O sabah denizin kenarındaydık. İlk önce çok şiddetli bir gürültü duyduk, ardından da silah sesleri… Büyük bir hadisenin gerçekleştiğini anlamıştık. Hemen şehir merkezindeki ofisimize doğru koştuk.”
Filistinli yazar Mervân Abdul’âl, 8 Temmuz 1972 sabahı, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yaşanan bombalı saldırıyı böyle hatırlıyordu. O anda sadece çıkan sesten dolayı böyle söylese de, Abdul’âl’in “büyük bir hadise” şeklindeki tanımı, saldırıyı tam olarak tasvir ediyordu. Çünkü, arabasına yerleştirilen bombanın infilak etmesiyle vücudu paramparça olan kişi, Filistin edebiyatının en parlak isimlerinden Gassân Kanafânî idi. Henüz 36 yaşında olan Kanafânî, kaleme aldığı roman, hikâye ve tiyatro eserleriyle, yurtlarından edilmiş Filistinli kuşakları derinden etkilemeyi başarmıştı. Yazıları öylesine tesirliydi ve hızlı yayılıyordu ki, sonradan ona şu unvan yakıştırılacaktı: “Hiç ateş etmemiş komando.”
Gassân Kanafânî, 9 Nisan 1936’da Filistin’in Akkâ şehrinde dünyaya geldi. Babası Fâyiz Kanafânî başarılı bir avukat, annesi Âişe Sâlim ise kendisini çocuklarına adamış bir ev hanımıydı. Çiftin, Gassân’dan başka altı çocuğu daha vardı: Gâzî, Mervân, Adnân ve Hasan; kız olarak da Fâyize ve Suhâ. Gassân, mutlu bir çocukluğun ardından ergenliğe adımını atarken, Siyonistlerin Filistin’i istilası ve Araplara yönelik saldırıları, birçok aile gibi Kanafânî’lerin de huzurunu kaçırmaya başlamıştı. Yahudilerin Akkâ’ya her an planlı bir taarruz düzenleyebileceğinden korkan şehir halkı, 26 Nisan günü şehri tamamen boşalttı. Sadece bu sürgünün meydana getirdiği travma değil, aynı ay içinde yaşanan bir başka olay da, Gassân Kanafânî’nin aklından hiç çıkmayacaktı:
9 Nisan 1948 akşamı, Gassân, 12’nci yaşını kutlamaya hazırlanıyordu. Bütün aile, içinde bulundukları tedirgin duruma rağmen, doğum günü vesilesiyle bir arada ve mutluluk içindeydi. Derken, Kudüs’ten gelen bir haber, evin ortasına adeta bomba gibi düştü. Deyr Yâsîn köyünü basan Siyonistler, 100’den fazla sivili feci şekilde katletmişti. Facia haberinden sonra, Kanafânî ailesinden kimsenin, artık kutlama yapacak mecali kalmamıştı. Gassân, bu katliamdan öylesine etkilenecekti ki, hayatının sonuna kadar bir daha doğum günü kutlamayacaktı.
Kaç kuşaktır yaşadıkları Akkâ’yı böylece terk eden Kanafânî’ler, önce Lübnan topraklarındaki çadırlarda bir süre yaşadılar, ardından Suriye’nin başkenti Şam’daki mülteci kamplarından birine yerleştiler. Genç Gassân bu süreç boyunca matbaalarda çalıştı, gazete dağıttı, hatta bir restoranda garsonluk yaptı. Geceleri de Birleşmiş Milletler tarafından açılan bir okula devam ederek diplomasını aldıktan sonra, mülteci çocuklarına öğretmenlik yapmaya başladı. Şam’daki hareketli siyasî hayat, onu Arap milliyetçileriyle yakınlaştırmıştı. 1953’te tanıştığı Marksist lider George Habaş ise, hayat boyu ideolojik rehberi olacaktı.
Şam Üniversitesi’nde öğrenciyken, “siyasî faaliyetleri nedeniyle” okuldan atılması, Gassân Kanafânî’nin hayatında Kuveyt dönemini başlattı. 1956’da gittiği Kuveyt’te kaldığı dört yıl boyunca, Kanafânî ilk edebi eserlerini kaleme aldı. Bir yandan haftalık ve aylık dergilere de yazarken, George Habaş ve ekibiyle irtibatını hiç koparmamıştı. 1967’de, George Habaş-Ahmed Cibrîl ikilisi tarafından Marksist çizgideki “Filistin Halk Kurtuluş Cephesi”nin kurulmasının ardından, “polit büro”ya seçilen isimlerden biri olması, bu anlamda sürpriz değildi. Gassân Kanafânî, örgütün dergisi Hedef’in yayın yönetmenliğini de üstlendi; ölümüne kadar bu görevi sürdürdü.
8 Temmuz 1972 sabahı, saat 10.30 sularında, 17 yaşındaki yeğeni Lemîs’i Beyrut sahilinde gezdirmek için evinden çıkan Gassân Kanafânî, binanın önündeki aracına binip kontağı çalıştırır çalıştırmaz yaşanan patlamayla hayatını kaybetti. Bedeninin parçaları çevredeki ağaçların dallarına kadar dağılırken, Lemîs’in cesedi, sarsıntının etkisiyle yirmi metre öteye savrulmuş olarak bulundu.
Genç yaşına rağmen, On İki Numaralı Ölüm Yatağı ve Diğer Hikâyeler (1961), Üzgün Portakallar Ülkesi (1963), Bize Ait Olmayan Dünya (1965), Size Bırakılan Her Şey (1966), Umm Sa’d (1969), Hayfa’ya Dönüş (1969) gibi çok sayıda eser bırakan Gassân Kanafânî’nin, Mossad tarafından öldürüldüğü kabul edildi şimdiye kadar. Ancak 1972 gibi erken bir tarihte, İsrail’in Beyrut’ta böylesi bir operasyonu düzenlemek için mutlaka yerli işbirlikçilerden faydalanmış olması kesin görünüyor. Kanafânî’nin, Filistin’deki çeşitli gruplar arasında yaşanan rekabete kurban gitmiş olabileceği de ifade ediliyor. Gerçek her ne olursa olsun, Filistin direniş ve sürgün edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri, bugün yazdıklarıyla hâlâ yaşamaya devam ediyor.
Gassân Kanafânî suikastının yıldönümü vesilesiyle, şunu da hatırlamak önemli:
Filistin davasını dışarıdan ve kendi dünya görüşleri çerçevesinde izleyenler, genellikle sempati duydukları akımlarla daha fazla ilgileniyor. Bu da, fotoğrafın bir kısmına körleşmeyi beraberinde getiriyor. Oysa, içeriden baktığımızda, manzara epey farklı. Fraksiyonlar arasındaki bütün rekabete rağmen, herkesin birbirinin durduğu yeri dikkatlice tarttığı bir denge söz konusu. 26 Ocak 2008’de Amman’da ölen George Habaş’ın ardından, Hamas’ın yayımladığı taziye mesajı ve kendisi için kullanılan “büyük kayıp” ifadesi, bu durumun sayısız örneğinden yalnızca biri.
Velhasıl, Filistin’i dışarıdan takip ederken tablonun tamamına odaklanmak ve bünyeyi oluşturan bütün unsurları aynı anda mizana yerleştirmek, genel manzarayı kavrama adına hayatî bir öneme sahip.
Yeni Şafak / Taha Kılınç