Yusuf Kaplan 15.02.2021 Gerçek Hayat
Batı uygarlığı, küreselleşmeyle birlikte hegemonyasının sınırlarını bir anda küre ölçeğine yaydı. Fakat Batı uygarlığını var eden, küre üzerinde egemen hâle getiren yayılmacı dinamikler, Batı uygarlığının en zayıf anında yıkılmasının tohumlarını eken dinamitlere dönüşecek özelliklere sahip.
Gücü arttıkça yıkılma ihtimali azalıyor gibi görünüyor ama yıkım süreci başladığında yol açacağı yıkımın sadece Batı ile sınırlı olmayacağını, küre ölçeğinde yayıldığı için yıkımının faturasını bütün dünyanın çok ağır bir şekilde ödeyeceğini gösteriyor bu.
Medreseler ve rönesanslar
Batı’da üç rönesans yaşandı; üçünün gerisinde de İslâm medeniyeti var! Batı uygarlığı, 13. yüzyılda İslâm medeniyetindeki medrese devriminden aldı asıl esinini ve besinini ilkin.
- Roma ve Greklerin keşfi, hem İslâm medeniyetinin keşfinden sonradır hem de onun eseridir: Müslüman medresesi, burada da kilit rol oynadı: Batı uygarlığı, Endülüs’teki Kurtuba, Tuleytula medreseleri ile Sicilya ve Kuzey Afrika’daki Müslüman medreselerin, Paris, Oxford, Bologna, Padua üniversiteleri üzerinde yol açtıkları zihin ve zihniyet devriminden sonra kendine geldi, kendini buldu; Rönesans böyle doğdu.
Rönesans, Batı uygarlığının İslâm medeniyeti ile buluşmasının eseridir. İslâm medeniyeti olmasaydı, Rönesans olmazdı.
Burada\n savunmacı marazî bir psikoloji geliştirmiyorum. Batılıların moderniteyi kurarken İslâm medeniyetinden beslenmeleri ve beslenme biçimleri tarihî bir araştırma konusu olabilir ama bana sadece şunu söyler: Dün yaptıklarından ötürü Müslümanların sırtından geçinmeye kalkışma. Müslümanların başka bir medeniyete nasıl esin ve besin kaynağı olduğunu gör, bunun teorik çerçevesini çıkar ve yeniden medeniyet atılımı gerçekleştirmek için hem İslâm medeniyetinden kalkarak diğer medeniyetlerden nasıl beslenilebileceği üzerinde kafa patlat hem de kendi kurucu medeniyet dinamiklerimizden yola çıkarak önümüzü açacak medeniyet atılımını nasıl gerçekleştirebileceğimiz yakıcı sorunu üzerinde kafa yor!
Medeniyet ve üniversitesi
Medeniyet atılımları, önce tercüme ve tevarüs atılımlarıdır. Sonra tenkit, telif ve teklif yolculukları…
Önce bilinmeyen bir dünyanın tanınması, anlaşılması ve aktarılması, sonra derinlemesine incelemeye, tenkide tabi tutularak öncü eserlerin telif edilmesi ve hem bizim hem de insanlığın önünü açacak kuşatıcı bir medeniyet fikrinin teklif edilmesi çabası her alanda.
Üniversite veya eğitim fikri, bir dünyanın tanınması, tartışılması ve aktarılmasında kilit rol oynar. Güçlü eğitim fikirleri olan toplumlar, yeni dünyalara daha çabuk adapte olurlar ve karşılaşılan sorunları çok daha rahat aşabilirler.
Güçlü eğitim fikri, ancak güçlü bir medeniyet fikrinden neşet eder. Güçlü, köklü, kuşatıcı medeniyet tasavvurundan yoksun olan bir eğitim sistemi, bindiği dalı keser; gönüllü acentalar, epistemik köleler, celladına âşık tasmalı çekirgeler üretir sadece.
Ülke fiilen işgal edilmemiş olsa da, zihnen işgal edilmiş olur; zamanla fiîlî işgale de hazır hâle gelir kendiliğinden.
Türk üniversitesi var mı?
Bir Türk üniversitesi yok şu an! Türkiye’deki üniversite, Batılılaşma projesinin uzantısı seküler bir üniversite. Kendi değil başkası. Başkası’nın kopyesi, gölgesi, karikatürü. Üreten değil, Batıda üretileni tüketen bir palyaço sadece!
Batılılar ürettiği, bizimkiler de onları öğrettiği ve tükettiği için, Türk üniversitesi, Türkiye’nin önünü açmak şöyle dursun, Türkiye’nin içerden ele geçirilmesi anlamına gelen epistemik köleler yetiştiriyor: Bunların en iyileri, Batılılara palyaçoluk yapıyor yalnızca.
Ama dünyanın hiç bir yerinde böyle bir şeye izin verilmez Türkiye’den başka. Bir eğitim sistemi çocuklarına fikir ve ruh cephesinde güçlü karakterler, özellikler armağan eder. İzini sürebileceği bir yol haritası, bakış açısı sunar.
Fikir ve ruh cephesi zayıf karakterler sunan, yol haritası sunamayan, sadece Batılıların ürettiklerinin kopyelerini, karikatürlerini kendi çocuklarına boca eden bir eğitim sistemi, genç kuşakları intihara sürükler, toplumun mezarını kazar, ülkenin altını oyar.
Ruhsuz üniversite’yle nereye kadar?
Batı’da üniversite, sadece seküler bilimi eksene aldığı için kapitalizmi, yani gücü, güçlü olanın gücünü kutsadığı için felsefì bir kriz yaşıyor. Kapitalist ilişki biçimleri üzerinden bir şirket işletilir gibi işliyor; endüstri devrimini üreten üniversite, sonunda, endüstrinin kölesine dönüşüyor!
Üniversite deyince ilk akla isimlerden biridir Harvard. Harvard Üniversitesi’nde Harvard College’ın dekanlarından Harry Lewis, Excellence without a Soul / Ruhsuz Bir Başarı başlıklı bir kitap yazmış, Batı uygarlığının en köklü ve güçlü üniversitelerini kıyasıya eleştirmişti.
Batı’da yaşanan bu.
Bizde yaşanansa, Lewis’in kıyasıya eleştirdiği Batılı eğitim sistemini kutsayan, celladına âşık, bu ülkenin ruh kökleriyle, medeniyet dinamikleriyle kavgalı adamlara ve kurumlara dokunulmaz kutsal inek muamelesi yapıyor olmamız!
- Boğaziçi Üniversitesi etrafında yaşanan tartışmalar, güçlü ve köklü bir medeniyet fikrine sahip olmadığımız için, bu ülkede üniversitenin nasıl Batılıların gönüllü acentalığını yaptığını görmemizi engelliyor.
Üniversite, bir ülkenin önünü açacak öncü kuşaklarını yetiştirir. Bunun için, o topluma ruh kazandıracak köklü fikrî, estetik, ahlâkî yapıtaşlarını döşer. Toplumun medeniyet dinamikleri ekseninde yüzyıllardır ortaya koyduğu zorlu mücadele ile inşa ettiği ruhu, hem diri tutar hem de çağa sunar; çağın düşünce, sanat, bilim ufkuna açar…
Bizim böyle üniversitemiz yok, ne yazık ki. Bu ülkenin tersaneleri, limanları, toprakları işgal altında değildir. Bu ülkenin zihni, beyni işgal edilmiştir, ruhu bitkisel hayata mahkûm edilmiştir.
Bu ülke dışarıdan fiilen işgal edilmedi, içeriden zihnen ele geçirildi.
Köklü bir medeniyet tasavvuruna sahip olamayan aksine kendi medeniyet dinamiklerini dinamitlemekten, başka medeniyetlerin bakış açılarını sorgusuz sualsiz bizim genç kuşaklarımıza bir sömürgeci gibi zerketmekten başka bir şey yapamayan bir üniversite, ülkenin geleceğini yok ediyor, altını oyuyor demektir.
- Bana Kant mı yetiştiriyorsun, Bach mı?
- Heidegger mi yetiştiriyorsun, Picasso mu?
Kant’ın zihinde / felsefede yaptığı şeyi, Bach’ın ses’te / müzikte yaptığını anlayacak derinliğe, çapa sahip cins kafalar mı yetiştiriyorsun sanki!
Bu ülkeye, bu öncü kişileri hakkıyla anlayacak, tartışacak ve aşacak çapta yeni İbn Sina’lar, Gazâlî’ler, İbn Haldun’lar, İbn Arabî’ler, Sinan’lar, Itrî’ler yetiştiremeyen bir üniversite, epistemik köledir ve ülkenin temeline dinamit döşüyor demektir.
Türk eğitimi pozitivist, üniversitesi taklitçi Batılı zihin kalıplarının tasallutu altında can çekişiyor, Batı’ya epistemik köleler yetiştiriyor.
Boğaziçi’nde yaşananlar, seküler üniversitenin ülkenin altını nasıl oyduğunu konuşmamıza imkân tanımalı.