..Bunlar kişisel felsefe ise bir diyeceğimiz yok, ağzı olan konuşur. Ama İslam adına söyleniyorsa bunların hakikat değerini anlayabilmek için insan nedir, insan ve beşer aynı şey midir, ‘insan’ hep iyi hasletlerle donanmış bir varlığı mı ifade eder, iyinin belirleyicisi kimdir gibi soruların cevabını bulmamız gerekir. Birilerine albenili gelen bu aforizmaların mutlak hakikati anlatmadıkları sonucuna varırsak bunlara neden ihtiyaç duyuluyor sorusu stratejik bir soru hale gelir ama bunun cevabını biz veremeyebiliriz.
İnsan nedir sorusuna cevap arayanlar insan ile beşer kıyaslaması yaparak söze başlar ve kelimelerin kök anlamlarından da delil bulmaya çalışırlar. İnsan’ın, ünsiyet ya da nisyan kökünden geldiğine vurgu yaparlar. Sırf buna bakılırsa insan hemcinsleriyle ünsiyet edebilen, kaynaşabilendir yani sosyal bir varlıktır ama aynı zamanda unutma gibi zaafların da sahibidir. Beşer ise tüysüz cilt anlamındaki beşere, ya da sevinç gösterisi anlamındaki beşaretten gelen bir kelime olarak insanın hep güzel yönünü anlatır. Bunu belirleyici farklılık görüp Kuranıkerim’den deliller getirilerek o kadar çok şey söylenir ki, yazanların çoğu bize göre meseleyi karıştırmış ve anlaşılmaz hale getirmiştir.
İşin özü şudur: Kuranıkerim’e baktığımızda insan ve beşer kelimelerinin aynı varlığın farklı özelliklerini anlattıklarını görürüz. Resulüllah (sa) ‘ben de sizin gibi bir beşerim’ derken yani ben melek, cin vb. farklı bir türden değilim demek istemiştir. O halde beşer yaratılanlar içerisindeki bir türdür. Bu tür emir ve yasaklarla sorumlu/yükümlü olması yönüyle de insandır. Göklerin ve yerin taşımaktan çekindiği emaneti ‘insan’ yüklenmiştir. ‘Ey insan’ şeklindeki hitaplar hep onadır. Ayrıca bazılarının zannettiği gibi beşer bu türün hep olumlu vasıflar taşıyan, insan ise hep olumsuz vasıflar taşıyan yönü değildir. Beşer olan ‘insan’ yükümlü tutulduğu emanete riayet ederse çok değerli/iyi bir insan olur. ‘İnsan en güzel kıvamda yaratılmıştır ama aşağıların aşağısına da yuvarlanabilir’. Demek ki, beşer davranışlarıyla yani ahlakıyla bu her iki uçta da insandır. Diğer bir ifade ile, yaratılanların en iyisi de en kötüsü de sorumluluğu yönüyle insandır. O halde ‘insan olmak’ deyimiyle hep iyi hasletler yüklediğimiz mefhum örfümüzdeki bir galat-ı meşhurdur. İşin aslında ise insan olmak demek iyi de kötü de olabilmek demektir.
İmdi biz insanın hangi özelliklerle iyi olduğunu bilelim ki, onun dindarlığından ya da ‘tanrı’ya inanmasından önce iyi bir insan olup olamayacağını anlayalım. Buradaki iyi de elbette kişisel iyi değil Allah’ın iyi dediği olacaktır. Bunu da Kuranıkerim’den öğrenebiliriz. Allah (cc) iyiliğe ‘birr’ diyor, iyi olan da ‘berr’ olmuş olur. İyiliğin kaynağı Allah olduğu için O’nun ‘el-Berr’ diye de ismi vardır. Peki, O’nun iyi/birr dediği hasletler nelerdir ki, onları kendisinde bulunduran insan da iyi bir insan olmuş olsun? Şu ayet bunu bütünüyle özetliyor:
‘İyilik yüzünüzü doğuya ya da batıya çevirmeniz değildir. Aksine iyilik; Allah’a, hesap gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere inananların; mallarından yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolda kalmışlara, dilenenlere seve seve verenlerin, köleleri özgürleştirmek için harcayanların, namazı dosdoğru kılanların, zekâtı verenlerin, sözleştiklerinde ahde vefa gösterenlerin, yoklukta hastalıkta ve şiddet anında sabredenlerin yaptığıdır. İşte sadakat gösterenler bunlardır, işte takvalı olanlar da bunlardır’ (Bakara 177). Demek ki, Kuranıkerim’e göre iyi insan budur. Yani iman eden ve bu salih amelleri yapandır, çünkü Allah şöyle buyuruyor: ‘İman ederek salih amelleri yapanlar yaratılanların en iyisidirler’ (Beyyine 7). ‘İnkâr edenler de yaratılanların en kötüsüdürler’ (Beyyine 6). O halde Kuranıkerim’e göre konuşacak olursak, “insan olmadan Müslüman olunmaz” gibi sorunlu bir aforizma yerine, “Allah’a inanıp salih amelleri yaparak iyi bir Müslüman olmadan iyi bir insan olunmaz” dememiz gerekir.
Mevlana’ya nispet edilen, ‘ne olursan ol gel’ sözü bile, safi hümanizm kokan böyle ifadelere göre çok daha savunulabilir bir aforizmadır.
Ve İslam söz konusu olduğunda mesele ‘bana göre’ meselesi olmaktan çıkar. Onu doğru anlama meselesi ise her zaman geçerlidir.
Yeni Şafak / Faruk Beşer