Mustafa Kutlu ağabeyin, “Kalbin Sesi: Bir Hicret Risalesi” adlı kitabında sadeleştirerek önümüze koyduğu gerçeğe tüm kalbimle katılıyorum. Bence de kapitalizmle ve tüketim toplumu ile mücadele sırasında kanaatkar olmak ve infak etmek kavramlarına dayanmak, her işin başı ve inancımızın da temeli. O yüzden zenginliği, istifçiliği dinen mubah, meşru ve hatta pek lazımmış gibi göstermek, istisna olanı kural haline getirmek yerine temellere dayanmalıyız.
Daha önce bendeniz de “kanaat”in en ihtiyaç duyduğumuz erdem olduğunu yazmaya çalıştım. “Müslüman olarak nasıl zengin olunur?” gibi sorularla zihinleri bulandırmak yerine şu yaşadığımız berbat kapitalist-tüketim toplumu ejderhasını alt etmek için kanaatkarlıktan başka çaremiz olmadığını anlatmak istedim. Mustafa Kutlu, daha doğrudan bir yol izliyor. Kanaat ekonomisini Hududullah ile, ahlak nizamı ile, Kur’an-ı Kerim’de nerede “namaz” geçse orada “zekat”ın da zikredilmesi ile, cemaatin rahmeti ile anlatmaya çalışıyor. Bizim kapitalizmle karşılaşan, ahlak ve makuliyet ölçüsünde çözüm arayan ilk batılı düşünürlerden olan Adam Smith’i daha iyi anlamaya çalışmaya kadar götürdüğümüz “devletin ekonomideki rolü” sorununu da bir çırpıda halledip noktayı koyuyor: “Devlet yeryüzünde adaleti tesis için ‘Hududullah’ çerçevesinde kurulan; insanın varoluş sebebi saydığımız ‘Cenab-ı Hakk’a ibadet ve kulluk’ etmesi için gereken barış, emniyet ve istiklali temin gayesi taşıyan bir teşkilattır.”
Mustafa Kutlu’nun bizi kanaat ekonomisine hicrete davet eden etkileyici risalesini okurken hep gözümün önüne E. F. Schumacher’ın “Küçük Güzeldir: Önceliği İnsana Veren Bir Ekonomi Anlayışı” kitabı geldi. Ekonomist Schumacher, 1973 tarihli kitabında sürekli kâr ve sınırsız büyüme peşinde koşmanın en açık sonuçlarının büyük örgütlere ve artan bir uzmanlaşma; dolayısıyla ekonomik varlıkların israfı, çevre kirlenmesi ve insanlık dışı çalışma koşulları olduğunu anlatıyor. Sonunun insanlık adına hüsran olması kaçınılmaz olan bu tünelden çıkabilmek için mal değil insan odaklı bir ekonomi ve insana hizmet eden bir sermaye anlayışı öneriyor. “Ekonomik düşünce pazara dayalı olduğu ölçüde, hayatın kutsallığını silip atar, çünkü fiyatı olan bir şeyde kutsallık olamaz. Bu bakımdan ekonomik düşünme tarzının toplumun tümüne egemen olması şaşırtıcı değildir; güzellik, sağlık, ya da temizlik gibi basit değerler bile ancak ekonomik oldukları kanıtlandığı sürece yaşayabilirler” (s.54) diyen Schumacher’ın yegane umudu, insanlardaki basiret. Şöyle diyor: “Tüm öteki erdemlerin anası olarak tanımlanan basiret, günümüzde eş anlamlı olarak kullanılan kelimelerde tam anlamını verememektedir. Hemen kullanılabilecek ve maddî yarar getirecek bir şey vaad etmeyen her şeye sırt çeviren ve değersiz sayan, yaşam karşısında küçük hesaplı, bayağı bir tavır takınışın tam karşıtı bir anlam taşımaktadır aslında. Basiret, hakikat bilgisinin, gerçekliğe uyan kararlara dönüşmesi anlamına gelir. Şu halde, bugün basiret erdemi üzerine düşünmek, bu erdemi geliştirmekten daha önemli ne olabilir!… İnsanlar hep şunu sormaktadırlar: Gerçekten ne yapabilirim? Yanıtı şaşırtıcı olduğu kadar basittir de: Her birimiz kendi içimize bir çekidüzen vermeye çalışabiliriz. Bu çabamızda elimizden tutup yol gösterecek olan, değeri tamamen hizmet ettiği amaca bağlı olan bilim ve teknoloji değildir; insanlığın geleneksel bilgeliğindedir aradığımız yol gösterici” (s.356).
Mustafa abinin “Kalbin Sesi”ni okurken, ayrıca ilk çevrecilik hareketi Yeşiller’in ilk başlangıç zamanlarındaki tezlerine, benim de 1989’da gençlik yıllarımda, onlardan etkilenerek Deniz Gürsel mahlasıyla yazdığım, çevre sorunlarını, bizi bekleyen tehlikeleri ve İslam’da insan-tabiat ilişkilerini ele aldığım “Çevresizsiniz” kitabıma gitti aklım. Ve tabii bu alanlarda asla aşılamayacak bir köşe taşı olarak duran Seyyid Hüseyin Nasr’ın muhteşem eseri “İnsan ve Tabiat”a…
Kapitalizmin, genel olarak modernliğin ortaya çıkması için bireyi ve araçsal aklı öncü kavramlar haline getiren bir zihniyet devrimi olması gerektiğine Max Weber’in Protestanlık analizlerinden beri aşinayız. Kesinlikle Protestan zihniyet ile yeni insanın ve üretim ilişkilerinin ortaya çıkışı arasında sıkı bir bağ var. O halde benzeri bir zihniyet devrimi şimdi gerekiyor. Kapitalizmi, tüketim toplumunu değiştirebilmek, dönüştürebilmek için, tabiatı koruyabilmek için önce zihniyeti ve insanı değiştirmek gerekiyor. Bu benim “Çevresizsiniz”den beri savunduğum tezdi. Ama gündelik hayatın, siyasetin hercümerci içinde hepimiz bir yere savrulduk, temel tezimizin ne olduğunu unuttuk. Mustafa abi, “Kalbin Sesi” ile tekrar hatırlatıyor. Siyaset de teori de lazım elbette ama birilerini değil yaşadığımız hayatı, tabiatla ilişkilerimizi zenginleştirmek ve devlet işleyişini adalet eksenine yerleştirmek için lazım. Bizim asıl tezimiz, ana yönümüz bu olmalı.
Yeni Şafak / Erol Göka