Seferberlikten önceki dünya ile, seferberlikten sonraki dünya arasında (kendisi açısından) gerçekten çok fark bulunuyordu. Bu hadise o neslin zihninde onarılmaz bir kırılma oluşturmuştu demek.
Annem ise 1939 Erzincan Depremi’nin enkazı altından çıktı.
Onların elinden ve dilinden gelmeyecek olan şudur: “Deprem oldu ama, hayat sürüyor.” Bu sözler depremin içinden geçenler için rahatça söylenemez. Çünkü onlar hemen cevap verirler: Hangi hayat? Depremden önceki mi, depremden sonraki mi?
Depremin içinden geçmeyenler televizyonlarına, dizilerine dönebilir. Gazeteler yine hafta sonu eklerini verebilir. Bazıları ülkedeki “Gündem değişiklikleri”ne kendi açılarından dikkat çekebilir.
Felaketin büyüklüğü ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları etkilemiştir. Elbette ki, deprem dahil pek çok olay ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları şu veya bu biçimde etkiler.
Bu etki acaba köklü dönüşümlerine yol açacak mı?
Bu sloganın peşinden gidilir mi?
Yüksek binalarla dolu, tıkış tıkış nefes alınmaz hâle gelinmiş kentlerimiz Anadolu toprağının belki sadece %3’ünü teşkil ediyor.
Betonarme ve yüksek binalar yerine az katlı hatta tek katlı prefabrik evlerle kısa zamanda yeni yerleşim bölgeleri kurulabilir.
Erzincan’ın prefabrik evleri 70 yıldır kullanılıyor, kaç deprem geçti, hiçbiri yıkılmadı.
Tarım ile, tarıma dayalı sanayinin çevresinde bir yeni hayat.
Rahmetli Turgut Cansever “Galaksi Şehirler” projesi ile 25 bin nüfuslu bu şehir projesini yapmış, fizibilitesini çıkarmış, evlerin resmini dahi çizmişti. Bu planlar evlatlarında olmalıdır.
Böylece kalabalık bina ve nüfus mukadder bir depremin (mesela İstanbul) stresi altında beklemekten kurtulur.
Duamız Cenab-ı Hakk’ın insanımıza bir daha böyle bir felaket yaşatmamasıdır. Depremde ölenlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarına sabır diliyorum.
Mustafa Kutlu/Yeni Şafak