Yaygın eğitim kanalıyla ulus devlete uygun tek tip insan modeli yetiştirmek üzere okulları kurgulayan modern paradigma bu işi ders müfredatı kadar belli gün ve haftalarda düzenlenen törenlerle de kotarmaya çalışır. Okul; zorunlu eğitim çerçevesinde kendisine teslim edilen çocuklara bir düzeni, bir hayat tarzını, bilgi edinme yöntemi ve bakış açısını kazandırmayı hedefler. Bu bakış açısına göre çocuklar anne babalarından, ailelerinden önce kamuya aittir.
Modern ulus-devlet çocuklara kazandırılacak bilgileri, tabi tutulacakları eğitimi belirleme hatta bu bilgi ve davranış kalıplarını kazandırıncaya kadar bütün imkânları zorlama hakkını kendinde görmektedir. Garip olan şu ki tek tek aileler hatta bütün bir toplum bu hakkı kendilerinden önce devlette görmekte, adeta “bedeni benim, aklı ve ruhu senin” gibi teslimiyetçi bir tutumla çocukları hakkındaki bütün tasarrufları devlete devretmektedir. Bu model eğitim-öğretim süreci maalesef Cumhuriyet döneminde en ilkel ve barbarca yöntemler kullanılarak kanırta kanırta topluma dayatılmıştır. Okul, küçük ve seyreltilmiş bir askeri kışla, öğretmen asker-sivil arası bir terbiyeci, müfredat ise Ata/Türkçü ideolojiyi taze beyinlere kazımaya matuf endoktrinasyon (beyin yıkama, görüş aşılama) malzemesi olarak tanımlanmıştır.
Heykel ve Büstlerin Okulla Alakası
Bürokratik oligarşinin temel dayanağı Kemalist ideoloji ve teamüller hem siyasi kadrolar hem de aydınlar, medya, akademi ve toplum tarafından hafife alındı. Esasen Kemalizm/Atatürkçülük; kurmay kadro, ideoloji, kültür ve kurumlar itibariyle ciddi biçimde analiz edilmedi, tarihsel süreç içerisinde kendilerini yeniden nasıl ürettikleri hususunda hemen hiç kafa yorulmadı. Çoğu gerçeğe tekabül etmeyen tepkisel sloganlar, Yahudilik-Sabetaycılık ve Masonluk etrafında kurgulanan komplo teorileri veya başta İsmet İnönü olmak üzere birkaç “günah keçisi” etrafında döndürülen “Atatürk aldatıldı, Atatürk istismar ediliyor” filan tarzındaki sığlıklar bir asırdır toplumu oyaladı. Bu sığ yaklaşımlar muhafazakâr ve dindar çevrelerin siyasal, bürokratik, akademik veya ticari yükselişlerine engel olmaya başladığında hızlıca tam tersi söylem ve tutum alışlara dönüşebildi.
Birkaç gün önce 10 Kasım’da ortaya çıkan rezaletin birkaç okulda sergilenen müsamere töreninden ibaret olduğu sanılmasın. Ta 1938’den bu yana 10 Kasım’da Atatürk’ü anma etkinliklerinin hemen tamamında İslam açısından da mantık ve bilim açısından da telafisi imkânsız şaşkınlık ve sapkınlıklar sergilenmektedir. Mustafa Kemal’in Ulu Önder ve Ebedi Şef Kamal Atatürk’e tebdili esasen modern bir efsane, çağdaş bir kült-totem kurgulama girişimidir. Bu modern efsane ve çağdaş kült-totem kurgulama girişiminin Faşist İtalya’da Mussolini, Nazi Almanya’da Hitler ve Komünist Rusya’da Stalin için aynel vaki, aynel zaman olduğu akıldan hiç çıkarılmamalıdır. Kurtaran, kuran ve yaratan eşsiz lider figürü felsefi açıdan Roma ve Antik Yunan düşüncesinin yarı-tanrı tasavvurundan beslenmektedir. Okullar Türkçe, matematik, ahlak veya tarih-coğrafya formasyonunu öğrencilere kazandırmadan evvel Atatürk’ün ne kadar yüce ve benzersiz bir lider olduğu, ilke ve inkılaplarıyla Atatürk’e sadakatin hayatın asli hedefi olduğu yönünde sözlü, yazılı ve törensel telkinlere göre konuşlandırılmıştır.
En absürt görüntüler, en galiz söylemler kamuoyuna yansımadan Kemalist tören ve ritüellere eğitim-öğretimin doğal parçası hatta Türkiye’nin en geniş ortak paydası muamelesi yapılıyor neredeyse. Kreşler, anasınıfları, ilk ve orta öğretimde öğrenciler, öğretmen ve idarecilerle birlikte veliler de kahir ekseriyeti politeist (putperest) ve totemist toplumlardan devşirilen söylem ve tören biçimlerinin parçası yapılıyor. Kareografik tarzda hazırlanan törenlerin İslam’a, bilim ve mantık ilkelerine tümden aykırı, öğrencilerin ve toplumun akıl ve ruh sağlığını bozucu mahiyette olduğunu açıkça dile getirmemek büyük bir vebal hatta günahtır. Resmi ideolojinin Anıtkabir’i İslami köklerinden olabildiğince koparılmış Türk ulusunun kabesi ve kıblesi olarak tasarladığı bilinmiyor mu ki burada düzenlenen mutad törenlere yüksek sesle itiraz edilmiyor.
Hocalar Didişiyor, Islah Umurlarında mı?
Eğitim öğretimde neyin başarılı neyin başarısız olduğu sürekli tartışılır. Bu bağlamda değişmesi gereken müfredat, sınıf düzeni, öğretmenlerin formasyonu, okunacak metinler, ziyaret edilecek mekânlar hep tartışmaya açıktır. Ancak Milli Eğitim’i esir alan, akıl ve kalplere ipotek koyan, öğrenci ve öğretmenleri tek tip davranış kalıplarına hapseden Atatürkçü ritüelleri, Kemalist törenleri sorgulamaya hiç müsaade edilmez. Çünkü Atatürkçülük ideolojilerden bir ideoloji değil aksine siyaset ve toplum için takip edilecek mecburi istikamet, sadakati zorunlu bir devlet dinidir adeta. Neden heykel veya büstler önünde saygı duruşu yapılıyor? Heykel ve büstlere dönerek şiir okumanın, geçit törenleri yapmanın, anı defterine geçmiş ve geleceğe dair notlar düşmenin akılla, mantıkla, İslami değerlerle hiçbir alakası yokken neden topluma dayatılmakta?
Sadece eğitimde değil siyasette de reform, nitelik ve başarı hedefleniyorsa gerçekten toplumu, tarihi, kültürü heykel ve büst merkezli akıl dışı törenlere zorlamaktan derhal vazgeçilmeli. Siyaset ve bürokrasi fazlasıyla pragmatik. Peki, akademi ve ilahiyat camiası ne iş yapıyor, neyle meşgul? Kimi kabir azabından koruyan kefen satarak kimi uydurulmuş din söylemlerini mızrak gibi kullanarak piyasa yapmaya çalışan pek muhterem hocaefendiler bütün bir toplumu ifsad edip zehirleyen Kemalist ideoloji, teamüller, tören ve ritüeller hakkında nasıl da araziye uyum sağlıyorlar.
Gelenekçisiyle, modernistiyle, sözde ıslah ekolüyle birbiriyle didişmeye, itişmeye pek meraklı muhterem hocaefendiler mevzu Kemalist dayatmaları sembolize eden söylem ve eylemlere karşı şaşırtacak düzeyde müşfik, pek kuşatıcı ve de derin hoşgörülü tutumlar takınabiliyorlar. Yeni hedef kitleleri o cenah çünkü. Tefsir, kelam, hadis, fıkıh hocaları ne bir devlet ideolojisi olarak ne de başta çocuklar ve gençler olmak üzere toplumun akıl, duygu ve davranışlarını iğfal eden törenlerin hükmü üzerine yazmıyor, konuşmuyor, tavır almıyor. Peki, bu durumda tevhid-şirk, iman-küfür, ıslah-ifsad, adalet-zulüm gibi Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin emir ve yasakları toplumsal hayatı nasıl tanzim edecek? Muhterem hocaefendilerimiz kariyer planlamalarına, saltanat kavgalarına biraz ara verebilirlerse belki de bu müşkülat üzerine sağlam bir yol haritası hazırlayıp bizleri de aydınlatacaklardır. Bekliyoruz…
Akit / Kenan Alpay