Cep telefonu kullanıcılarının kendilerini her 15 dakikada bir telefonuna bakmak zorunda hissettiğini, ayrıca günde ortalama 150 kez cep telefonunun yanında olup olmadığını kontrol ettiğini biliyor muydunuz? Yapılan araştırmalara göre durum bu!
‘Dijital Türkiye 2019’ raporuna göre, ülkemizde yetişkinlerin yüzde 98’i cep telefonu, yüzde 77’si akıllı telefon kullanıyor. Türkiye’de insanların her gün internette geçirdikleri süre 7 saat 15 dakika, sosyal medyada geçirilen süre ise 2 saat 46 dakika… Son bir yılda internet kullanan kişi sayısı 5 milyon, aktif sosyal medya kullanıcısı sayısı 1 milyon artış göstermiş durumda… Ayrıca Türkiye’de insanlar günde ortalama 3 saat 9 dakikalarını da televizyon izlemeye ayırıyor. Aynı rapora göre ülkemizde 2019 rakamlarına göre 52 milyon sosyal medya kullanıcısı var, bunların 44 milyonu bağlantılarını mobil cihazlar üzerinden kuruyor.
Bütün dünyada teknoloji ve ekran bağımlılığının tedaviye muhtaç birtakım ‘rahatsızlık’lara sebep olduğu artık kabul ediliyor. Nomofobi onlardan biri… Nomofobi, “telefonsuz kalma korkusu ya da cep telefonu yoluyla iletişimden kopmaktan korkma durumu” olarak tarif ediliyor ve özellikle gençler arasında yaygın… Bazı toplumlarda daha şimdiden nomofobik intiharlar yaşanmaya başladı bile. Nomofobi ile birlikte düşünmemiz gereken bir başka rahatsızlık da internetsiz kalma korkusu olarak bilinen ‘Netlessfobia’. Bunlardan başka internette ve sosyal medyada olan biteni kaçırma korkusu anlamına gelen ‘Fomo’ ve gittikleri her yerde panik halinde prizin yerini arayan şarj bağımlılarının durumunu ifade eden ‘Plogomani’ var. Ayrıca son dönemde video oyunu oynama bozukluğu da ‘Uluslararası Hastalık Sınıflandırması’nda yerini almış bulunuyor.
Bunlar bizim de içinde olduğumuz yeni siber dünyanın hâl-i pür melâlini gösteren birtakım gerçekler… Bizim dışında olduğumuz bir hayatın manzaraları değiller. Yeri gelmişken hatırlatayım, Nomofobi başta olmak üzere bütün bu ‘rahatsızlık’ların teşhisinde tespit edilen ilk bulgu kişilerin durumlarını inkar etmesi ve kendilerinde böyle bir bağımlılık durumu olmadığına inanmaları…
Hepimize bir uyarı olsun diye bir araya getirdiğimiz bu verileri birkaç alıntıyla bitirelim:
“2010’lardan itibaren diye tarif edeceğimiz ekran kuşağı algıladıkları dünya ve yaşadıkları dünya arasındaki keskin ayrımı da ortadan kalkmış bir şekilde yaşamakta; gerçek zaman ve mekan ile sanal mekan ve zaman arasında daha flulaşan bir durumun parçası olmaktadırlar. Aynı zamanda, farklı türden bir gerçekliğin de üretici ve bireyi durumuna dönüşmektedirler” (Prof. Dr. Nezih Orhon’un TRTakademi’deki “Gündelik C vitaminizi aldınız mı? Peki ya, gündelik ekranınızı” başlıklı yazısından)
“Cep telefonları üzerinden farkına varmadan bizi tanıyıp analiz ediyorlar. Tüketim alışkanlıklarımızı, psikolojik zaaflarımızı, her şeyi okuyorlar. Biz farkına varmadan Matrix filminde olduğu gibi ‘matrix’in içine giriyoruz tıpış tıpış. İnsan ruhu bilgisayarın içine hapsediliyor. Böyle bir şey olmaz, çünkü ruh, Rabbinin emrindedir. Hiç kimse bizim ruhumuzu, bizim irademize karşı kontrol edemez. Bu çocuklar farkına varmadan zombi haline dönüşüyor ve bu da patolojiye yansıyor. (Dr. Mustafa Merter’in Gerçek Hayat’a verdiği röportajdan)
“Birisi, özel ve sınırlı bir amaç için bir makine yaratır. Fakat makine bir kez yapılınca, bazen korkuyla, genellikle rahatsızlıkla, daima da şaşkınlıkla makinenin ‘kendi fikirleri’ olduğunu keşfederiz. Makine sadece alışkanlıklarımızı değil, zihinsel alışkanlıklarımızı da değiştirmede oldukça güçlü etkide bulunur” (Neil Postman’ın ‘Çocukluğun Yokoluşu’ kitabından)
“Ekran esareti yüzünden çocukluğu yok olmuş; sokakta oyun oynamayı unutmuş, aile içinde, sosyal yaşamda çok az konuşan, kendini ifade eden, yaşam becerileri gelişemeyen, gerçeklik algısı sürekli kırılan çocuk ve gençlerimiz, gerçek yaşamda ne kadar güçlü olabilirler?” (Doç. Dr. Aydan Özsoy’un ‘Ekran Bağımlılığı Çocukları Nasıl Etkiliyor?’ başlıklı yazısından)
Yeni Şafak / Gökhan Özcan