Giriş Yazımız: İslam dini ilk elçiden son elçiye kadar Allah’ın tekrar hatırlattığı dinin adıdır. Allah için zorunluluk diye bir şey yoktur ama neden sürekli hatırlatması gerekmiştir diye sorarsak, insanların tertemiz bir şekilde kendilerine emanet edilen bu dini kısacık bir sürede bozmalarıdır cevabını vermek zorunda kalırız. İnsanlar kendilerine yeniden hatırlatılan İslam’ı önce bozmuşlar, sonrada bu bozulmuş dine inanmaya başlamışlardır. Tıpkı Yahudilerin ve Hristiyanların Allah’ın kendi yarattığı peygamberiyle güreş yapmasına ve hatta yenilmesine inandıkları gibi.
Son örneğimiz Hazreti Muhammed (AS) bizlere tertemiz bir din emanet etti. Son konuşmasında bizleri de buna şahit tuttu. Ama aradan daha bir asır bile geçmeden bu tertemiz din bambaşka bir din haline geldi. Kabe’yi yıkıp peygamberin torununun kafasını kesip onunla oynayanlar kendisini azarlayanlara şöyle cevap veriyorlardı.
“Hüseyin’i (ben değil) Allah öldürdü”. Çünkü gerçekte esas fail Allah’tır demeye getiriyorlardı.
Rasulullah’ın (AS) bizlere emanet ettiği din, Hazreti Ali’nin öldürülmesinden sonra zalimlerin, fasıkların önderliğinde zulme destek yapıldı. Kimi ruhunu satmış saray mollaları da zulme ve zalime sessiz kaldılar. Seslerini çıkaranların sesi kısıldı. Dine yeni giren toplumların inançlarını İslam’a getirmelerine ses çıkarılmadı. Zaten Müslümanları yönetenlerin Ömer bin Abdülaziz’i (Rh. A) dışarıda tutarsak böyle bir dertleri hiç olmadı. Doğal olarak İslam’a girenler eski inançları ile İslam’ın esaslarını harmanlayarak ortaya yeni DİN(ler) çıkardılar. Adına İslam denilen bu yeni din de elbette İslam’dan bir şeyler vardı. Ama sadece bir şeyler vardı.
Zaman içinde İslam’dan bir şeyler bulunan bu yeni din İslam’ın kendisi gibi algılanır oldu. Yani insanlar kendi uydurdukları dine inanmaya devam ediyorlardı. Tıpkı kendilerinden öncekiler gibi.
Aşağıda, içerisinden alıntılar yaptığımız Tezkiretü’l Evliya isimli kitap, uydurulan bu yeni dinin, diğer adıyla Tasavvuf’un en sevilen kaynaklarından biridir. Eserin yazarı Attar, Türklerin öğretmeni Mevlana Celaleddin Rumi’nin de en çok etkilendiği kişilerin başında gelir.
Bu eserde ilk dönem Tasavvuf düşüncesini kuran ve yaşayan şeyhlerin hayatlarından ve düşüncelerinden kesitler anlatılmıştır. Okuduğunuz zaman inanamayacağınız birçok örnekle karşılaşacak ve böyle bir şeyi bu büyük bilinen insanlar nasıl yazabilir/söyleyebilir diyeceksiniz.
Bilgi nesilden nesile aktarılır. Bu ilk dönem Tasavvuf kurucularının düşünceleri ne yazık ki o dönemde kalmamış ve daha sonra gelenler tarafından da bir dahaki nesillere aktarılmıştır. Öyle ki son dönemin hem de pek rağbet gören isimleri kendisini Allah ilan eden bu şeyhlere, Şeyh’ül Ekber (büyük şeyh), bir diğeri “Enel Hak kahramanı” diyebilmektedir. (Said Nursi – F. Gülen)
Bu okumaların/çalışmaların tek bir amacı vardır. Neden’i anlamak.
Neden düşüncelerimizin bozulduğunu,
Neden İslam’la aramızda bu kadar büyük bir mesafe olduğunu,
Neden bir türlü toparlanamayışımızı,,,
Yani nedenleri anlamak. Çünkü neden i sormadan nasıl ı sormak anlamsız. Nedeni bilmeden hiç bir sorun çözülemez. Yüzyıllardır düşünsel anlamda mahvolmuş olan Müslümanların neden bu halde olduklarını ortaya koymadan derdimize derman bulamayız. Tabii böyle bir derdiniz olduğunun farkındaysanız.
Bu günkü halimizin elbette bir tek nedeni yok. Ancak bu gün müslüman toplumlarda olan bozukluğun en önemli sebebi hangisidir desek bunun en önemli nedeninin Peygamberden (AS) alınan düşünce sisteminin korunamayışı olduğunu söyleyebiliriz.
İslam diğer dünya görüşleri gibi bir dünya görüşüdür. Diğerlerinin kurucuları insanlar iken İslam varlığını Allah’tan alır. Bugün elimizde son elçinin (AS) bizlere emaneti olan Kur’an tertemiz bir şekilde duruyor. Ancak onun hemen her kavramı kirletilmiş, anlam kaymasına uğramış durumda. Bunu da büyük bir oranda Tasavvuf düşüncesi becermiştir. Bu düşüncenin İslam ile taban tabana ters oluşu fark edilmeden İslam’a dönüş asla mümkün olmayacaktır.
Dini anlamak için başvurulan kaynak bozuk olduktan sonra Dinin doğru anlaşılması mümkün mü? Doğru anlaşılmayan bir dinin sahabi gibi insan yetiştirebilmesi mümkün mü? Elbette değil.
İslam’ın aslına uygun anlaşılması demek, her türlü zulme, zalime, tağuta başkaldırıyı emreden Kur’an’ın istediği insan olmak demektir. Peygamberlerin yaşadığı gibi yaşamak demektir. Yeryüzünün tamamında İslam’ın anlaşılması/hakim olması uğruna dosdoğru olmak demektir. Bu ayakları yere basan insan olmayı gerektirir. Tek hayali İlay-ı Kelimetullah olan ve bunun için gereken çabayı gösteren insan olmak demektir. Ne kadar zor olursa olsun. İlkeler hedefi hedefte yolu belli eder/olgunlaştırır. İlkeler doğru olmadan gidilen yolun doğru olması mümkün değildir.
Sahife 956: “Yarın yüz binlerce amelsiz kişi olacak ama Allah onları affedecek” deyince sordular:
– Bunlar kimlerdir? Cevap verdi:
– Biz konuşurken başlarını sallayanlar! (dediklerimizi itiraz etmeden kabul edenler)
Biz yazdıklarımızı okuyanların başlarını sallamalarını değil başları iki ellerinin arasındayken düşünmelerini istiyoruz. Çünkü hep beraber düşünmek zorundayız. Çok düşünmeli ve çok çalışmalıyız. Tüm kalbimizle inanıyoruz ki, küfr’ün yeryüzünde kurmuş olduğu geçici hakimiyet düşünmeyi başaran Müslümanların önünde asla duramayacaktır.
Orhan Sezer
Kitabın Tanıtımı:
Tasavvuf düşüncesinin önemli başucu kitaplarından olan Tezkiretü’l Evliya kitabının çevirmeni, önsözünde bu kitabı milli duyuş ve düşünüş şeklinin teşekkülünde(oluşmasında) önem taşıyan bir eser olarak tanıtıyor ve bu tür eserleri çevirmenin ve onları yeni nesillere aktarmanın öneminden bahsederek çevirdiği eserlerin bazılarını anıyor.
Çevirmen, ilk dönemden Gazalinin kitaplarına kadar olan süreçte Tasavvufu anlatan kitapların, zahiri ilimler ve Şer’i hükümlerle ters düşmediğini gösterme çabasında oldukları için anlatmak istediklerini tam ve açık olarak anlatamadıklarını belirtmektedir.
Çünkü o sıralarda yeni yeni doğan Tasavvufun açık bir şekilde anlatılması dindar insanlar üzerinde Tasavvufa karşı olumsuz bir durum oluştururdu. Bununda maslahata uygun olmayacağının (yararlı olmayacağının) altı çizilmektedir.
Ancak daha sonraki dönemlerde ve Attar zamanında zahir ehlinin ve İslami ilimlerle uğraşanların tasavvufa gösterdikleri tepkiler oldukça yumuşadığı için Attar’ın yazmış olduğu bu eserde tasavvuf düşüncesinin daha açık olarak anlatıldığından bahsetmektedir. Çünkü zaten bu anlatılanlar tasavvuf ehli arasında en baştan beri açıkça konuşulmaktadır.
Yapılacak araştırma ve incelemelerde, Tezkire’ deki bilgileri esas almanın araştırmacıları yanıltmayacağını da belirten çevirmen, başka hiçbir dilde tam bir tercümesi olmayan bu kitabın çevirisini yapmış olmaktan duyduğu sevinci dile getiriyor.
GİRİŞ bölümünde Attar’ın hayatından kesitler vardır. Attar’ın, Nişabur civarındaki eski bir köy olan Kedken’de doğduğu, bu bölgenin İslam’dan önce gelişmiş bir bölge olduğu ve buralarda yatan İSLAM ÖNCESİ DİNİ HAYATIN AZİZLERİNİN DAHA SONRA İSLAMİ BİR RENK ALARAK SAYGI GÖRMEYE DEVAM ETTİKLERİ belirtilmektedir. Attar’ın da daha önce ölen kimselerin ruhaniyetiyle terbiye edildiklerine inanılmaktadır. Bununla ilgili olarak Mevlana’nın şu sözüne de yer verilmektedir; “150 yıl sonra Hallac’ın nuru, Attar’ın ruhunda tecelli etmiştir.”
Moğol istilası sırasında öldürülen Attar’ın, nasıl öldürüldüğü de anlatılır. Buna göre şehit olan Attar, vücudundan koparılan başını, ellerinin arasına alarak yarım fersahlık (yaklaşık 2800 metre) bir mesafeyi koşarak kat etti ve şimdi na’şının gömülü olduğu yere gelince ruhunu teslim etti.
Mevlana’nın en etkilendiği kişilerden olan Attar’ın eserlerinden 10 tanesi hakkında verilen kısa bilgilerde de ilginç ayrıntılar vardır. Mesela altıncı eserinde Attar’ın İblis ile ilgili yazdıklarına değinilir. BUNA GÖRE ATTAR, ŞEYTAN’I VEFAKAR (sevgisi geçici olmayan) BİR MUHİP (DOST), SADIK BİR AŞIK VE FEDAKAR BİR YİĞİT OLARAK TASVİR EDER. HAKTAN BAŞKASINA (Adem’e) BOYUN EĞMEME VE SECDE ETMEME UĞRUNDA EBEDİ AZABI GÖZE ALAN BİR AŞK KAHRAMANI OLARAK TANITIR. İlk defa Hallac tarafından ortaya atılan bu düşünce Ahmet Gazali tarafından Mevaiz ve Sevanih isimli eserlerinde geliştirilmiş ve daha sonra Yezidilerin İblis’e hürmet etme akidesini doğurmuştur.
Yine dokuzuncu eserinde kendini vahdet deryasına atan bir gencin hikayesi anlatılır. BU GENCİN KENDİSİNİ VAHDET DERYASINA ATMASININ SEBEBİDE ALLAH OLDUĞUNU ANLAMASIDIR. ASLINDA HALLAC’IN HİKAYESİ DE DENSE YERİDİR BU HİKAYEYE. ÇÜNKÜ ATTAR FENA (ALLAH’LA BİRLEŞME/ONDA YOK OLMA) HUSUSUNDA HALLAC’I ÖRNEK GÖSTERMEKTEDİR.
Yine bu eserinde Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’den öğrendiği bir takım sırlı bilgileri bir kuyuya koyduğu, burada biten bir kamışın Ney (müzik aleti) haline geldiği ve bu Ney’den sadece ariflerin anlayacağı terennümlerin dile geldiği anlatılmaktadır.
Kendisinde kuvvetli bir Vahdet-i Vucud eğilimi olan Attar’ın yazdıklarındaki İslam dışılıkları eleştirmenin önünü kapatmak isteyen çevirmenin bizlere şu uyarısını da aktarıp kitaptan aldığımız notlara geçelim;
Çevirmen Süleyman Uludağ, ellinci sayfada kitapta bulunan bir takım akıl ve İslam dışı örneklere değinerek şöyle diyor. “…Tasavvuf sahasında bu kadar bilgisi ve zevki olmayanların üzerine düşen, ulu orta konuşmak ve gelişigüzel itirazlarda bulunmak değil, SUSMAK VE DİLİNİ TUTMAKTIR.
Zaten 1400 yıldır bu İslam ve akıl dışı Tasavvuf dinine karşı Müslümanlar maalesef sadece sustular ve dillerini tuttular. Oysa İslam’ı anlaması ve anlatması gerektiği halde susan Müslümanların İslam dininin bu günkü haline gelmesinde veballeri çok büyüktür. Onların göze aldıkları bu vebali biz almıyoruz ve herhangi bir katkı yapmadan Tasavvufun en önemli kurucularının hayatından ve düşüncelerinden alıntılara geçiyoruz.
Sh. 76: Hz. Muhammed’in Uhud savaşında dişleri kırıldığı için tüm dişlerini kırıyor ve ona (AS) muvafakat (uymak kabul etmek) dindendir diyor.
Sh. 79: Rebi bin Hüseym anlatıyor; Veysel Karani’yi görmeye gitmiştim. Sabah namazını kılıyordu. Namazı bitirince teşbihe durdu. Sabrettim, derken kalktı öğlen namazına durdu. 3 gün 3 gece ara vermeden hep böyle hareket etti. Ne bir şey yedi ne de uyudu. Dördüncü gece olunca dikkat ettim gözlerinde biraz uyku alameti vardı. Bunun üzerine derhal Allah’a münacat (dilek) etti ve “Ya Rab, şu çok uyuyan gözden ve obur karından sana sığınırım” dedi.
Sh. 127: Aracısız Vahy alıyor.
Sh. 128: Hacca yuvarlanarak 7 senede gidiyor.
Sh. 131: “…bu sözler Hasan Basri’nin gücüne gitti. Rabia’ya Fırat nehrinin üzerine seccadesini serip “gel de 2 rekat namaz kılalım” dedi. Rabia “Öyle bir şey yap ki kimse yapamasın” (o yaptığını balıklar da yapar) deyip kendi seccadesini havaya sererek; “ey Hasan buraya gel, yukarı makamlara çık..” dedi.
Sh. 137: Yedi gün yedi gece üst üste orucunu açmadı.
Sh. 170: Sürekli Allah’la konuşuyor. Çocuğunu bağrına bastığı için Allah’tan sitem işitiyor.
Sh. 179: Kendisine sürekli vurulup alay edildiği için, kafasını vura vura merdivenden attıkları için, üzerine işedikleri için ve yüzüne ağız dolusu tükürdükleri için neşeleniyor, nefsinin hak ettiğini bulmasına çok seviniyor. Bitlerin kendisini yemesine mest oluyor. Kendisine Hintli kafir denmesine keyifleniyor.
Sh. 181: “Karıyı dul, çocukları yetim bırakıp geceleri köpeklerin yattıkları mezbeleliklerde yatmadığın müddetçe Allah adamları safında yer almam için bana yol verecekler diye tamah etme.”
Sh. 187: “Kemale ermiş kişinin alameti (göstergesi) nedir?” diye sorulunca İbrahim bin Edhem şöyle cevap veriyor: “ Odur ki dağa yürü deyince dağ harekete geçer” O bunu der demez yakınlarındaki dağ harekete geçiyor. İbrahim; “Ey dağ sana söylemiyorum, seni sadece örnek olması için andım, sakin ol” deyince dağ derhal sakinleşiyor.
Sh. 195: Bir insana dek geliyor ve “Ne günah işledim ki insan gördüm?” deyip kaçıyor.
Sh. 201: Baş aşağı ağaçtan aşağıya kendini asıyor ve “ey nefsim ibadet etmeme izin ver yoksa seni ölene kadar böyle bırakırım” diyor.
Sh. 209: Müridine nasihat ediyor. “Git bu gece doyasıya ye, gece namaz kılma, bütün gece yat uyu. Ola ki lütuf (iyilikle) ile gelmeyen (Allah) itabla (paylama/azarlama) ile gelir.”
Sh. 219: ÜSTADINA ALLAH’TAN FAZLA TESLİMİYET GÖSTERMEYEN ASLA MÜRİD OLAMAZ.
Sh. 220: Ramazan ayında somun alıp yiyor. Ta ki halk ondan uzaklaşsın. Yoksa Hakka ulaşamazmış.
Sh. 230: Bir zencinin çevresini 7 kez tavaf ediyor ve Haccını eda ediyor.
Sh. 231: “Bir kere Halvette iken “Teşbih ederim kendimi, şanım ne yücedir” sözü dilinden çıkmıştı. Kendine gelince müridler; “Siz şöyle şöyle dediniz, dediler. Şeyh de; “Eğer diğer bir seferinde daha bu sözü benden işitir de beni paralamazsanız Allah hasmınız (düşmanınız) olsun” dedi ve diğer bir zamanda aynı şeyi söylemesi halinde kendisini öldürmeleri için her birinin eline bir bıçak verdi. Öyle oldu ki şeyh diğer bir defasında yine aynı şeyi söyledi. Sohbetinde bulunanlar onu katletmeye teşebbüs ettiler. EVİ BEYAZİD-İ BİSTAMİ İLE DOLU OLARAK GÖRDÜLER. Öyle ki evin dört köşesi onunla dolmuştu. Müridler bıçak vurmaya başladılar ama suya bıçak vuran bir kimsenin hali gibi bir vaziyet hasıl olmuştu. Aradan bir zaman geçince o suret küçüldü nihayet Beyazid-i Bistami ile mihrapta bir serçe kadar zuhur etti. Müridler bu hali şeyhe anlattıklarında şeyh: “BEYAZİD-İ BİSTAMİ ŞU GÖRMEKTE OLDUĞUNUZDUR. O, BEYAZİD-İ BİSTAMİ DEĞİLDİ.” DEDİ VE EKLEDİ; “CEBBAR (ALLAH) KENDİNİ KULUNUN DİLİYLE TENZİH ETMİŞTİR.”
(AÇIKLAMA): Eğer biri çıkar da “bu nasıl olur” derse deriz ki: “Başlangıçta Hz. Adem’in başı semaya dayanıyordu. Cebrail üzerine bir kanat indirince (kanadıyla vurunca) onun bir kısmı kaybolup gitti. İmdi büyük bir suretin (görünüşün) küçülmesi caiz (mümkün) olunca, bunun aksi neden caiz olmasın? Nitekim anne karnındaki bir bebeğin ağırlığı şu kadar kilo iken, delikanlı olunca şu kadar kilo olmaktadır ve yine Cebrail’in Hz. Meryem’e bir insan biçiminde tecelli etmesi de böyledir. Beyazid-i Bistami’nin hali dahi bu tarzda vukua gelmişti (olmuştu) Ama vakıa ile oraya ulaşamamış bir kimseye, verilen izahatın (açıklamanın) bir faydası olmaz.
Sh. 235: Benim seccadeyle ne işim var? İş namaz kılma merhalesini (aşamasını) geçti.
Sh. 241: Meleklere ilim öğretiyor.
Sh. 242: Gaybı biliyor.(Neml suresi 65: Gaybı sadece Allah bilir)
Sh. 244: Bir üflemeyle felç edip altına işetiyor.
Sh. 245: Aslanlar hizmetine koşuyor.
Sh. 246: Bir adam, şeyhin verdiği cevabından eriyip su oluyor.
Sh. 248: Ordular yardıma çağırınca zafer kazandırıyor.
Sh. 249: Allah’ın huzuruna girip çıkıyor.
Sh. 250: Nefsine ceza olarak 1 sene su vermiyor.
Sh. 252: Kendisine vahiy/sesleniliyor
Sh. 253: İblis’e (Şeytana) rahmet diliyor.
Sh. 255: Allah’tan hesap soruyor.
Sh. 256: ALLAH OLUYOR. O Kabe’yi tavaf edeceğine, Kabe onu tavaf ediyor. Allah şeyhin dili aracılığıyla konuşuyor.
Sh. 257: Allah’ın sıfatları (özellikleri) Şeyhde var.
Sh. 267: Diğer ulema (İslam alimleri) gibi ilmi hocalardan değil doğrudan Allah’tan ilim öğrenirlermiş.
Sh. 269: ALLAH OLDUĞUNU SÖYLEYİP, İBRAHİM, MUSA VE MUHAMMED’E (ASV) DENK (EŞİT) KUL OLDUĞUNU SÖYLÜYOR.
Sh. 270: Allah’la konuşuyor. Hatta ikilik ortadan kalkıyor, Allah oluyor.
Sh. 272: Söylediklerini aslında kendisi söylemiyor. Ona söyletiliyor(!)
Sh. 273: 94 bin sene uçup nebilerin (peygamberlerin) ilk derecesine ulaşıyor.
Sh. 274: “YARIN KIYAMETTE BÜTÜN AHALİ (İNSANLAR) Hz. MUHAMMED’İN BAYRAĞI ALTINDA OLACAKTIR DEDİLER. O DA, “ALLAH’IN ULUHİYYETİNE ANDOLSUN Kİ BENİM BAYRAĞIM MUHAMMED’İN BAYRAĞINDAN ZİYADEDİR (DAHA BÜYÜKTÜR) ZİRA BÜTÜN AHALİ DE PEYGAMBERLER DE BENİM BAYRAĞIMIN ALTINDA OLACAKTIR, DEMİŞTİ”
Sh. 279: Uyurken yılanlar onu rahatsız edecek olan sinekleri kovalıyor.
Sh. 292: Anne karnındayken bile annesine haram yedirtmiyor.
Sh. 351: Gaybı müşahede (Gaybı bilme) makamına yükselenler için kalple amel, organlarla olandan daha makbuldür. (önemlidir)
Sh. 355: Tuzla ekmek yerken yanlışlıkla tuzun içindeki bir tane susamı yeyince 1 sene manevi halini kaybediyor.
Sh. 358: “Razı olmak demek, cenneti istememek, Cehennemden Allah’a sığınmamaktır.
Sh. 369: Onlar abdest alınca Şeytan gökten düşüyor. Hatta az kalsın ayağı kırılıyor.
Sh. 390: 25 günde bir oruç açıyorlar.
Sh. 395: Saatlerce suyun dibinde oturuyorlar ama tek bir kılları bile ıslanmıyor.
Sh. 407: Şeyhin cenazesi kaldırılırken gökten inen melekler kendilerini saygıdan cenazeye sürüyorlar. Bunu gören bir Yahudi de derhal imana geliyor.
Sh. 408: Sorulan soruya Kabirden cevap veriyorlar.
Sh. 436: Kızgın fırına giriyor ama yanmıyorlar.
Sh. 439: Havada uçan, suda yürüyen binlerce müridleri var.
Sh. 443: Meleklerin çektiği altın arabalarla geziyorlar.
Sh. 449: Bir anda birden fazla yerde bulunuyorlar.
Sh. 450: Onların kerametlerine inanmayan kafir oluyor.
Sh. 472: 40 sene uyumuyor.
Sh. 484: (bunları yazdığım için özür dilerim. Orhan Sezer)Allah, oğlanlarlayapacakları için ahdi genişletiyor ve onu günahtan sorumlu tutmuyor. Çünkü söz konusu olan oğlanların al yanak, servi boy ve ceylan gözleriymiş.
Sh. 489: Allah’a emir veriyorlar.
Sh. 493: Allah’ı yemin olsun ki eğer bana bir şeyler vermezsen Kabe’nin kandillerini kırarım diye tehdit ediyor.
Sh. 521: Allah 30 sene onların ağzıyla halkla konuşuyor.
Sh. 522: Allah peygamberini şeyhe göndererek ona halka vaaz vermesi için izin verdiğini bildirmesini istiyor.
Sh. 524: “Seçenek verilirse Cehennemi seçerim.”
Sh. 529: “Ağızlarından bazı iğrenç sözlerin çıkması normaldir.”
Sh. 565: Rüyada Hz. Muhammed (Asv) soruyor: “Beni seviyor musun?” Cevap: “Lütfen beni mazur (hoş) gör. Çünkü Allah sevgisi beni senin sevginden alıkoymuştur.”
Sh. 566: BU SAYFAYA GÖRE SUFİLERİN ÇOK AZI HARİÇ ÇOĞU OĞLANLARLA DÜŞÜP KALKARMIŞ
Sh. 581: Kalpten geçenleri biliyor.
Sh. 582: Ölüyü diriltiyor.
Sh. 619: “Allahtan başkasına ibret gözüyle bile olsa bakamazlar. Ya değilse gökten gelen yumruk gözünü kör eder.
Sh. 623: Onlar konuşunca kandiller patlıyor, kuşlar ölüyor.
Sh. 640: Kalpten geçenleri biliyor.(Tevbe 101’de Rasulullah (asv) ın dahi, kalblerinde taşıdıkları münafıklığı bilemeyeceği ama Allah’ın bildiği anlatılır).
Sh. 642 ve 643: İNANILMAZ BİR HİKAYE İLE HAZRETİ ADEM VE HAVVA’NIN ŞEYTANIN ÇOCUĞUNU PİŞİRİP YEDİKLERİ/YAMYAMLIK YAPIŞLARI ANLATILIYOR.
Sh. 644: “Evliyanın nübüvvete benzer bir durumları vardır.” (Biraz peygamberdirler)
Sh. 658: Gelecekte olacak haber veriliyor. (Bakınız En’am 59, Neml 65)
Sh. 665: Kendisini köpek seviyesine koyuyor.
Sh. 677: Sadece ot yer, elbiseleri kirlenmez saçları uzamazdı. (Adam 120 sene yaşamış sanırım otlar işe yaramış. Orhan Sezer)
Sh. 683: Ömür boyu hiç uyumuyor.
Sh. 684: Ölmüş derviş konuşuyor.
Sh. 686: Hadisleri doğrudan Allah’tan alıyor.
Sh. 691: Gaybı biliyor
Sh. 693: Ayakta 2 parmak üzerinde namaz kılıyor. Ama beceremiyor. Çünkü bu sadece peygamberlere hasmış. (yani bunu sadece onlar yaparmış)
Sh. 693: “Naklederler ki İbn-i Hafif bir gece yarısı hizmetçiye ‘bana bir kadın ara’ dedi. Hizmetçi; ‘Bu gece yarısı nereye gideyim? Bir kız kardeşim var, şeyh müsaade ederse onu getiririm’ dedi. Şeyh ‘Getir’ dedi. Bunun üzerine hizmetçi gitti kız kardeşini getirdi. Şeyh derhal onunla nikah addetti (yaptı). Yedi ay dolunca bir bebek dünyaya geldi ve öldü. …. Bu hikayenin sonunda bu işe kendisini Rasulullah’ın rüyasına gelerek kendisini yönlendirdiğini anlatıyor. Daha ilginci bu olaydan sonra daha 400 kere daha nikah akdi kıymış.
Sh. 698: 1 sene boyunca hiç uyumuyor, sırtını yere koymuyor ve ayağını uzatmıyor.
Sh. 706: Tıpkı sayfa 83 deki gibi kitap tarihi hatalarla kendisini yalanlıyor.
Sh. 710: “Kul marifet makamına erdi mi, Allah ona Vahy gönderir.” (kendisinin de bu makamda olduğundan bahsediyor)
Sh. 712: Bir kendi Allah’a gidiyor, bir Allah ona geliyor.
Sh. 713: Hallac-ı Mansur’a 300 kere kırbaç vuruluyor. Her kırbaç vuruluşunda bir ses geliyor “Ey ibn-i Mansur korkma” diye. (Kırbacı vuran da sesi duyuyormuş. Ancak sesin sahibinin Allah olduğunu bile bile neden vurmaya devam etmiş, orayla ilgili açıklama yok)
Sh. 716: Hallac-ı Mansurun “Enelhak” (ben Allah’ım) dediği için katledilişi anlatılıyor. Hatta her organından bu sesin geldiği, küllerinden bu seslerin duyulduğu, yere dökülen kanının dahi Allah kelimeleri haline dönüştüğü yazılı. Bu da yetmiyor, küllerinin atıldığı Dicle nehri dahi taşıyor. (Katledilen onca sahabeden sonra ortaya çıkmayan olaylar bu adam katledilince ortaya çıkıyor).
Sh. 724: “Evet öyle. Çünkü dün gece beni benden almışlardı. (Cenab-ı Hak’la bulunuyordum). Bugün ise beni kendime iade ettiler”…… “Çek elini! Her şeyin bize ihtiyacı var ama bizim hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur” dedi.
Sh. 728: Aylarca sürecek bir yoldan sadece elini zemzem suyuyla yıkamak için bir anda geliyor. “Buraya niçin geldin dedim? Ağzıma bir lokma koyarken elim bulaşık oldu, elimi zemzemle yıkamak için (tayy-i mekan ederek) buraya geldim dedi.”
Sh. 729: Üzerine düşen karlar derhal eriyor. Su üzerinde yürüyor.
Sh. 741: Aşkı o kadar kuvvetleniyor ki, kendini Dicle nehrinin sularına atıyor ama su onu geri atıyor, alev alev yanan bir ateşe atıyor ama ateş onu geri atıyor. Daha sonra kendini yırtıcı hayvanların önüne atıyor hayvanlar ürküp kaçıyor. Dağın başından kendini aşağıya atıyor ama rüzgar onu alıp yere koyuyor. (yani bir türlü ölemiyor. O.S.) Bunun üzerine hatiften (gaibden/bilinmeyen bir kaynaktan) ses geliyor. “Hakk’ın makbulü (değerlisi) olanı O’ndan başkası kabul etmez.
Sh. 742: Naklederler ki vaktiyle onu avucuna bir kor (ateş parçası) koyup koşar bir halde görmüşler ve “Nereye böyle” diye sormuşlar. Demiş ki: “KABEYİ ATEŞE VERMEK İÇİN KOŞUYORUM. TA Kİ HALK KABENİN RABBİ İLE BAŞBAŞA KALSIN.”
Sh. 743: Nefsiyle mücadele adına işi o kadar sıkı tutuyordu ki “gözüme uyku girmesin diye” yıllarca geceleri gözlerine tuz sürerdi. Derler ki: gözüne yedi batman (yaklaşık 54 kilo) tuz koymuş ve şöyle demişti: “Hak Teala bana bakıp buyurdu ki: “Uyuyan herkes gafildir ve gafille aramda perde vardır.” Bir sonraki sayfada da Şeyh-i Şibli’nin evinin bodrumunda ormandan topladığı odunlarla kendisini nasıl dövdüğü anlatılıyor. Hatta odunların tamamı kırılınca da hırsını alamayıp el ve ayaklarını duvarlara çarptığı anlatılıyor.
Sh. 746: Cüneyd-i Bağdadi: “Biz bu sözü (ve tasavvufi meseleleri) kilitli kapıların ardında ve bodrumlarda konuşurduk. Sen geldin pazarlarda bundan bahsediyorsun ha” dedi. Ebu Bekir Şibli: “Ben konuşuyor, ben dinliyorum, şu iki cihanda benden başka kim var? Daha açıkçası bizzat sözün kendisi dahi Hak’tan Hak’ka gitmekte ve arada Şibli (yani kendisi) bulunmamaktadır” dedi. Aynı sayfada Ölüm meleği eğer canını almaya gelirse canını ona asla vermeyeceğini, canını sadece Allah’a vasıtasız (aracısız) olarak verebileceğini söylüyor.
Sh. 749: naklederler ki bir gün Cüneyd-i Bağdadi sohbetinde bulunanlarla birlikte otururken HAZRETİ PEYGAMBERİN KAPIYI AÇIP İÇERİ GİRDİĞİNİ, ŞİBLİ’NİN ALNINDAN ÖPTÜKTEN SONRA DÖNÜP GİTTİĞİNİ GÖRDÜLER…
Sh. 761: “O zaman biz biz idik. Şimdi biz O’yuz.” 762 ve 763 de Nasıl Allah’tan vasıtasız ilim aldığı ve onun sıfatlarıyla sıfatlandığını anlatıyor.
Sh. 774: “BENİM SERGİM ONUNKİNDEN BÜYÜKTÜR. (ŞEFAAT YETKİSİ ALMAK İÇİN HUZUR-U HAK’KA VARDIĞIMDA) TA HZ. ADEM’DEN Hz. MUHAMMED’E KADAR HERKEZ SERGİMİN (VE ŞEMSİYEMİN) ALTINDA TOPLANMADIKÇA GERİ DÖNMEM.”
Sh. 780: Gece kalkıp gece namazı kılmanın fuzuli (boşuna) bir iş olduğu bunun yerine dünyayı kendinden uzaklaştırmanın gerekliliği anlatılıyor.
Sh. 783: Kıyamet günü hiç kimse benden daha ileri geçemez diyen şeyhin sözü açıklanırken bu sözü kendisinin demediği, Allah’ın rububiyetinde yok olduğu için sözü esas söyleyenin Allah olduğu anlatılıyor.
Sh. 794: “Naklederler ki vaktiyle bir soyguncu (soygundan sonra bu yola canını feda edip) başını alıp gitmişti. Bir daha onun ne izini görebilmişler ne de sürebilmişlerdi. Şeyh derdi ki: Ben bu davanın peşine düşme hususunda bir soyguncudan daha aşağı kalamam, derken bilahare başını Beyazid-i Bistami’nin (kabrinin) toprağına koydu. Kendisini ona feda etti. Ama bu toprak üzerine sırtını koyup (arkası üzere) yatmadı. Nihayet bundan 12 sene sonra topraktan;
-Ey Ebu’l Hasan! Oturma zamanı geldi. Diye bir seda (ses) gelince …diyerek hikaye devam ediyor. Hikayenin devamında toprağın altındaki, toprağın üstündekine Allah’la nasıl 130 yıl önce kendisi hakkında konuştuğunu anlatıyor.
Sh. 795: Meğer söz esnasında şeyh; “BU YOLA TALİP OLAN HERKEZİN KIBLESİ (KENDİNİ GÖSTEREREK) “BUDUR” DEMİŞ VE SERÇE PARMAĞIYLA İŞARET EDİP 4 PARMAĞINI KAPATMIŞ BİRİNİ AÇIK BIRAKMIŞTI. Her nasılsa bu söz Şeyhü’l Meşayih’e (şeyhlerin başı O.S) anlatılmış, o da gayretinden ve kıskançlığından: “BAŞKA BİR KIBLE ZAHİR OLDUĞUNA (ortaya çıktığına O.S) GÖRE MALUM KIBLENİN (Kabe’nin O.S) YOLUNU KAPATMAMIZ LAZIM” DEMİŞ BÖYLECE HACCIN YOLU KAPANMIŞ OLDU. BU YÜZDEN (bunu dinlemeyip O.S) O SENE HACCA GİDENLERDEN KİMİ HELAK OLDU, KİMİ SOYULDU, KİMİ DE (MAHALLİNE) ULAŞAMADI.
ERTESİ SENE DERVİŞİN BİRİ ŞEYHE, “HALKI ALLAH’IN EVİNDEN ALIKOYMAKTA NE MANA VARDIR?” DİYE SORDU. BİLAHERE ŞEYHÜ’L MEŞAYİH’İN İŞARETİ ÜZERİNE YOL TEKRAR AÇILDI.
SONRA YİNE AYNI DERVİŞ: “BUNCA HALK MAHVOLDUKTAN SONRA BUNU NEYLEYEYİM” DİYE SÖYLENDİ. ŞEYHÜ’L – MEŞAYİH: “EVET FİLLERİN ÇATIŞTIKLARI BİR YERDE, ARADA KALAN BİR KAÇ SİNEK EZİLİR AMA BUNUN NE ÖNEMİ VAR?” DEMİŞTİ.
Sh. 796: Naklederler ki vaktiyle sefere (yolculuğa) çıkmış olan bir cemaat ona “Ey şeyh! Yol korkulu, karşılaşacağımız bir belayı def için bize bir dua öğret demişlerdi. Şeyh de: “BELA YÜZ GÖSTERDİĞİNDE (BENİ) EBÜ’L HASAN’I YADEDİNİZ (VE ONDAN İSTİMDAT EDİNİZ (yardım isteyiniz)” DEDİ AMA BU SÖZ O CEMAATİN HOŞUNA GİTMEDİ. YOLA DÜŞÜP GİDERKEN VURGUNCULAR YOLLARINI KESİP KENDİLERİNE KASDETTİ. ONLARDAN BİRİ DERHAL ŞEYHİ HATIRLAYIP ONLARIN GÖZLERİNDEN KAYBOLDU.
Ayyarlar ve Haramiler; “burada bir kişi vardı nereye gitti? Ne onu, ne de onun yükünü ve merkebini (eşeğini) görüyoruz” diye bağırıp çağırmaya başladılar. Bu yüzden ona da kumaşlarına da hiçbir zarar ve ziyan gelmemişti. Diğerleri ise çıplak ve malları soyulmuş bir halde orada kaldılar. Öbür adamı selamete ermiş (kurtulmuş) bir halde görünce şaşırdılar. O da bunun sebebini anlattı. Şeyhin yanına döndüklerinde; “Allah hakkı için bunun sebebinin ne olduğunu izah et. BİZ HEP ALLAH’I ANDIK (VE ONU İMDADA ÇAĞIRDIK) AMA İŞİMİZ YOLUNA GİRMEDİ. O TEK BAŞINA SENİ ANDI (İMDADA ÇAĞIRDI) ONLARIN GÖZLERİNDEN KAYBOLDU” DEDİLER.
ŞEYH DEDİ Kİ: “SİZ ALLAH’I MECAZİ OLARAK (YARDIMA) ÇAĞIRDINIZ. Ebül Hasan ise hakikat olarak çağırdı. SİZ EBÜ’L-HASAN’I (YANİ BENİ) ZİKREDİNİZ. EBÜ’L-HASAN DA SİZİN İÇİN ALLAH’I ZİKREDER, BÖYLECE İŞİNİZ GÖRÜLÜR…”
Sh. 797: Canlı yayında Rasulullah’tan hadis alıyor. Söylenen sözlerin Hadis olup olmadığını orada bekleyen(!) Peygamber’e (asv) test ettiriyor.
Sh. 798: Zevke gelip raks (dans) etmeye başlıyorlar. Öyle ki tüm han ve hatta yeryüzü onlarla beraber dans etmeye başlıyor. Hatta yeryüzünün sarsıntısından, emzikli bebekler dahi 40 gün boyunca emmez oluyorlar. (Not: Rasulullah ve Ebu Bekir dövülürken dahi sallanmayan yeryüzünün bunlar zevke gelip dans etmeye başlayınca sallanması manidar olsa gerek. O.S)
Sh. 799: (iki şeyh konuşuyorlar O.S) “Yarın kıyamet kopunca ortalarda görünme. Çünkü sen hep (cemal) ve lütufsun (yumuşak huylu demek istiyor galiba) onun için tahammül edemezsin. (Celal ve kahr olduğum için) önce ben gidip kıyametteki dehşeti dindireyim. Daha sonra sen gelirsin” dedi.
Sh. 801: Hiçbir doktorun çaresini bulamadığı hastalık, nalınlarını (tahta ayakkabılarını) hastanın karnına koymasıyla hemen iyileşiyor.
Sh. 805: NAKLEDERLER Kİ BİR GÜN SIRTINDA MUIRAKKAA (YAMALI BİR HIRKA O.S) BULUNAN BİRİ HAVADAN ÇIKAGELDİ. ŞEYHİN ÖNÜNE KOYDU. BİR TARAFTAN KANATLARINI YERE VURURKEN DİĞER TARAFTAN:
“ZAMANIN CÜNEYD’İ (Bağdadi) BENİM, ZAMANIN (Ebubekir) ŞİBLİ’Sİ BENİM, ZAMANIN BEYAZİD’İ (Bistami) BENİM” DİYORDU. ŞEYH BUNUN ÜZERİNE KALKIP AYAĞINI YERE VURDU VE:
“ZAMANIN (Muhammed) MUSTAFA’SI (asv) BENİM, ZAMANIN HUDA’SI (Allah’ı) BENİM” DEDİ.
Sh.806: Tüm sayfa buyunca Allah’la yaptığı aracısız konuşmaları anlatılıyor. Hatta Allah’a meydan okuyor:
Naklederler ki bir gece namaz kılarken, “İŞTE EY EBÜ’L-HASAN! İSTER MİSİN SENDE VAR OLDUĞUNU BİLDİĞİMİZ (nefsani ve süfli (aşağılık) ŞEYLERİ HALKA ANLATAYIM DA SENİ TAŞLASINLAR!”
DİYE BİR SES DUYUNCA ŞEYH HEMEN;
“İSTER MİSİN Kİ SENDE VAR OLARAK BİLDİĞİM RAHMETİ VE KEREMİ HALKA ANLATAYIM DA HİÇ KİMSE SANA SECDE ETMESİN?” DİYE KARŞILIK VERDİ.
BUNUN ÜZERİNE BİR AVAZ (BAĞIRTI) GELDİ: “HAYIR! NE SEN ONU YAP NE DE BEN BUNU!”
Sh. 807: “İlahi, Canımı almaya Azrail’i bana gönderme. Zira ben canımı ona vermem. Bunu ondan almadım ki ona iade edeyim. Ben ruhumu senden almışım ve senden başkasına da teslim etmem.”
Sayfanın devamında ve diğer sayfada da sürekli aldığı vahiyler yazılı. Hatta sayfa 808’de bunun 4000 kelam olduğu yazılı. Yine aynı sayfada eğer benden sonra ne kadar uzakta olursa olsun birinizin canını almaya Azrail gelecek olursa mezarımdan elimi çıkarıp Allah’ın lütfunu onun dudakları ve dişleri üzerine dökeceği yazılı. Bu ve diğer sayfalarda da kendisine verilen inanılmaz özellikler anlatılıyor. Elini havaya kaldırınca havanın içi altınla dolu bir kavanoza dönüşmesi, çekinmeden ekmek istediği kişinin meleklerden daha üstün olduğu… gibi.. Okumadan inanamayacağınız ne ararsanız var…
Sh. 813: Yaptığı miraç yolculuğu anlatılıyor. Bu yolculuğun sonunda her şeyi Allah olarak görmüş.
Sh. 814: “Ben oradan gelmişim, yine oraya döneceğimi de delil ve haberle bilmekteyim. “(Ya Muhammed) Seni sormuyorum! Deyince Hak Teala’dan nida (ses) geldi.
“Biz Mustafa’dan sonra kimseye Cebrail’i göndermedik ki!”
Dedim ki: “Cebrailden başka biri daha var. Kalplerin vahyi daima benimledir!”
… bulunduğumuz şu makama hiçbir mahluk gelemez.(Bu da aldıkları Vahyin(!) kaynağı olmuş oluyor. (O.S)
Sh. 816: “Kendime doydum. O vakit kendimi suya attım, boğulmadım. Ateşe verdim yanmadım. Halkın yediklerini dört ay iki gün yemekten el çektim ölmedim. Acizlik eşiğine baş koydum. Bunun üzerine kapı açıldı ve DİLLE ANLATILAMAYACAK BİR MAKAMA ERDİM”
Sh. 817: Keramet sahibi mertebesine ulaşmak için verilen tavsiyede son aşamada bir sene yemek yememe eğitimi anlatılıyor. Bunun sonunda elinde yemek tutan kişinin yılan tutar gibi görüneceği anlatılıyor. Ne var ki kendisi yediği için eğer Allah yemek yeme hükmünü koymasaydı halkın görmeyeceği yerden yani Gayb’dan yer beslenirdim deniyor.
Sh. 819: “Şayet halkın; “Beyazid’in mertebesine ulaştı ve saygısızlık etti” demelerinden çekinmemiş olsaydım, Beyazid Allah’a karşı ne söylemiş ve düşünmüşse hepsini size anlatırdım.”
Şaşılacak şeydir ki “Beyazid’in düşünceyle ulaştığı yere Ebü’l – Hasan ayakla varmıştır” dediği ondan nakledilmiştir.
(Not: Beyazid; “Ben Allah’ım” diyordu. O buna düşünceyle ulaştı ben ise bizzat, demeye getiriyor. O.S)
Bu sayfada Allah’ın Vahdaniyyet makamında oturduğu Cennetin kendisini arzuladığı, cehennemin kendisinden korktuğu gibi notlar da var. Cehennemin meleği Rıdvan bunun içine girmiş ve 365 damarında ondan korkan bir şey görmemiş. Adam vücutta sadece 365 damar var zannediyormuş galiba. Zaten ne desen yutan bir cemaatte olduktan sonra…
Sh. 820: “Zahirde ve Batında Hak’la idim. Şayet Hz. Muhammed şu kapıdan içeri girecek olsa, benim şu konuşmayı kesip sükût etmem (susmam) lazım gelmez.”
Sh. 822: “GEREK SÖZÜMÜ DİNLEMİŞ VE DİNLEMEKTE OLANLARIN EN AŞAĞI DERECEDE OLANI YARIN HESABA ÇEKİLMEZ.
BİZE VAHYEDİLDİ Kİ: “GİZLİ OLAN HARİÇ HER ŞEYİ SANA BAĞIŞLADIM.”
KAH BEN O’NUN EBÜ’L HASAN’IYIM, KAH O BENİM EBÜ’L HASAN’IMDIR. Bunun izahı (açıklaması) şudur… diyerek oldukça garip bir açıklama veriliyor. Ancak Kur’an’la yapılan bir açıklama yok.
Sh. 826: Öyle bir makamda olmalı ki, kıyamet günü Allah’ın Cehenneme gönderdiğini elinden tutup cennete götürebilmelisin.
Sh. 828: Allah Teala’nın yeryüzünde öyle bir kulu vardır ki Allah’ı zikredince bütün aslanlar altına işer, balıklar denizde yüzemez olur, semadaki melekler dehşete düşer. Gök de, yeryüzü de, melekler de onunla aydınlanır.
Sh. 828: “Semadan nida (sesleniş) geldi: “Ey kulum…”
Sh. 829: “Şuracıkta oturan bir kimsenin Levh-i Mahfuzu görmesi caizdir..”
Sh. 831: “Bir köşede oturup yüzünüzü bana doğru çevirin! Hep bana yönelin”
Sh. 837: “Olmadığımız sürece her şey siz olursunuz. Allah Teâla; “Şu halkı hep ben yarattım. Sufiyi (tasavvuf düşüncesine bağlı kimselere verilen isim) yaratmış değilim” buyurmaktadır? Yani yok olan yaratılmamıştır. Bu sözün diğer bir manası şudur: Sufi halk aleminden değil, emir alemindendir.”
Sh. 848: “Şöyle: Allah’tan gayri kalbe gelen her düşünceyi kalpten kovuyorum. Zira öyle bir makamdayım ki bir sineğin sırrı bile bana kapalı değil, onu şu memlekette niçin yaratmış, ondan muradı nedir bilirim. Yani artık Ebü-l Hasan (kendisi) kalmamıştır. Haberdar olan Hak (Allah)tır. Ben ortada yokum.” “ 50 sene ihlaslı olarak Allah’la öyle sohbet ettim ki, hiçbir mahlûk için buna yol yoktur… Ebü-l Hasan CENNETİ TEMAŞA ETTİ (gözleriyle gördü), CEHENNEMİ GEZDİ. BANA HER İKİ YER DE AYNI GELDİ. CEHENNEMİ GÖRDÜĞÜMDE CENAB-I HAKK’ LA İDİM. “BURASI BÜTÜN HALKIN KORKUYA KAPILDIKLARI BİR YERDİR” DİYE HAK TEÂLA’DAN BİR NİDA (SES) GELDİ. BUNUN ÜZERİNE DERHAL YERİMDEN SIÇRAYIP CEHENNEMİN DİBİNE VARDIM VE “BENİM YERİM BURASIDIR” DEYİNCE CEHENNEM, İÇİNDEKİLERLE BERABER HEZİMETE UĞRADI. GÖRDÜĞÜMÜ ANLATMAM MÜMKÜN DEĞİL. ŞU KADARINI SÖYLEYEYİM: HZ. PEYGAMBER (asv) “ÜMMET İÇİN FİTNE OLDUN” DİYE BANA ÇIKIŞTI.
Sh. 849: Kırk sene canı patlıcan istediği halde bunu yemediğini söylerler. Bir gün annesi memesini patlıcana sürüp yarısını yemesini şeyhten rica etmiş, (o da bunu yemiş) idi. Aynı gece şeyhin oğlunun başını kesip eşiğine (evinin girişine) koymuşlardı. Şeyh ertesi gün bu manzarayı görünce “evet bizim (patlıcan pişirmek için kaynattığımız o sıcak kazandan en az bunun çıkması lazım” dedi ve ekledi: “Size benim O’nunla (Allah’la) olan işim kolay değil diyorum. Siz hala patlıcan ye diye bana ısrar ediyorsunuz!”
“BİR GÜN ALLAH TEALA BANA ŞÖYLE NİDA ETTİ: “MESCİDİNE GELEN (VE ZAVİYENİ ZİYARET EDEN) BİR KULUN ETİ DE DERİSİ DE ATEŞE HARAM KILINMIŞTIR. CEHENNEM ONU YAKMAZ. SEN HAYATTA İKEN VEYA ÖLDÜKTEN SONRA MESCİDİNE VARIP İKİ REKAT NAMAZ KILAN KIYAMET GÜNÜ ABİDLERLE (çok ibadet edenlerle) BERABER HAŞROLUNACAKTIR”
Sh. 851: Bir keresinde dünyada gördüğüm Allah Teala bana dedi ki:
-Ey Ebü-l Hasan! İster misin ki senin olayım?
– Hayır.
-İster misin ki benim olasın?
– Hayır.
-Ey Ebü-l Hasan! Evvelkiler de sonrakiler de kendilerinin olmam için yanıp tutuştular. Sen bana niçin böyle söz söylüyorsun?
– Rabbim bana verdiğin şu tercih hakkı hususunda senin mekrinden (hile yapmandan, tuzak kurmandan) nasıl emin olabilirim ki sen hiç kimsenin tercihine göre iş yapmazsın?
Aynı Sayfada semaya götürülüp meleklere akıl öğretişi de anlatılıyor. Bu da yetmiyor, Cehennemin dibine inerek şöyle diyor: “Sen (yakmak için) üfle, ben de (söndürmek için) üfleyeceğim. Bakalım hangimiz galip geleceğiz?
Sh. 852: “…yatacağım toprağın Beyazid’inkinden yüksek olması ne caizdir ne de edebe uygundur. Bunu söyledikten sonra vefat etti. Sonra toprağa verdikleri gece muazzam bir kar yağdı. Ertesi gün başının ucuna büyük bir beyaz taşın dikildiğini ve orada aslan izinden başka bir şey bulunmadığını görünce, bu taşın aslan tarafından getirilmiş olduğunu anladılar. Bazıları aslanın mezarını tavaf ettiğini gördüklerini ifade etmişlerdir.
Şeyhin şöyle dediği dilden dile dolaşıp durmaktadır: “BİZİM TOPRAĞIMIZDAKİ TAŞA EL SÜRÜP HACET DİLEYENİN (YARDIM İSTEYENİN) HACETİ YERİNE GETİRİLİR (İHTİYACI GİDERİLİR).” Onun bu sözünün doğruluğu da tecrübe ile sabittir.”
Sh. 853: “Kırk sene Ebu Abdullah Mağribi’nin hizmetinde bulundum. Bu kırk yıl zarfında mahlukatın (yaratılmışların) yediklerinden hiç yemedim. Yine bu müddet (zaman) içinde tüyüm bitmedi, tırnaklarım uzamadı, hırkam (giydiğim elbise) eskimedi…”
Sh. 861: “İzzet sahibi Rabb’i (Allah’ı) aşikar (apaçık) bir surette gördüm, O’nunla yüz yüze geldim: “Ey Ebu Hamza, vesveseye uyma, halktan gelen eza ve cefayı (sıkıntıyı) unut” demişti.”
(Orhan Sezer) Sayfa 862’de kitabın çevireni olduğunu sandığım kişi şu açıklamayı yapıyor:
“Biri çıkar da “Allah uyanık iken his (gözü) ile aşikar bir surette nasıl görülebilir?” derse cevaben deriz ki:
-Keyfiyetsiz (tanımlanamayan/anlatılamayan) olarak görülebilir. O’nun Basar (görme) sıfatı bir kimsenin basar vasfı haline dönüşürse, uyanık iken O’nu görebilir. Tıpkı O’ nu rüyada görmek caiz (mümkün/uygun) olduğu gibi. Sorulsa ki Hz. Musa göremedi, bu nasıl olur? Cevaben deriz ki… diyerek bir küfür sözünü açıklayabilmek için battıkça batıyor ve Hazreti Musa’nın ve ashabının Hakk’ın Kelamından nasib alamadığı için Allah’ı göremediği fakat Hz. Muhammed’in taraftarı olan bu şeyhlerin buna kadir oldukları anlatılıyor. Açıklamanın son sözü ise delilsiz bir başka yalanla bitiriliyor: “işte bu sır sebebiyledir ki Hz. Musa (AS) “İlahi! Beni Muhammed ümmetinden kıl” diye niyaz etmişti.
Sh. 868: Namaz kılarken kartal gölge yapıyor.
Sh. 873: “Üstadınız size neyi emretmektedir? Diye sordu. Daima taatte (Allah’a itaatte) bulunmayı ve taatteki kusurları görmeyi emretmektedir dediler. Şeyh dedi ki: “Size emrettiği şu şey katıksız mecusiliktir. Taat’in halıkına (yaratıcısına) ve yaptırıcısına bakıp taatten gaib olmaya rağbet etmeyi niçin emretmiyor? (Münavi 22/55, Kuşeyri risalesi. Sh. 182)
(Açıklaması O.S) Yani şekle dikkat etmek Şirktir diyor. Hem şekle hem de şekli emredene dikkat etmek doğrusu iken bu başka bir aşırılığa kaçıyor)
Sh. 894: Gömmek üzere oldukları ölünün gözlerini açıp konuşmaya başlaması anlatılıyor.
Sh. 898 ve 899’da Şeyh Ebü-l Hasan Husri’nin halife (yönetici) ile yaptığı konuşma var. Halifenin sorduğu sorulara Yunus suresinin 32’ci ayetini de kullanarak, “Sufiler Hakk’ı bulduklarında başka bir şeye bakmazlar” diye bitiriyor. Halife de bunlara dokunulmaması emrini veriyor. Öyle ya Allah’ı bulmaktan(!) başka derdi olmayanların Halifelerin(!) işlediği zulümlere itiraz etmeyecekleri ortada. Böyle sufilere yöneticiler neden dokunsunlar ki? Zaten iki sayfa sonra (901)Tasavvuf şöyle tanımlanıyor: Tasavvuf, muhalefet etme (karşı çıkma) hallerinden kalbin tasfiye edilmesidir (uzaklaştırılmasıdır.)
Sh.903: Şeyhin türbesine, “En büyük tiryak” (en tesirli şifa ve deva (çare) derlerdi. Zira onun huzurunda (türbesinden) her ne talep edilse Hak Teala lütfuyla o isteği yerine getirir.
Sh. 906: Şeyh kalpten geçenleri biliyor, secdeye gittiğinde yerdeki kum ve toprak ona uyup Subhane Rabbiye-l ala diyor, kendisini imdada çağıran uzaklardaki birine derhal yardım ediyor. Sahife 907’de Onun önünde tevbe edip onu bozanlar uyarıyı dinlemedikleri için yanarak tevbelerini bozmanın cezasını görüyorlar.
Sh. 919: Türbesi Merv’dedir. Halk hacet dilemek (dertlerine çare olması amacıyla yardım dilemek) için oraya gider. Mühim işleri orada hasıl olur (önemli sorunlar bu sayede çözülür) ve bu tecrübeyle sabittir.
Sh. 922: (Kendisini nasıl eğittiğinden bahsediyor) “Zikirden çok zevk aldığımdan uyumayı hiç istemezdim. Bir ayak kadar olan kaygan bir taş üzerinde bir yer hazırladım. Bunun altında düşecek olsam paramparça olacağım bir uçurum vardı. Sonra düşme korkusuyla gözüme uyku girmesin diye böyle (kaygan) bir taş üzerinde otururdum. Öyle zaman olurdu ki, uyuyakalır ve bu kadar küçücük ve havada muallak (asılı) taş üzerinde durur olduğum halde kendimi uyumuş olarak bulurdum. (Kısaca bir uçurum kenarında zikir çekmeye devam ettiğini uyuyakalınca havada asılı kaldığını anlatıyor.)
Birkaç satır sonra bu şeyhde kalpten geçenleri biliyor. Bir sayfa sonra (923) zikir sayesinde Allah’a ait bir takım özellikleri nasıl kazandığını şöyle anlatıyor: “Kul zikir makamında derya gibi olunca Allah’ın hükmüyle ondan her tarafa nehirler akar, onda yüce Allah’ın hükmünden başka bir şey bulunmaz. O’na (Allah’a) ait olanla bütün kainatı görür. Öyle ki sema (gökyüzü), yeryüzü ve melekut da (melekler alemi de) dahil olmak üzere kainatta bulunan hiçbir şey ona gizli kalmaz. Hatta bütün kainatta kımıldayan karıncaları da bilir ve görür…”
Sh. 927 ve 928: (Bu alıntılara da zor inanacağınızı sanıyorum ama O. Sezer) Bu şeyh, aradığını Kabe’de bulamayınca Mecusilerin ateşe taptıkları hac yerlerini tavaf ettiğini, İNSANLARIN SADECE ALLAH’A YÖNELMELERİNİ SAĞLAMAK İÇİN KABEYİ YAKMAK istediğini, Kâbe’nin örtüsünün kendisine cilve yaparak şeyhin karşısında dans ettiğini anlatıyor) daha sonraki sayfalarda da ona Allah’tan gelen seslerden bahsediliyor.
Sh. 945: (TAM BİR KUR’AN VE SÜNNET EĞİTİMİ(!): “Oradaki bir mescide girip kapısını kapattı, kapıyı arkasından sürgüledi. Dışarıdan bakınca mescidin bir köşesindeki bir kuyuya vardı. KUYUNUN AĞZINA BİR AĞAÇ KOYDU. BİR İPLE AYAKLARINI O AĞACA BAĞLAYIP KENDİNİ BAŞ AŞAĞI KUYUNUN İÇİNE ASTI. KURAN OKUMAYA BAŞLADI. SEHER VAKTİNE KADAR HATMETTİ (Tamamen okudu). Sonra…hep aynı şekilde hareket ettiğini gördüm. Dervişlerin hizmetinde bulunur, onlar için dilenir ve kendileriyle sohbet ederdi. Naklederler ki, şayet bir müşkülü (sorunu) zuhur edecek olsa DERHAL HAVA İLE YERYÜZÜ ARASINDA YÜRÜYÜP SERAHS’A VARIR VE BU MÜŞKÜLÜ PİR EBÜ-L FAZL’A SORARDI. (Devamla onu görenlerin de kör olduğu yazılı) Bu şeyhe halk o kadar iltifat gösterirmiş ki, attığı karpuz kabuğunu 20 altına satın alırlarmış. HATTA, EŞŞEĞİNİN ÇİŞİNİ YÜZLERİNE, BAŞLARINA ŞİFA NİYETİYLE SÜRERLERMİŞ.(Sh. 946).
Sh. 948: Buradaki şeyh kendisine Tasavvufun lazım olduğunu, bunu kazanabilmek için gözlerinden kan akıncaya kadar baş aşağı ters dönerek asılı vaziyette Kur’an okuduğunu, çünkü meleklerin de baş aşağı asılı olarak ibadet ettiklerini duyduğunu anlatıyor. Üstelik bu halde Kur’an’ı 80 kere hatmetmiş (Sh. 949) Dibinde mağara bulunan bir Kur’an okurken uyuyakalan şeyh yere düşmüyor ve uyandığında kendisini havada asılı olarak buluyor. Aman ya Rabbi deyince Allah onu tekrar dağın başına çıkarıyor. Aynı şeyhin müridinin kalbinden geçirdiği düşüncelere nasıl derhal cevapladığı da anlatılıyor.
Sh. 951, 952: Uzun uzun aslanların şeyhlere nasıl hizmet ettikleri (insanları sırtlarında taşıma gibi) anlatılıyor.
Sh. 954: Şeyhin duasıyla evin çatısından düşmekte olan kadın havada asılı kalıyor sonra tekrar evin çatısına doğru geri yükseliyor.
Sh. 955: O zaman Türkler henüz Müslüman olmadığı için Türklere köpekler diyor.
Sh. 956: “Yarın yüzbinlerce amelsiz kişi olacak ama Allah onları affedecek” deyince sordular:
– Bunlar kimlerdir? Cevap verdi:
– Biz konuşurken başlarını sallayanlar! (dediklerimizi itiraz etmeden kabul edenler demek istiyor)
Sh. 957: 70 sene sonra olacak bir olayı biliyor.
Sh. 958: (Haccetmek isteyenlere yeni bir hac modeli emrediliyor. Lütfen dikkatle okuyunuz) Naklederler ki ne vakit Şeyh Ebu Said’de bir kabz hali (sıkıntı) zuhur etse, “Hacca gideceğim, atı eyerleyiniz” der ve pirin mezarına varır, bu kabz (ve sıkıntı) hali yok olana kadar orasını tavaf ederdi. Keza Şeyh Ebu Said nafile olarak hacca gitmeyi düşünen her müridini Şeyh Ebu-l Fazl’ın türbesine gönderir ve:
– O toprağı ziyaret et, yedi defa çevresini tavaf et, ta ki muradın hasıl olsun (istediğine kavuşasın) derdi.
Sh. 959: “Ya Rab, başımı tıraş ettirmem için bir seneden fazla oldu bana zırnık vermedin (bana para vermediğin için bir senedir başımı tıraş ettiremedim) Dostlara böyle mi muamele edilir (davranılır)? Der demez ağaçlardaki bütün dal ve yaprakların altına dönüştüklerini gördüm. Bunun üzerine;
“Acayip iş! Tarizlerim (şikayetlerim) İ’raz (yüz çevirme) oluyor. (Şikayetlerim yüzünden benden yüz çeviriyorsun) Gönül rahatlığıyla sana bir şey söyleyemiyoruz” dedi.
Sh. 960: Yağmur için dua et diyorlar ama çok fazla kar yağıyor. Sebebi o gece soğuk çorba içmesiymiş. Çünkü o kutupmuş ve o soğuyunca (soğuk yemek yüzünden) onun üzerinde dönen tüm alem soğurmuş.
NOT: Okumasını bitirmiş olduğum AhmedSerhendi’nin (İmam Rabbani) Mektubat isimli kitabını da zaman bulunca sizlerle paylaşacağım inşaallah
Orhan SEZER