da Hamas yoktu. Ali Abdullah Salih iktidardayken hem Hamas hem de El Fetih ile yakın ilişkilere sahipti. Bazı Hamas liderleri Ensarullah’ı darbecilikle suçlayıp Suudilerin geçiş dönemi formülü olarak Salih’in yerine geçirdiği Mansur Hadi’yi destekliyordu. Husiler 2015’de başlayan savaş sırasında ABD’nin yanı sıra İsrail’i de Suudi koalisyonuna destek vermekle suçlarken ‘anti-Siyonist’ söylem belirgin hale geldi. Bu süreçte Hamas’la da dostluk kurulurken Hizbullah’la ilişkiler gelişti.
Suriye de Arap milliyetçiliği ve seküler karakteri nedeniyle “İslami İran’la” aynı kefeye konulamayacak bir ülke. Suriye’nin Tahran’la ortaklığının Beşşar el Esad’ın Aleviliği ile hiçbir ilgisi yok. İran, Direniş Ekseni’ni korumak için Suriye’nin ayakta kalması gerektiğine karar verip Rusya ile birlikte Esad yönetiminin yıkılmasının önüne geçti. Fakat halihazırda yıpratıcı bir çatışma sürecinden çıkamamış ve toprak bütünlüğünü sağlayamamış olan Suriye, 7 Ekim sonrası hem Hamas’ın başlattığı savaşın parçası olmamak hem Arap Birliği ile açtığı sayfayı tersine çevirmemek için oldukça temkinli hareket ettiği görüntüsü veriyor. Bu görüntünün Körfez blokunu memnun ettiği de söylenebilir.
Bu güçler İran açısından Orta Doğu’nun karmaşık denklemlerinde pek çok bakımdan kaldıraç vazifesi görüyor. Hizbullah’ın disiplin, profesyonellik ve sofistike operasyon yetenekleri hareketin İran’a olan ihtiyacını azaltırken bu durum kendi karar süreçlerinde daha özerk davranmalarını sağlıyor. Aynı şeyi Suriye’deki milis yapılar için söylemek zor. Doğrudan Kudüs Gücü tarafından kurulan, her açıdan bağımlı olan Fatimiyyun Tümeni ile Zeynebiyyun Tugayı vekil güç tanımına uyuyor.
Irak’taki milislerle ilişkiler ise tekdüze değil. Irak’taki ilişkiler zaman zaman koordinasyon ya da eşgüdüm görüntüsünden çıkıyor. İlişkilerde tutarlılık yok. Suriye-Ürdün-Irak üçgenindeki Tower 22’de üç Amerikalı askerin öldüğü saldırıdan sonra olduğu gibi İran’ın devreye girerek Iraklı örgütleri durdurduğuna dair örnekler var. Fakat CENTCOM’un eski komutanlarından General Kenneth F. McKenzie gibi sahada bulunmuş Amerikalı yetkililer, İranlılar kısmen dizginlese de örgütlerin her birini kontrol ettiğine inanmıyor. Ya da bu tür dizginlenme müdahalelerinin etkisi geçici olabiliyor.
Ensarullah askeri eğitim, teknik ve silah desteği alsa da operasyonel olarak İran’a bağımlı bir güç sayılmaz. Hamaney’e velayet-i fakih inancıyla bağlı değiller. ABD ve Siyonizm karşıtlığında söylemsel beraberlik ve hedeflerinde stratejik çakışmalar olsa da Husiler fikri altyapılarıyla kendilerine özgü. Başkent Sana’nın yanı sıra Yemen Silahlı Kuvvetleri’ni kontrol eden ve güçlü bir tabana sahip olan Ensarullah, İran için küçük ölçekli stratejik ortak sayılabilir. Bölgedeki Arap rejimlerinden bazıları Filistin konusunda sessiz kalırken ve bazıları ABD ve İsrail’le işbirliği yaparken, Gazze ile dayanışmak Husiler için hem bölünmüş Yemen’de hem bölgede meşruiyet kazandırıyor. Bunun ötesinde İran bağımlılık ilişkisini büyütecek oranda askeri, mali ve teknik destek sağlayabilecek güçte bir ülke değil.
ALANLARIN BİRLİĞİ SONUÇ GETİRECEK BİR STRATEJİ Mİ?
Alanların Birliği aslında Gazze yangın yerine dönerken Filistin’in diğer yakası Batı Şeria’nın çaresizce uzaktan izlemesine son verilmesi gerektiği düşüncesinden doğmuştu. İran, İsrail’i zorlamak için Batı Şeria’daki Filistinlilerin de silahlandırılması gerektiğini savunuyordu. Amerikalılarla çok uyumlu bir işbirliği sergileyen ve İran’ın nüfuz kanallarına karşı çok uyanık olan Ürdün’ün sınırı, Batı Şeria’yı silahlandırma planlarının önündeki en büyük handikaptı. Büyük bir bölümü İsrail’in işgali altında olan Batı Şeria’da sınırlı ve küçük çaplı da olsa Aslanlar Yuvası, Cenin Tugayları ve Nablus Tugayları gibi bağımsız gruplar ortaya çıkınca “Acaba İran’ın rolü nedir” sorusu gündeme geldi. O bölgedeki silahların sırrı henüz çözülebilmiş değil. Öte tarafta Gazze’nin silah kaynağına dair çok sayıda rapor ve yazı kaleme alındı. Sudan, devrik lider Ömer el Beşir döneminde İran’ın Mısır üzerinden Gazze’ye silah sevkiyatında önemli bir güzergâhtı. 2013’te Mısır’da tünellerin kapatılması ve Beşir sonrası Sudan hattının riske girmesiyle Gazze’nin tünellerindeki üretime daha fazla ağırlık verildi. Ayrıca İsrailli kaynaklar yeni rota olarak deniz tünelleri üzerinde duruyor.
İsraillilere “Batı Şeria’da yeni bir Hizbullah doğuyor” dedirten silahlanma sürecinde Hamas’tan ziyade İslami Cihad’ın rolü üzerinde duruluyor. Ayrıca Batı Şeria’daki silahlı çatışmalarda FHKC, Demokratik Cephe ve Aksa Şehitleri Tugayı öne çıkıyor. Alanların Birliği stratejisine uygun gelişen ilk operasyon 2021’de Kudüs’te Şeyh Cerrah mahallesinin boşaltılmasına misilleme olarak İslami Cihad’ın başlattığı roket saldırılarıydı. Hamas iştirak etmemişti. Hamas’ın bu çatışmalardan uzak durması Aksa Tufanı hazırlıklarına odaklanma çabasına bağlanıyordu. İslami Cihad’ın İran’la eşgüdümü Hamas’tan daha ileri noktada.
7 Ekim sonrası Alanların Birliği stratejisi çerçevesinde farklı coğrafyalardaki örgütler arasında koordinasyon ve eşgüdüme ağırlık verildi. Bu durumda birbiriyle dayanışma için rastgele tepkiler vermek yerine stratejik yakınsamayla hedef birliği yapmak ve buna göre ortak yanıtlar geliştirme yaklaşımı öne çıkıyor.
Aslında Aksa Tufanı bu yaklaşımın tam tersi bir hazırlığın ürünüydü. İran ve Hizbullah’tan gelen açıklamalar, Hamas’ın saldırıyı Direniş Ekseni’nin hiçbir parçasına danışmadan hazırlayıp uygulamaya geçirdiğini ortaya koydu. Hatta Hamas’ın içinden gelen bilgilere bakılırsa örgütün siyasi bürosu genel hatlarıyla bir saldırı olacağını biliyordu ama neyin ne zaman ve nasıl olacağından habersizdi. Buna rağmen ne Gazze’deki diğer örgütler ne de Direniş Ekseni’nin öteki halkaları Hamas’ı yalnız bıraktı. Burada Alanların Birliği stratejisinin Direniş Ekseni’nin bileşenleri arasında tökezlemeye izin vermediği söylenebilir. Bu strateji örgütler arasında işbirliğini artırıyor. Yine de bu koordinasyon Direniş Ekseni’ni, savunmada ve saldırıda teşekküllü bir koalisyona dönüştürebildiği iddiasını karşılamıyor. Dönemsel olarak operasyonel eşgüdüm artıyor ama bu uzun vadede politik tercihler arasındaki uyumsuzlukları ortadan kaldırmayabilir.
Ayrıca her bir halka bulunduğu alanda bazı açmazlarla karşı karşıya. Direniş Ekseni içerden ciddi eleştiriler alıyor:
– Hizbullah paralel devlet kurmak ve Gazze için Lübnan’ı ateşe atmakla suçlanıyor. Savaşın bölgeselleşmesine sebep olmak örgüt üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Ayrıca Hizbullah parlamento ve hükümetteki konumunu kaybetmek istemiyor.
– Irak İslami Direnişi, Irak’ı İran ile ABD arasındaki savaşın arenasına dönüştürmekle itham ediliyor. Necef havzasındaki taklit merciinin İran’ın müdahalelerine karşı olumsuz tutumu da Irak İslami Direniş gruplarının dizginlenmesini isteyen siyasi bloka güç veriyor.
– Ensarullah İran’ın vekil gücüne dönüşmek ve zaten ağır bedeller ödemiş ülkenin yükünü ve acılarını artırmakla eleştiriliyor.
– İran içinde de Filistin’i Filistinliler ve Araplardan daha çok dert edinmenin mantığı sorgulanıyor. Direniş Ekseni’ni korumaya dönük siyasetin İran’ı tecrit etmek ve ambargo altına sokmaktan başka bir şeye hizmet etmediğini düşünenler az değil. Böyle düşünenler yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın ekibinde de var. Gerilim siyasetinin Devrim Muhafızları’nın dış ilişkileri esir alacak şekilde siyasi karar mekanizmaları üzerinde etkisini artırdığına dair tespitler öne çıkıyor. İran’ın yürüttüğü gölge savaşının artık ülkeyi doğrudan güçler arası savaşın eşiğine getirdiğine dair sistem içinden de uyarılar geliyor.
Bu tür eleştiriler Direniş Ekseni’nin parçalarında kaçınılmaz olarak belli eşiklerde fren mekanizmalarını devreye sokuyor ve Direniş Ekseni’nin oyunun kurallarını değiştirecek ölçüde risk almasını önlüyor.
Elbette adil bir fotoğraf için Direniş Ekseni’nin, Amerikan-İsrail eksenine karşı kazanımları ve açmazlarıyla birlikte ele alınması gerekiyor. Artık bir yerde açılan cephe kendi yalnızlığı içinde kalmıyor. Tabii İsrail’e yanıt veren cephelerin sayısı arttıkça savaşın bölgeselleşme riski artıyor. Bu da baskıyı çift yönlü hale getiriyor: Bu durumda İsrail’i koruma taahhüdü altındaki güçler Tahran’a diş gösterirken dönüp Tel Aviv’e de baskı yapma gereği duyuyor.
Sahadaki yansımalara bakıldığında da Hizbullah’ın saldırıları, İsrail’in tüm gücüyle Gazze’ye yüklenmesini önlemenin ötesinde kuzeyde yerleşimlerin boşalmasıyla fiilen bir tampon bölgenin oluşumuna neden oldu. Hizbullah sınır bölgesinde radar, gözetleme kuleleri ve kamera sistemlerini vurarak İsrail’i köreltti. İsrail 2006’dakine benzer bir kara harekâtını kolayca göze alamıyor. Tel Aviv’in stratejik derinliği olmadığı için savaşı İsrail’den uzakta tutma doktrini çıkmaza girdi. Büyük bir tırmanışta Hizbullah’ın İsrail’e sızma ve stratejik tesisleri vurma ihtimali felaket senaryoları kapsamında ele alınıyor. Hizbullah’ın kendi angajman kurallarını dayatabilecek noktaya gelmesi önemli bir denklem. Husilerin Yafa adlı SİHA’yı Tel Aviv’e ulaştırması da İsrail’i Kızıldeniz hattından saldırıya açık hale getiriyor. Suriye tarafından Golan cephesinin açılması ihtimali de İsrail’i geriyor. Hatta yarıdan fazlası Filistinli olan Ürdün’ün savaşın içine çekilmesi ihtimali, İsrail’i güvenceye alan Amerikan-İngiliz düzenini tehdit ediyor.
Fakat bütün bunlar İsrail’in çatışmayı tırmandırma konusundaki cüretini kıramadı. Bu da yıpratma savaşı güderken tam kapasite savaştan kaçınma yönündeki hassasiyetin sınırlarına işaret ediyor. Haniye’ye suikasttan sonra savaşa yol açmayacak misilleme arayışı öne çıktı. Fakat bu tartışmada en dikkat çekici boyut şuydu: Savaştan kaçınma önceliği İsrail’in istediği oyuna izin veriyor; bu nedenle tırmanışa son vermek için artık İran’ın savaşa hazır olduğunu göstermesi gerekiyor. Yine de İran’ın iç bütünlüğünü tehdit eden kırılganlıklar ortadayken Tahran’ın savaştan kaçınma önceliği değişmeyebilir.
Gazeteduvar / Fehim Taştekin