İktidar ve şiddet üzerine değinmeye başlamadan önce, şuna dikkat çekmekte fayda vardır ki, kanaatimizce şiddeti anlama açısından burası önemlidir. Şiddet dediğimizde ilk akla gelen, doğrudan bedene uygulanan fiziki müdahaleyle sınırlı olarak anlaşılmamalıdır. İlk anlama sahip olanın bu olduğu anlaşılsa da, fiziki-ruhi-psikolojik-ekonomik şiddeti de fiziki olandan ayırmamak gerekir. Resmi söylem her zaman madalyonun bir yüzünü göstermiştir, oysa madalyonun her zaman iki yüzü vardır.(1)Bu bağlamda göz önünde bulundurmamız gereken, iktidarın toplum içerisinde şiddeti tetikleyen bütün yolları açmasıdır. Şiddetin asıl gizli yüzü de buradadır. İktidarların en temel hedefi, bekalarının teminini sağlamaktır.
İktidarlarda hukukla olay, yasaların metniyle ruhu, mevzuatla uygulama farklıdır. Anayasaların birçoğu göstermektedir ki, tanımı yapılan rejimle, yürürlüktekinin hiçbir ilgisi yoktur. Üstelik Anayasalar, rejimi gizleyen bir paravan işlevi görür.(2)İktidarlar için aklıselim yurttaşlar topluluğunun (ulusun) varlığı, sorgulayabilen zihniyete sahip bireylerin oluşması, iktidarlar açısından olumsuzluktur. Bedeni ve arzuları kontrol etmek isteyen iktidarlar, bazen bedeni bastırma pratikleriyle kontrol etmeye, bazen de ona içkin olan arzuları yüz üstüne çıkararak, bedeni denettim altına almaya çalışmışlardır.(3)Bunu sağlamak için de, eğitimle, devlet politikalarıyla, mahkemeleriyle, medyayla, basın-yayın organlarıyla, toptan bir çaba harcama girişiminde bulunulmaktadır. İktidarın sahip olduğu kurumlar aynı zamanda muktedir kılıcıdır ve kısıtlayıcı olmayı sağlar.(4)
Şiddet gösterebilmesi için, öncelikle kendisinin tanımladığı suç unsurunun ortaya çıkması lazımdır.(5)Bunu ortaya çıkarmak da yine modern devletin kendi işleviyle gerçekleştireceği bir eylemdir. Suçun tanımlanmasında iktidarın öncelikleri ve suç tanımlarının çoğunun Kamu düzeni ile ilgili olması önemlidir. Neyin suç neyin değil olduğunu belirler ve gerekli yaptırımları karara bağlayarak yasalaştırır. Bundan sonraki süreçte, gücünün göstergesi olan yasaları uygulayabilmesi için suçun oluşması gerekir. Toplum kurgusu içerisinde suçun oluşması için bütün yolları sonuna kadar açar. Kötülüğe giden yolları bilerek-isteyerek açar yol verir. Çünkü suç oluşmazsa şiddet ortaya çıkmaz. Suçun karşısında şiddet göstermek ise meşruiyet ister. Yani suçun oluşması için, suça sevk eden yolların aktif olması gerekir.
Bunlardan bir kaçı; Aklı giderici alkol üretir, ürettiği alkolü piyasaya sürer, satışına müsaade eder,(6) vergisini toplar, toplumun akıl sağlığını kaybetmesine yardımcı olur. Aklı başından giden bireylerin suç işlemesi tabi ki kaçınılmazdır.(7)Aklı gidenlerin işledikleri suçlar karşısında gerekli cezai işlemi uygular.(8)Alkol ve uyuşturucu üretiminin meşruiyet aldığı nokta ise bireysel özgürlüklerdir.
Fuhuş sektörü; Modern devlet fuhuş sektöründe aktif rol oynar. Genelevler kendisinin müsaadesiyle açılır, verdiği ruhsatla yasal olur.(9) Vergilendirilmiş her türlü kazanç kutsaldır.(10) Bilindiği gibi Türkiye Ermenisi bir genelev patroniçesi olan Matild Manukyan altı kez vergi rekortmeni olmuştur. İktidar için medya önemli dayanaktır. Kitle iletişim araçlarıyla, kurgulanmış yalancı gerçeklik, bilgisizleştirici öyküler kitlelere sunulur. Haber, bilgi ve enformasyonun belli bir ideoloji çerçevesinde istenilen miktarda ve şekilde verilmesi iktidarı ayakta tutar; ona kendisini ve ideolojisini yeniden üretmesi için imkân verir.(11)Mahremiyet kavramını ortadan kaldırıp ahlaksız bir yapı ortaya çıkarmayı hedefleri arasında görür. Mahremiyetin dönüşümü, iktidarlar için yoğun bir transfer noktasıdır. Ürettiği güçle toplumsal kontrol odağı olarak işlev görür.(12)Ahlaksız toplumda ortaya çıkan çarpık ilişkiler sonucunda oluşan suçları da cezalandırmak için hazırda bekler.
Kumar sektörü; Modern devlet kumar sektörünü fiilen kendisi işletir. Kumarbaz bir toplum, aynı zamanda bağımlıdır. Umut ticareti yaparak, korkunç rant sağlar. İnsanların cebindeki bir lirasında dahi gözü vardır ve vatandaşının cebinden almak için her türlü girişimde bulunur. Kumar sonucunda çıkan suçları da cezalandırmak yine kendisinin işidir. Önce kötülüğü tesis eder, sonra tesis ettiği kötülüğü toplumsallaştırır, daha sonra da kötülüğün ortaya çıkardığı suçluları cezalandırır.
Bu arada savunması da hazırdır ve bu savunmasına kendi halkını da inandırmıştır. Bütün kötülükleri aktif hale gelmesi için gösterdiği gayretin ardından, “isteyen istediğini yapmakta özgürdür” der, “bu ülkede bireysel hak ve özgürlükler kısıtlanamaz” diyerek kendisine meşruiyet devşirir. Asıl gizli niyeti, belli bir bilince eremeyen toplum tarafından görülemez. Esas amaç kontrol edilebilir vatandaşlar topluluğu ve bu topluluğun üzerinde kendi şiddet gücünü gösterme çabasıdır.
Devletin şiddet olaylarının gündelik yaşamdan silineceğine dair verdiği güvence de aslında, çok daha sert ve bireylerin karşı koymasının imkânsız olduğu bir şiddetin gerçekleşeceği tehdididir. Fakat böyle bir güvencenin varlığı şiddetin gündelik yaşamdan tamamen silinmesini sağlamamaktadır. Hatta devlet de şiddetin kontrol altında olduğu intibaının oluşmasından yana değildir. Şiddetin hala her an her yerden fırlayabileceği hissi, devletin şiddet tehdidini ve uygulamasını meşrulaştırması bakımından sürekli pekiştirilmektedir.(13)Esas olan insan hak ve hürriyeti değil, merkeze alınan devletin güvenliğidir.
İktidar, hayatın her anında ve her safhasında bizi kendisiyle ilişkiye zorlamakta, böyle bir ilişkiyi mecbur kılmaktadır. Denebilir ki insan, Allah ile yüz yüze gelmekten çok, bu örgütlenme biçiminin sonucu modern ulus devletle karşı karşıya gelmektedir. Sizin kim tarafından dünyaya getirildiğiniz, hangi ailenin, cemaatin, topluğun ferdi olduğunuz önemli değildir. Ancak modern devletin nüfus kurumuna kayıt yaptırdığınız zaman varlığınız gerçeklik kazanır. Evlenmek istediğinizde yine ona haber vermek, yani kurumlarından birine kayıt yaptırmak zorundasınız. Yakınlarınız istediği kadar dövünüp ağlasınlar, ölümünüz ancak onun kurumlarının verdiği kararla gerçeklik kazanacaktır.(14)İnsanın varlığı sadece iktidarının devamı için zaruret arzeder. İnsan sadece itaat etmesi beklenen üretilmiş materyaldir, daha doğrusu birey olan vatandaştır.
Hayatın hiçbir anında ve alanında birey yaptığı insanı yalnız bırakmadan sürekli takip eden modern devlet gerektiğinde kullarına (!) müdahalede bulunmak için fırsat kollar. Adaletin ve hakkın tesisi ise söz konusu değildir. İçinden çıkılmaz bir girdabı ve dipsiz kuyuların içine atılan birey, hayatını milyonluk şehirlerde yaşasa bile yalnız geçirir. Kontrol edilebilirliğin gereği, yalnızlık girdabıdır.(15)
Kaos, Batı büyüme modelinin ve onu kuran, haklı gösteren kültür modelinin iç mantığıdır.(16) Kaosun hakim olması, gerektiğinde düşman görülen herkesin yok edilmesidir. Yani çağın modern devletlerinin bilinçli olarak uyguladığı bir politikadır, hatta varlık sebepleridir. Kaosu hakim kılanlar amaçsız toplumların savruk hareketlerinden istifade ederek, can çekişen toplulukların üstüne her türlü şiddet ile sökün etmektedir. Mahalli savaşların ortak şiddeti, ikinci dünya savaşından beri bu savaşların yüzlercesine tanık olunmuştur. Aynı halkı soyup soğana çevirmek için bir ekibin yerine bir başkasını geçirmekten başka bir amacı olmayan hükümet darbelerinin baskıları, egemenliklerini terör ve işkence üzerine kuran polis ve asker gücüne dayalı diktatörlüklerin sürekli zorbalıkları, insani yüzlü bir geleceği ve tasarısı olmayan toplumlarımızda, karmakarışıklığın kanunu haline gelmiş oldu.(17)
“Siyasal ve yapısal şiddet ögeleri, devletin ve egemen iktidarın ürünüdür. Bu nedenle devletin ve iktidarın hukuksal statüsünü açıklığa kavuşturmak, devletin bağrında yeşeren ve iktidarca korunan kollanan şiddeti tartışmaya açmak gerekir.”(18)
Modern devlet, siyasal iktidarın dönüşüm ekseninde kurumsallaşmış siyasal iktidara karşılık geldiği için, devletsiz toplumlardan ve kutsallaştırılmış siyasi iktidardan farklı olarak, yasayı söyleyenin de onu uygulayanın da farklı organlara tekabül ettiği bir yapılanma gösterir.(19) Artık yasa-uygulama birliği ortadan kalkmıştır. Yasa-uygulama birliğini ortadan kaldıran modern devlet yapılanması, fiziksel, rasyonel ve hukuksal özelliklere sahiptir.(20)
Modern devletin omurgası meşru şiddet tekelidir. Egemenlik ve sınırlarla birlikte devletin fiziksel yapısını meydana getirirler. Ulus devletler geleneksel, bölgesel, kültürel, dilsel ve etnik farklılıkları düzleştiren merkezi siyasi hükümetler olma niteliklerini, kuruluşlarında etkili olan ve “Farklılığa karşı müsamahasızlık” şeklinde ifade edilebilen modernist ruhtan almışlardır.(21)Ulus devletin karakteri olan “tektipleştirme”nin sağlanabilmesi için, şiddetin kaçınılmaz olduğu vakıadır. Modern devletin kurgusunda, her şeyden önce devlet ‘Bir’dir; farklı güç odaklarına yanında yer vermeyen tek güç.(22) Bununla birlikte, devlet, idari merkezileşme anlamına gelen bürokrasi sayesinde rasyonel bir nitelik kazanır.(23)
Çağdaş dünyada devlet meşruiyetini evvelâ ve bizzat kendisinden alır. İktidarı sınırlandıracak bir güç olamayacağı gibi, iktidar bireylerin ve toplumun iradelerinin üstünde mutlak güçtür. Hukuk ise (toplumun yargısal denetimi anlamında) siyasal iktidarın toplumu tek taraflı olarak kurmanın, egemenin iradesinin topluma dayatılmasının bir aracıdır. Asıl olan ister korku isterse ikna ile toplumun itaatinin sağlanmasıdır.(24) Egemen bunu sağlamak için hiçbir kayıt altında değildir ve “tuzakları tanımak için tilki, kurtları ürkütmek için aslan gibi” olmalıdır.(25) İktidarın varlığı kendisindendir. Faaliyetleri kendi adınadır. Egemenliğin sürekliliği ve bütünlüğü meşruiyetin kaynağının kutsaldan dünyeviye geçmesinde etkilidir.(26) Bu bakımdan Modern devletin meşruiyeti, gayri meşru temelleri üzerine yükselir.(27)
Fiziksel şiddet üzerindeki tekel sadece modern devlete aittir ve bu şiddet modern devletin belli bir işlevini oluşturmaz; aksine onun bütün işlevlerini en ince ayrıntıya kadar belirler. Weber Modern devlet için; “bütün siyasal birlikler gibi, sosyolojik olarak ancak kendine özgü somut araçları açısından tanımlanabilir: o da fiziksel güç ve şiddet kullanımıdır.” demektedir.(28) Buna göre modern devlet, belli bir sınırlar içinde fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğunu ifade eder. Bu nedenle, şiddet tekeli modern devletin belkemiği olarak görülmekte, iktidar şiddet tekelini kendi elinde bulundurmaktadır.(29)
Egemenlik, siyasi gücün kullanımını meşrulaştırmak için yeni bir dayanak oluştururken, yeni bir siyasi iktidar tipi düşüncesini mümkün kılacaktır: Bu ise Devlet ya da kurumsallaşmış siyasi iktidardır. Ve egemen devlet “Bir’dir.”, Machiavelli de meşhur “Prens”inde, hükümdarın siyasi gücünü ‘Bir’ olarak düşünmüştür.(30) Bölünmezlik siyasi gücün kullanılmasına ilişkindir. Somuttur. Süreklilik ilkeye ilişkindir. Kavrama dışsal anlamını kazandırır. Soyuttur ve bu yüzden, egemenliği egemenlik yapan özelliktir. Ölümsüz ve eşizdir.(31)Modern siyasi-hukuki kavramların en belirsizi, en kapalısı olan egemenlik, onun sayesinde, tanrısallıkdışı gizemliliğe kavuşmuştur. Laikleşme diye adlandırılan süreç ya da her siyasi iktidar düşüncesinin vazgeçilmez meşrulaştırıcı unsuru dışsallığın ya da kutsallığın, Batı düşüncesinde bu kez tanrısallık dışında oluşturulması, süreklilikle beslenen egemenlik kavramıyla başlar. Devlet onunla kutsaldır.(32)
Devlet, varlık nedeni ve amacı kendinde bulunan, dolayısıyla özerk bir işleyiş biçimine ve yasalara sahip olan bir aygıttır.(33) Devlet mantığı, bu özerkliği muhafaza eden stratejik ilkeleri yansıtır. İster tek bir kişinin mutlak iktidarı olsun, ister demokratik cumhuriyet, modern devlet öncelikle bağımsız maddi varlığını sürdürmek için çaba harcar.(34) Bunu da kendi hukuki mantığına uygun bir şekilde, gerektiğinde tehdit ve tahrik ederek kuvvet (şiddet) ve baskı uygulayarak, bürokratik olanakları kullanarak ya da teknik ve uzmanlık gerektiren gizli bir siyaset yürüterek yapar. (35)
Tarihsel süreçte devletin insan için var olduğu ve olması gerektiği anlayışı, zaman içerisinde modern anlayışla, insanın devlet için var olduğu anlayışına devşirilmesi, modern kutsalların(36)devleti bütün değerlerin üstüne çıkarmak için kurgulanmış bir gelişme olarak görebiliriz. Modern devletin ürettiği kutsallar bir bakıma, devletin toplum üzerindeki şiddetinin meşruiyetini de sağlamaktadır. Ulus-devlet bu çabasıyla, ürettiği kutsalların meşruiyetinden yola çıkarak, bireyselleşen yurttaşlar üzerinde hâkimiyetini kurmaya çalışır.(37) İdeolojisinde üretilmiş kutsallar olan modern devlet, kendi ideolojisini ve kutsallarını korumak için her türlü şiddeti meşru görecek, devletin ideolojisinin bekası için “Eşref-i Mahlukat” olan insanı bireyselleştirerek yalnızlaştıracaktır.(38) Özne ve nesne yer değiştirecek, özne olan insan devlet karşısında sıradan bir nesneye dönecektir. Devletin gerektiğinde, (hatta hiç gerek olmadan bile) şiddete başvurarak bireye baskısı, özne olanın devlet karşısında nesneleşmesini sağlamaktadır.(39)Klasik yapı olan cemaatten sivil topluma dönüştürülen, sivil toplumda bireyselleşen insan, bütün saldırılara karşı da açık hedef olacaktır.(40)
Cemaat olgusunun yıkılması gerektiği üzerinde duran modern sosyologlar, cemaati modern olanın karşısında duran bir yapı olarak görmüştür.(41) Modern devlet sonrası ortaya çıkan küreselleşme ve kapitalist ideoloji, kendisine direnç sağlayacak bütün yapılara karşı bir mücadele başlattı. Sanayileşme dalgasıyla ve daha yüksek refah seviyesini yakalamak dürtüsüyle insanları, kasabalarından, köylerinden, topraklarından, dini cemaatlerinden kopararak aidiyet hissettiği bütün değerlerinden uzaklaştırdı.(42)
Modern iktidarlar, fabrikaların kurulduğu büyük sanayi kentlerinin her yerine insanları yığdı. Bu yığılma ve terk ediş, sadece mekan değişikliği ile kalmadı. Toplumsal ilişkileri de köklü bir değişime uğrattı.(43)Kendisini yabancı bir dünyada ve yaşam alanlarında bulan, toprağından ve cemaatinden kopmuş birey olmuş insanlar, her türlü baskı ve saldırıya karşı dirençlerini de kaybetti. Toplumsal bağlardan özgürleşmek, “özgür” kişiyi doğanın ezici üstünlükleri karşısında yalnız bıraktı.(44) Değerlerini ve dirençlerini kaybedenler ise, hem kendisine hem de hayata yabancılaşmaya başlar.
Yabancılaşmış insanda düşüncenin niteliğine bakıldığında, onda zekânın geliştiğini, aklın nasıl yozlaştığını görmek şaşırtır insanı. Bu insan içinde bulunduğu gerçekliği çok doğal bir şeymiş gibi kabul eder. Bu gerçekliğin arkasında ne bulunduğunu, her şeyin neden böyle olduğunu, işlerin nereye gittiğini sormaz bile. Sorgulama yenilebilir, sezgi de üretilebilir bir şey değildir. Her gün gazeteleri sanki bir göreviymiş gibi düzenli olarak okumasına rağmen, siyasi olayların anlamının kavranmasına karşı, insanı gerçekten korkutacak bir eksiklik vardır.(45) Yönlendirilmiş doğruyu sorgulamadan, akletmeden kabule hazırdır.
Artık modern devlet politik bir makinedir, Kadir-i Mutlak iktidar projesidir.(46) Modern devlet, milletin dinini, dilini, alışkanlıklarını, geleneklerini, göreneklerini, kültürünü, giyim biçimini, kısaca her şeyini, değiştirme ve onların yerine yenisini koyma gücüne ve hakkına sahiptir. Modern devlet modern algının tasavvurunda kurgulanmıştır ve Batı’ya aittir. Batı ise, kan, gözyaşı, zulüm, sömürü, şiddet üzerine yükselmiş, duvarları insan iskeletlerinden, harcı kanla karışmış bir üretilmiş olgudur. Alçaklığın evrensel tarihini yazmış-yaşamış-yaşatmıştır. Sadece 20. Yüzyılı göz önüne aldığımızda katliam çağını başlatmış,(47) iki dünya savaşını yapmış, milyonlarca insanı katletmekten kaçınmamıştır. Önceki tarihlerde ise Batı dünyasında neler yaşandığını görmek için kısa bir tarihi araştırma yeterli olacaktır.(48)Şiddetin üzerinde kurgulanan modern düşünce, ürettiği ulus devletlerle birlikte, kendisini Tanrı yerine koyarak, şiddeti kendi tasarrufunda tanımlamıştır. Batıya ait modernlik ideolojisi de, kul fikri ve bu fikrin dayandığı Allah fikri yerine başka bir şey koymuştur. Modernizmin yandaşları, ne toplumun ne tarihin ne de bireysel yaşamın insanın önünde boyun eğmesi gereken ya da büyü yoluyla etkilenebilecek yüce bir varlığın iradesine tabi olduğunu söylerler.(49) İnsan yaratıcısından bağımsız, akli melekeleriyle yolunu bulmaya çalışan bir zavallıdır. Dolayısıyla yolunu bulması sadece iktidarların gösterdiği yöntemlerle ve direnmeden kabulle olacaktır.
Dipnotlar:
1-Abdurrahman Saygılı “Mikro-İktidarın Bir Fiziği: Hapishane”
2-Maurice Duverger “Siyasal Rejimler” çeviren Teoman Tunçdoğan sayfa 10
3-Gülay Özdemir Akgündüz “Foucault’da İktidar ve Beden İlişkisi” Akademik Bakış Dergisi Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
4-“Peter Wagner Modernliğin Sosyolojisi” çeviren Mehmet Küçük. Modernite’nin temelinin yaratıcı biçimde yıkmak olduğu kabul edilir. Modern devlet, modern öncesi öncüllerinden farklı olarak gündelik hayatın içerisine kadar girebilen ve gündelik hayatı biçimlendirebilen devlettir. Yönetsel kurallarla modern devlet öznelerin ve yurttaşların hayatlarına müdahale edebilmektedir. Biçimselleşme, dünyayı yeniden yorumlamak ve yönetilebilirliği artırmak kaygısı ile dünyayı oluşturan öğeleri yeniden sınıflamanın bir yoludur. Bu yol, daima sınırlandırıcıdır ve indirgeyici bir süreç olarak, gerçekliği tayin edici niteliklere indirgeyerek kavranır kılar. Kısaca muktedir kılıcıdır. Muktedir kılmayı da kurumlar aracılığı ile yapmaktadır. Çünkü kurumların bireyleri yeniden ve daima şekillendirici özellikleri vardır.
5-Uğur Alacakaptan “Suçun Unsurları” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 372 sayfa 8
6-Devletin Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu bulunmakta, ilgili kanun bu Kurumun görev ve yetkilerini düzenlenmekte ve tütün ve tütün mamullerinin Türkiye’de üretimine, iç ve dış alım ve satımına ilişkin usul ve esasları içermektedir. Kanun Numarası: 4733 Kabul Tarihi: 3/1/2002 Yayımlandığı R. Gazete: Tarih: 9/1/2002 Sayı: 24635 Yayımlandığı Düstur: Tertip: 5
7-İşin garip yönü, aynı iktidar, alkolle ve uyuşturucuyla mücadele ettiğini de ileri sürer. Bu konuda Meclis Araştırma Komisyonları Kurar. https://www.tbmm.gov.tr/docs/madde_kullanimi_ve_bagimliligi.pdf
8-6487 Sayılı Kanun ile 2918 sayılı Kanunun 48 inci maddesi: “Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı” Madde 48- Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.
9-Devletin sektörle ilgili, “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü” bulunmaktadır. http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/2.4.5984.pdf
10-Vergi dairelerinin girişinde yazan, M. Kemal’e atfedilmiş bir söz
11-Medya ve İktidar -hegemonya, statüko, direniş- Hazırlayanlar: Esra Arslan-Savaş Çoban sayfa 27
12-Anthony Giddens Mahremiyetin Dönüşümü çeviren İdris Şahin sayfa 25
13-Furkan Kararmaz, Polisin Hukuka Uymak Konusundaki Gönülsüzlüğü Üzerine Bir Tartışma Hacettepe Hukuk Fak. Dergisi 3(2) 2013, 153–160
14-Abdurrahman Arslan – Modern Dünyada Müslümanlar sayfa 290
15-Alaın Toraıne – Modernliğin Eleştirisi sayfa 123
16-Roger Garaudy – Yaşayanlara Çağrı sayfa 23
17-Roger Garaudy –Yaşayanlara Çağrı sayfa 21-İktidarın baskısı altında yaşamak, amaçlarla ilgili olarak “niçin” sorusunu değil de, yalnızca araçlarla ilgili olarak “nasıl” sorusunu sürekli gündemde tutar.
18-Walter Benjamin Şiddetin Eleştirisi Üzerine sayfa 13
19-Ayşe Sair Öz-Kameralizm ve Osmanlı Devletine Etkileri sayfa 8
20-Kuvvetler ayrılığı prensibi, modern devletin hukuksal yapısını gösteren en belirgin özelliğidir.
21-Gürsoy Akça Postmodernite ve Ulus Devlet Sosyal Bilimler Dergisi sayfa 234- Modern olanın aşılmışlığını vurgulamak için “postmodern” terimiyle ifade edilen bu dönemde modernliğin diğer kurumları gibi ulus-devletler de farklı olana müsamahasız olma ve ulusal bütünlük adına onu değişik araçlarla özgünlüğünden etme bağlamında eleştirilmiştir. Ayrıca postmodern toplumsal koşulların, toplumsal alanda meydana getirdikleri değişimlerin ulusal bir bütünlüğü imkansızlaştırdığına vurgu yapılmıştır.
22-Cemal Bali Akal, İktidarın Üç Yüzü sayfa 16
23-Abdurrahman Saygılı “Modern Devletin Çıplak Sureti” AUHFD, 59 (1) 2010: sayfa 63
24-Halis Çetin C.Ü. İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü – Egemenlik ve Hukuk İlişkisi Üzerine (C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2002
25-Ahmet Keskin Machiavelli ve Makyevelizm BeytülHikme 5 (1) 2015
26-Cemal Bali Akal, İktidarın Üç Yüzü sayfa 16
27-M. Hilmi Özev-Meşruiyet Kavramının Dönüşümü – Meselâ adalet Allah’ın adaleti adına değil, devlet adına tesisine çalışılır; suçlulara ceza Allah’ın emri adına değil, devlet adına verilir; evlendirme dairelerinde insanlar Allah adına değil, devlet adına karı-koca ilân edilir. Kurgulanan modern Devlet tasavvuru, Allah’a kulluktan koparılıp, devlete vatandaş yapılan insanların yeni ilahı olmuştur.
28-Taner Yelkenci-Devlet mantığı
29-Mithat Sancar-Şiddet, Şiddet Tekeli ve Demokratik Hukuk Devleti 2 Dogu-Batı Dergisi Yıl:4 Sayı:3,Sayfa: 25-45
30-Ernst Cassier-Devlet Efsanesi saya 334
31-1982 Anayasasının başlangıcındaki ifadeler: “Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda. Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde…
32-Cemal Bali Akal-Sivil Toplumun Tanrısı- sayfa 72
33-Taner Yelkenci-Devlet mantığı
34-Cemal Bali Akal-İktidarın Üç Yüzü sayfa 61
35-Walter Benjamin Şiddetin Eleştirisi Üzerine sayfa 23- Devletin şiddet tekelini bireye karşı ele geçirmekteki menfaati, hukuksal amaçların korunması saikiyle değil, hukukun salt kendisini koruma saikiyle açıklanabilir.
36-Akif Emre-Modern Kutsallık Yeni Şafak 4 Eylül 2014 Ulus-devletin kutsalları vardır: Bayrak, milli marş, ulusal idoller gibi. Modern seküler hayatın idolleri olan sanatçılar, yazarlar, politikacılar, medya yıldızları Ortaçağ”ın kutsanmış azizleri gibidir. Hayattan çekilen dinin yerini seküler siyasetin doldurmuş olması onun kutsanmasına engel değil, Modern kutsallığın “yeni din”le kol kola girebilmesi de şaşırtıcı değil.
37-Abdulvahap Akıncı Modern Ulus Devletlerin Doğuşu Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi – Sayı 34 – Aralık 2012 sayfa 64) Ulus-devlet, aile, cemaat, köy, aşiret gibi birincil toplumsallık alanlarının yerine devlet merkezli olan ikincil toplumsallaşma alanını geçirmeye çalışmaktadır. Yani devlet merkezli alanın daha üstün bir konum elde etmesi sürecinin hem kurulanıdır, hem de kuranı. Ulus-devlet tasavvuru, birçok yerde geleneklerin durağanlığını kırmayı, bölgesel güçlerin baskısına başkaldırmayı ve cemaatten bireye geçişin bir sentezi durumundadır.
38-Modern düşüncede bireyselleşme, hegemonyanın toplum üzerinde devamı için olmazsa olmaz gerekliliktir. İnsanlar bir cemaat halinde ve birbirlerine aidiyet duygusuyla yaşadıkları sürece, hegemonik güç, topluma sirayet edemeyecek, arzuladığı iktidar baskısını sağlayamayacaktır. Bu gün için bireysel özgürlüklerin sürekli olarak gündemde tutulmasının gizli niyeti, cemaatin parçalanması, insanların yalnızlaştırılmasını sağlama amacını gütmektedir.
39-Michel Foucault’un Özne ve İktidar eseri konunun meraklıları için başvurulacak bir kaynak olabilir.
40- ErichFromm Özgürlük Korkusu sayfa 40
41-Ramazan Yelken Cemaatin Dönüşümü sayfa 86. Cemaat hep geleneksel tarafa ait olarak algılana gelmiştir. Modern düşünce, eskiye ait ne varsa yıkmayı hedeflediği için, cemaati ve geniş aile yapılarını da ilk hedef olarak görmüş, sanayileşme ile birlikte eritmeyi hedeflemiştir.
42-Nilüfer Talu Modernlik Söylemi: Endişeli Bakışlarda Modern Birey METU JFA 2010/1 (27:2) 141-171
43-Ramazan Yelken Cemaatin Dönüşümü sayfa sayfa 89
44-Zygmunt Bauman Özgürlük sayfa 72 Bu nedenle, insan topluluğundan ısrarcı bir şekilde ayrılmak, korunmasızlık ve artan belirsizlik denilen ikiz lanetleri içerir: Bunlardan her ikisi de özgürlüğün hayal edebildiğimiz tüm kazanımlarını kayba dönüştürmeye yeterlidir.
45-Erich Fromm Sağlıklı Toplum sayfa 160
46-Selçuk Erincik “Hobbes: Tanrı Devleti’nden Tanrı Devlet’e Journal of IslamicResearch 2015;26(1):10-23
47-Eric Hobsbawm Kısa 20. Yüzyıl Aşırılıklar Çağı sayfa 37
48-Hüsamettin Çetinkaya Batı’yı Anlamak sayfa 8
49-Alaın Touraine-Modernliğin Eleştirisi sayfa 28