Şeyh Şamil ismi bir efsane olarak sadece Müslümanların değil, bütün insanların kafasına kazınmış, bir kahramanlık ve özgürlük timsali olmuştur. Böyle bir şahsiyeti tanımak amacıyla Ziya Şakir’in “ŞEYH ŞAMİL” kitabını tanıtacağız. 1883 yılında İstanbul’da doğan Ziya Şakir, Bursa, Halep gibi illerin çeşitli okullarında eğitim almış, daha 15-16 yaşlarında mecmualarda yazıları yayınlanmaya başlamıştır. İttihat ve Terakki Cemiyetine katılmış, daha sonraları İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ters düşerek Mısır’a kaçmıştır. Burada sinemaya merak sarmış, film çekmek için İtalya’ya gitmiştir. Edirne’nin işgalini duyduğu anda sinemacılığı bırakarak, gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katılmıştır. Bu savaşta yaralanıp esir düşmüş, firar ederek İstanbul’a dönmüştür. Daha sonra çeşitli gazetelerde yazılar yazmaya başlamış, sinemaya olan merakı yüzünden birçok senaryo yazmıştır. Farklı konularda 300’ü aşan eser bırakan Ziya Şakir 22 Aralık 1959’da vefat etmiştir.
Ziya Şakir’in “ŞEYH ŞAMİL” adlı eseri “Akıl Fikir” yayınlarından çıkmış olup 497 sayfadır. 2. Baskısı yapılmış olan kitapta Şeyh Şamil’in hayatına ait birçok resim mevcuttur.
Kitap, Şamil’in 15-16 yaşındayken köylerinin yanında yaşayan bir canavarı nasıl öldürdüğünü anlatarak başlıyor. Bu yaşlarda Şeyh Şamil’in olgun bir tavır içerisinde yaşıtlarından farklı bir mizaç edindiğini anlayabiliyoruz.
Şamil’in babası şarap içmektedir. Gerçi Şamil de birkaç defa şarap içmiştir ama fazla devam etmeden bırakmıştır. Fakat Şamil’in babası sık sık şarap içmekte, sarhoş olmaktadır. Bu durum genç Şamil’in çok zoruna gitmektedir. Bu durumu babasını rencide etmeden halletmenin bir yolunu bulmak istemektedir. Bir gün, Kafkasya halklarının olmazsa olmaz uzun kamasını eline alan Şamil babasının karşısına geçerek: “Babacığım görüyorum ki Allah’ın haram ettiği şarabı içmeye devam ediyorsun. Eğer şarap içmeyi bırakmazsan elimdeki şu kama ile kendimi öldüreceğim.” der. Oğlunun bu davranışı karşısında, sarhoş baba Muhammed Dango birden bire durur. Oğlunun çehresinde derin bir ifadenin yansımasını görür ki:
-Pekâlâ, Şamil… Söz veriyorum. Artık içmeyeceğim, der.
Düşmanlarının bile hayran olduğu Kafkas Kartalı adıyla nam salacak olan Şamil; Dağıstan’ın Gimri Köyü’nde 1797 senesi Haziran ayında doğmuştur. Babasının adı Dango Muhammed, annesinin ismi ise, Bahu Mesedo’dur. Yazarımız, Şamil’in soyunu Avar Türklerine kadar dayandırmaktadır. Masallarda adı geçen Kaf Dağı’nı, Kafkasya’da bir dağ olarak anlatmaktadır. Şamil’in doğduğu coğrafya, Rusların “Dağlı Türkler” dedikleri Kafkas halkları olan Dağıstanlılar, Çeçenler, Kabartaylar vb. topluluklardan oluşmaktadır. Arapların Kaf dağlarına kadar İslam’ı yaymaları sonucu, buradaki Türk- Avar toplulukları İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Araplar bölgeden çekildikten sonra, yöre insanlarının tasavvuf akımının etkisinde kalarak, Nakşilik ve Kadirilik tarikatları bu yörelerde etkin olmuştur. Şamil de bu etkiden kurtulamamış, Nakşi tarikatına bağlı olarak yetişmiştir. İlk tahsilini köyünde yapan Şamil geri kalan eğitimini başka yörede medresede devam ettirmiştir. Burada ki hocası Cemaleddin’den çok etkilenmiştir. Kendisinden dört yaş büyük ve aynı köyden olan arkadaşı Gazi Muhammed’dir. Bu iki dost medrese tahsili sırasında hocaları Cemâleddin’in dikkatini çekmektedir. Bu iki öğrencisine özen gösteren Hoca Cemâleddin, onlarla gurur duymaktadır. Çok kısa bir süre sonra bu iki güzide öğrenciside medresede ders vermeye başlayacaklardır.
Kafkasya’nın sarp dağlarının arasından süzüle süzüle akan nehirlerin ve sık ormanların arasında yetişen bu iki genç, hem kafa olarak hem beden olarak sağlam karaktere sahiplerdir. Genç Şamil sol eli ile kılıcı mükemmel kullanmakta, tüfek ile attığını vurmaktadır. Koşan ata yetişerek binebilmekte, az konuşmakta, az yemek yemektedir. Soğuk kış günlerinde çıplak vücutla spor yapmaktadır. Şamil’in karakteri, duruşu, korkusuz oluşu kısa sürede meşhur olmuştur. Dostu Gazi Muhammed de Şamil gibidir.
Karadeniz ile Hazar Denizi arasına sıkışmış bu coğrafyanın tarihi hakkında kısa bilgi verildikten sonra, Avar Türklerinin mühim kısmının Avrupa’ya gitmesine karşılık Kafkasya’da büyük bir topluluk yaşamaktadır. Dağlı Dağıstan, Kabartaylar ve Çeçenistan halkları kendilerini Türk kabul ediyorlardı. Nitekim Şeyh Şamil vasiyetinde: “Türklüğünüzü unutmayın. Türk milletinden ayrılmayın. Türk toprağından başka yerde oturmayın” demiştir. Yine kitapta, Şeyh Şamil teslim olduktan sonra, Rus çarından izin isteyerek Türkiye’ye, kardeşlerinin yanına gitmek istediğini belitmiş, Rus Çarı da bu isteğini kabul etmiştir.
Kafdağı coğrafyasında yaşayan Türkler, gittikçe güçlenen Rusların gözlerini diktiği bir sömürü alanı olmaya başlamıştı. Ruslar askeri birlikleri ile Çeçenistan bölgesine girmeye başlamışlar, kısa bir sürede Çeçenlere karşı nefret uyandıracak davranışlarda bulunmaya başlamışlardı. Yöre insanı mahalli birliklerle Ruslara karşı direnmeye başladılar. Bu sırada Molla Mansur ismi ön plana çıkmaya başladı. Molla Mansur, Ruslara karşı direnişi örgütleyerek, mücadelenin liderliğini üstleniyordu. Ruslar, Molla Mansur karşısında yer yer başarısızlıklara uğradılar. Molla Mansur öncülüğündeki bu direniş kısa sürede Kafkasya halkları arasında karşılık bulmaya başladı. Molla Mansur, Rus ordusuna karşı başarılar elde etti. Ruslar ise akıl almaz katliamlara girişiyorlardı. Molla Mansur’un uzun uğraşlardan sonra Ruslar tarafından yakalanması sonucu, Kafkas direnişi başsız kalmıştı. Dağıstanlılar, Çeçenler, Kabartaylar, Rus zulmü altında zor günler geçiriyorlardı. Tarihin birçok devresinde görüldüğü gibi burada da tarih yeniden tekerrür ediyordu. Ruslar, Kafkasya halklarını içeriden vuracak işbirlikçiler bulmakta gecikmiyorlardı. Yerli derebeylerin bazıları Rusların makam ve para vaatlerine aldanmışlar, kendi halklarına ihanet etmişlerdi.
Bu ümitsiz günlerde Kaf dağlarından iki dostun sesi çıkmaya başlamıştı. Gazi Muhammed ve Şamil. Bu iki dost, Gimri köyünün mütevazı camisinde direnişi tekrar canlandırmak için çevre avullardan (Kafkasyalılar köylerine avul derlermiş) birçok insanı Rus işgaline karşı direnmeye çağırdılar. Gimri köyü tarihi bir âna şahitlik ediyordu. Gazi Muhammed’in etkili konuşması oradakileri ağlatmıştı. Hep birlikte Gazi Muhammed’i hareketin lideri seçmek istiyorlardı. Gazi Muhammed buna itiraz etti. Kardeşi Şamil’in bu işe daha uygun olacağını belirtti. Şamil ayağa kalkıp güzel bir konuşma yaparak sevgili dostu Molla Muhammed’in elini tuttu ve ilk biat eden o oldu. Bu manzara etkileyiciydi. Molla Gazi Muhammed ayağa kalkmıştı. Dostu Şamil’i yanına çağırarak eline bir sopa almasını istedi. Molla Gazi Muhammed hıncahınç dolu camide yere uzandı. Şamil’e şöyle sesleniyordu:
– Ey Şamil çok eskilerden şarap içmişliğim vardır. Şarap içmenin cezası nedir?
– Yetmiş sopadır.
– O zaman uygula!
Şamil yerde yatan sevgili dostu Gazi Muhammed’e 70 sopa vurdu. Sırtı kanlar içinde kalan yeni imam ayağa kalkmıştı. Şamil elinde ki sopayı Gaziye uzatarak:
– Şimdi de sen bana had uygulayacaksın. Benim de geçmişte şarap içmişliğim vardır.
Bu sefer Şamil yere uzanmıştı. Gazi Muhammed yerde yatan dava arkadaşına 70 sopa vurdu. Camideki insanların yaşlı gözlerle seyrettikleri bu manzara, dilden dile destan olmuş, Kaf dağlarında yayılmıştı. Böyle bir şecaat gösteren davanın liderleri halkın gözünde itiraz edilmeden itaat edilecek insanlardı.
Gazi Muhammed ve Şamil, Molla Mansur’un bıraktığı yerden direnişe başlamışlardı. İlk önce tüm Kafkas halklarını birleştirmek için yoğun bir propaganda dönemi başlatmışlardı. Bu propaganda meyvelerini vermiş, insanlar akın akın Ruslara karşı cihada koşmaya başlamışlardı. Kitabın tamamında, neredeyse gerek Gazi Muhammed’in, gerek Şeyh Şamil’in Ruslara karşı savaşlarında kendilerinden kat kat fazla düşmana karşı başarılı savaşlar yaptıkları görülmektedir. Çarın en güzide generalleri Müslüman direnişi karşısında yenilgi üstüne yenilgi tadıyorlardı. Ruslar bu yenilgilerin öcünü akıl almaz şekilde Müslümanlara ödetiyorlardı. Kafkas dağlarının en yiğit savaşçısı Gazi Muhammed, Ruslara karşı yapılan bir savaşta savunduğu köyde Rusların amansız top ateşi karşısında tüm askerleri ile birlikte şehit olmuştu. İmam Şamil ile bir kişi yaralı halde sağ kalmışlardı. Şamil dava arkadaşı Gazi Muhammedîn cesedi başında yaralı halde bekliyordu. Rus askerleri bu Kafkas aslanına cesaret edip bir türlü son saldırıyı yapamıyordu. Gazi Muhammed’den sonra yaşamanın ne önemi vardı. Şamil’in yanında sağ kalan mürit, Şamil’i gece karanlığından faydalanarak kaçırmıştı. Ruslar, İmam Muhammed ve Şamil’in öldüğüne bir türlü inanamıyorlardı. Sabah oluncaya kadar savaş alanı olan köyün içlerine girememişlerdi. Cesetler arasında direnişin kahramanı Gazi Muhammed’in cesedini tanıdılar. Fakat Şamil neredeydi? Rus General, Kremlin sarayına müjdeli haberi vermek için can atıyordu. Direnişi bitirdiğini, Molla Muhammed’i öldürdüğünü, Şamil’in ise yaralı olarak kaçtığını, çok sürmez bir yerde ölüp gittiğini, cesedini arama çalışmaları başlattığını bildiriyordu. Direnişin lideri Molla Muhammedin ölümü, Şamil’in yaralı olarak kaybolması, tüm Kafkasya’da matem havası estirmişti. Ruslar artık her yeri işgal ediyor, yerli işbirlikçilere ise bölgede yöneticilikler ihdas ediyorlardı.
Şamil’in bu dünyada ömrü daha bitmemişti. Yaşamasını murat etmişti yüce yaradan. Tüm Rus ordusu içerisinden arkadaşının mahareti sayesinde gizlenerek Kafkas avullarında saklanarak kurtulmuşlardı. Kafkas Müslümanları ümitsizlik içerisinde şaşkın vaziyette kötü günler yaşıyordu. Ruslar, Şamil’in nasıl bir savaşçı, yılgınlık göstermeyen biri olduğunu biliyorlardı. Şamil ise yarasının ağırlığından dolayı uzun bir tedavi görürken, kimseye yaşadığı ile ilgili bilgi verilmemesine özen gösteriliyordu. Kafkas insanının direniş ruhu daima en üst seviyede olmuştur. Tüm ümitlerin sona erdiğini sandıkları bir vakitte sahneye Hamzat Bek çıkıyordu. Gazi Muhammed’in sadık müridi Hamzat Bek son savaşta başka bir bölgede bulunuyordu. Gazi Muhammed’in şehadetini duyduğu andan itibaren yanındaki çok az savaşçı ile mücadeleye başlama kararı veriyordu. Ruslara karşı öfke dolu olan Müslümanlar, Hamzat Bek’in çağrısına kulak verip, onun yanında saf tutmaya başlamışlardı. Şamil de iyileşmiş, mücahitlere haber göndererek büyük bir toplantı tertip etmişti. Kafkas Aslanı Şamil ölmemişti. Yapılan toplantıda Hamzat Bek, imamlığa Şamil’i teklif ettiyse de Şamil kabul etmedi. Hamzat Bek’in imamlığında cihada devam kararı alındı. Ruslar hayal kırıklığı yaşıyordu. Şamil yaşıyordu. Şamil yaptığı analizde son yenilgilerinin sebepleri üzerinde dururken, en büyük sebebin Dağıstanlı ve Çeçenlerin bir kısmının Ruslarla işbirliği yaptığını, aralarında tam bir birliktelik olmadığını, bu birliktelik sağlanmadan Ruslara karşı başarı sağlanamayacağını düşünüyordu. Tüm kabilelere davetçiler gönderildi. Birlik olmanın gereği anlatıldı. Yeni bir direniş başlatılmıştı. Fakat bu direnişten zarar gören yerli işbirlikçiler Hamzat Bek’e suikast yapmak için anlaştılar. Hamzat Bek ölürse bu direniş yok olup gidecekti. Ne hazindir ki Hamzat Bek’i öldürme görevini üzerine alan kişi, Lev Tolstoy’un hayran olduğu, adına kitap yazdığı, ilerleyen yıllarda nedamet getirip direnişin sembolü olacak olan Hacı Murat’tı. Hacı Murat suikast sonucunda Hamzat Bek’i şehit etti.
Şamil direnişin önderi olmuştu. Teşkilatlanmalıydı. Tasavvufun ritüelleri olan zikir çekme, posta oturup ah-vah etmenin zamanı değildi. Cihat edilmeli bu yolda şehit olunmalıydı. Yepyeni bir dönem başlıyordu. İmam Şamil, Osmanlıya elçiler göndererek, top döküm ustaları ve silah yardımı talebinde bulunuyordu. Osmanlı sarayı, Şamil’in elçilerine sadece gönül okşayıcı sözler söylüyordu. Şamil kendi işini kendi çözmeliydi. Rusların ateş üstünlüğünün toplarından kaynaklandığını biliyordu. Top dökümünü kendi imkânları ile başarmalıydı. Birkaç denemeden sonra basit toplar yapmışlardı. Düzenli bir ordu tertip edilmiş, onluk sisteme göre ordu düzenlenmişti. Tüm Kafkasya’yı bölgelere ayırarak her bölgeye yönetici tayin etmişti. Ayrıca her haneyi 15 askeri besleyecek, onların giysi ihtiyacını karşılayacak şekilde örgütlemişti. Şeyh Şamil iyi bir teşkilatçı olduğunu gösteriyordu. İyice hazırlandıktan sonra Rusların en önemli kalelerine hücuma geçmişti. Ruslar yenildikçe yeniliyorlardı. Çar, her yenilgide yeni bir generalini Kafkasya’ya, daha çok silah ve askerle gönderiyordu. O zaman tüm dünyada Şeyh Şamil’in mücadelesi efsane gibi Batılı gazetelerde tefrika ediliyordu. İngilizler, Hindistan yolunu tıkayan Şeyh Şamil’in, Ruslara karşı savaşını destekliyordu. İngiltere’de Şeyh Şamil hayranlığı en üst seviyede idi. Ruslar, Şamil’i yok edememenin çaresizliği içinde her şeye başvuruyorlardı. Yerli işbirlikçilerden bir grubu Şamil’e göndermeye karar verdiler. Bu kadar kan dökmenin iki taraf için yıkıcı olduğunu buna son vermek gerektiğini, Şeyh Şamil’e istediği kadar para, istediği yerde yerel bir yöneticilik verilebileceği teklifinde bulunmaya karar verildi. Seçilmiş ileri gelen yerli işbirlikçiler, Şeyh Şamil’den korkuyorlardı. Zira savaştan kaçmanın ve Ruslarla işbirliği yapmanın cezası ölümdü. Şamil’in en katı kurallarından biri buydu. İşbirlikçiler, Şeyh Şamil’in anasına gittiler. İhtiyar bir ananın yüreğine dokunacak sözlerle bu savaşın artık son bulmasını Rusların tekliflerini oğluna söylemesine ikna ettiler.
Şamil, asil davranışları ve savaşçılığıyla Ruslar nezdinde de hayranlık uyandırıyordu. Giriştiği savaşlarda vücudunda yara almayan yeri kalmamıştı. Beli bükülmüş sakallarına ak düşmüştü. Osmanlıdan ve diğer Müslümanlardan yardım alamamıştı. Bir avuç Müslümanla devrinin muazzam gücü Ruslara karşı nice zaferler kazanmıştı. Ama artık eski Şamil değildi. Daha çok ibadet eder olmuştu. Ruslar, Şeyh Şamil ile nasıl baş edeceklerini kara kara düşünüyorlardı. Şeyh Şamil 900 kişilik küçük ordusuyla, Ruslarla amansız bir savaşa tutuşmuştu. Savaş o kadar korkunçtu ki Şamil günlerce direnmiş en sonunda yanında 47 savaşçı kalmıştı. Uzun mücadelelerden bıkmış olan Rus generali, Şamil ile görüşmek için cesaretle tek başına ilerledi. Şamil ile konuşmak istiyordu. Şamil bu general ile konuştu. General bu kadar yıldır mücadelenin yıkım, zülüm ve açlık getirdiğini bu işi sonlandırmanın zamanı geldiğini anlattı. Şamil’in etrafında bir avuç Müslüman kalmıştı. Biliyordu ki onlara emir verse ölüme koşa koşa gideceklerdi. Şamil bir karar vermek zorundaydı. Şartlarını generale iletti. Teslim olacaktı. Türkiye’ye gitmesine izin verilecek, barış anlaşması imzalanacaktı. Şamil’e hayranlık duyan Rus general ona karşı tüm ordusuna silahlarını saygı duruşu ile selamlamayı emretti. Petersburg’da, Çar’ı sevinç aynı zamanda birde hüzün kaplamıştı. Yıllardır dünyanın hayranlığını uyandırmış bu kahramanı nasıl karşılamalıydı. Bir kahramana yakışır vaziyette silahları alınmadan huzuruna kabul edip, ona olan hayranlığını ifade edecekti. Öylede oldu. Çar’ın salonun da tarihi bir an yaşanıyordu. Çar ve etrafına dizilmiş generaller, saygı ile bu yürekli Şeyh’in karşısında eğiliyorlardı. Çar, Şeyh Şamil’e esir olmadığını, istediği zaman istediği yere gidebileceğini, bir süre için de yanında misafiri olmasını rica etti. Şeyh Şamil ve ailesine saraylarından birini tahsis etti. Şeyh Şamil ailesinin diğer efradının gelmesine kadar Rus çarının misafiri oldu. Şeyh Şamil, Rus sarayında kalırken Piyano dinlemeye başladı. Bu müzik aleti onu çok etkilemişti. Sürekli piyanodan Batı müziği dinliyordu. Zaman zaman Çar’ın sofrasına davet edilmeyi de hak ediyordu. Bir gün iştahla yemek yerken bir Rus generali Şeyh Şamil’in dikkatini çekti. General yanındakilere bir şeyler söylüyordu. Şeyh Şamil kendisinden söz edildiğini anlamıştı. Tercüman vasıtasıyla ne konuştuklarını sordu. Tüm Rus erkânı dikkat kesilmişti. General, Şeyh Şamil’in iştahla yemesine hayret ettiğini, az kalsın bizi de yiyecek sandım diye cevap verdi. Tüm gözler Şeyh Şamil’deydi. O sakin bir tavırla şöyle cevap verdi: “Korkmayın general biz Müslümanlar domuz eti yemeyiz.” Tüm salon buz kesmişti. İşi şakaya vuran Çar Nikola ortamı yumuşatmıştı. Şeyh Şamil Rusya’dan, Türkiye geldi.
Yazar, Şeyh Şamil’in, Osmanlı tarafından gereği gibi karşılanmadığını belirtir. Sultan Abdul Aziz tahttadır. Şamil’i kıskanıyordur. Zira Şeyh Şamil tüm İslam dünyasında tanınmaktadır. Kendisine Emir- ül Müminin denmektedir. Horoz dövüşü ve güreşle uğraşan Padişah Şeyh Şamil’e göstermelik ev sahipliği yapmıştır. (Yazarın bu görüşüne katılmak mümkün değil. Zira Sultan Abdülaziz, Şeyh Şamil ve ailesine her türlü yardımı yapmıştır. Şeyh Şamil’in ömrünün kalan kısmını Medine’de geçirmek istediğinde, kendisine özel bir gemi tahsis etmiştir. Ayrıca Mekke ve Medine umumi Osmanlı valisine gerekli talimatı vererek bu büyük Mücahide gereken ihtimamın gösterilmesini emretmiştir.) Şeyh Şamil, Mekke’ye geldiğinde, Hacc-ı Ekber günüdür. Mekke hınca hınç doludur. Bu büyük mücahidi görmek için insanlar Kâbe’ye akın etmiştir. Şeyh Şamil’i görmek için insanlar Kâbe’ye akın ederken, Osmanlı valisi halkın bu muhabbeti karşısında, yüzlerce yıl önce Hz. Ali’nin omuzuna basarak Kâbe’nin damına çıkıp ezan okuyan Bilal’den sonra, İslam’ın bu yiğit evladını(Şeyh Şamil’i) Kâbe’nin damına çıkartarak onu görmelerini sağlıyordu. Müslümanlar da coşkun tezahüratlarla ona karşılık veriyordu.
‘’Her can ölümü tadacaktır.’’
Şeyh Şamil 4 Şubat 1871 tarihinde sevgili elçisinin evinin yakınında ki evde Medine’de vefat etti. Şeyh Şamil’in gasledilirken vücudunda 100 den fazla yara izi sayılmıştır.
Allah Rahmet Eylesin. Amin!
KİTAP TANITIMI: Alaaddin AYDIN