Birkaç zamandır ders çalışıyorum Türkiye’deki tabakalaşma, toplumsal sınıflar ve gelir adaletsizliği üzerine. Doğrusu hem iç karartıcı hem de ufuk açıcı bir çalışma oluyor benim açımdan. Allah izin verirse çeşitli yazılar yazacağım meseleyle ilgili.
Tartışma eski ve uzun ama bir noktada özet bir bilgi vererek başlamak lazım. Türkiye’de devlet bağımsız bir orta sınıfın oluş(a)maması ve gelinen noktada hem yerleşik hem de son yirmi yılda oluşan orta sınıfın biriktirdiği güvensizlik siyasetin de sosyolojinin de belirleyici faktörü. Yaşam alışkanlıklarını, tüketim kültürünü, gündelik rutinlerini “orta sınıf” olmak üzerinden belirleyen ve günümüzde giderek genişleyen bu sosyolojik kesim kendini güvende hissetmediği oranda politize oluyor. Politize oldukça kutuplaştırıcı-kayırıcı bir siyasal dil belirliyor ve giderek “kendi sınıfında kalabilmek” için her türden çılgınlığı yapabilecek bir düzleme ilerliyor orta sınıf.
Temelde rahatsızlığının ‘rutinini sürdürememe korkusu” olduğunu anlatamıyorsunuz üstelik bu sınıfa. Sürekli “büyük okumalar” yaparak bir çıkış yolu, bir güvenlik alanı arıyor.
Öteden beri “aslında bütün seçimlerin belirleyeni kararını son anda veren kararsızlardır” cümlesi artık Türkiye’deki verili siyasal yönelimleri izah etmiyor. Bir çeşit “orta sınıf mücadelesi” olarak okumak daha doğru olacak artık bu süreçleri. En azından şimdilik…
Dikkat isterim: Üst sınıfa çıkamayacağını net şekilde hisseden orta sınıf, alt sınıfa her an inebileceğinin korkusuyla yaşıyor. Çünkü bir taraftan gösterişçi tüketim kültürünün bir ferdi haline gelmiş, bir taraftan da krediler-vergi borçları-kredi kartları v.d üzerinden borçlandırılmış. Üstelik ülkenin ekonomisini döndürme ve entelektüel farkındalık vazifeleri bu grubun işini daha da zorlaştırıyor. Şehrinin mimari açıdan bozulmamasını da dert ediyor, gayrı safi milli hasılayı da, beka meselesini de, kutuplaşma dilini de. Fakat bir dakika! Problem ettiği meseleleri değiştirmek için inisiyatif al(a)mama refleksi de yine bu sınıfın belirleyici refleksi. Risk almak yerine “ikame bir siyasal dil geliştirerek” bir çeşit “umut/tatmin/güvenlik” alanı oluşturuyor kendine.
Haydi örnek verelim: Şehrinin betonlaşmasına da mimari bozulmaya da karşı ama betondan yapılma 35 katlı bir residenceda yaşamak en büyük hayali. Şehri kendisinin değil, başkasının düzeltmesini arzuluyor. O yüzden siyasal söylemini “ikame” hale getiriyor. Kutuplaşma dilini üretirken aynı zamanda bu dilin ortadan kalkması için birilerinin sorumluluk alması gerektiğine inanıyor samimiyetle.
Başka bir yerden ilerleyeyim. Sınıflar ve tabakalar arası eşitsizliğin doğal sonucu toplumsal çatışmadır aslında. Fakat orta sınıfın güvensizliği ve Alev Erkilet Hocanın “sınıf-altı” olarak tespit ettiği yeni toplumsal sınıfın devlet güvencesi ile yaşama tutunması bu toplumsal çatışmayı öteleme işlevi görüyor. (Sınıf-altı toplumsal katmanın genel özellikleri ise bambaşka bir yazının konusu. 2000’li yılların başında Türkiye’de olmayan sınıf-altı grupların şu an oranı %6’lara dayanmış durumda. Bu, toplumsal felakete ramak kalmış demektir.)
Türkiye, gelir adaletsizliği göstergeleri bakımından dünyanın ilk beşinde uzunca süredir. 2018 verilerine göreyse Çin ve Hindistan’ın ardından üçüncü. Toplumun en fakir %10’luk dilimi ile en zengin %10’luk dilimi arasındaki gelir farkı 15 kata yaklaşmış durumda.
Toplumsal değişim, tabakalaşma ve eşitsizlik konularında Türkiye’nin en yetkin isimlerinden biri olan Lütfi Sunar Hocanın tespiti şu yönde: “Türkiye, gelir adaletsizliği ile yapısal bir mücadele vermek yerine ‘mutlak yoksulluk ile mücadele’ yöntemini seçerek bir sosyal optimizasyon yapmayı deniyor. Hem kentlerde hem de köylerde ‘devlet yardımı’ ile hayatta kalmaya çabalayan insanlar için kalıcı çözüm bu değil oysa.”
Bu, şu demek: Toplumun en altındaki yüzde 10 ile en üstündeki yüzde 10 arasındaki gelir uçurumu sağlıklı, bilinçli ve (müdahaleci değil) düzenlemeci bir bakışla ele alınmazsa hem güvensiz orta sınıfta yani prekaryada, hem de sınıf-altı toplumsal katmanda çok büyük sosyolojik dönüşümler, değişimler olacaktır. Ve o değişim örgütlü yapısını çoktan kaybetmiş işçi sınıfından değil “can derdine düşmüş” sınıf-altı toplumsal katmanla güvensizlikten ne yapacağını bilemeyen orta sınıftan gelecektir.
“Sermayenin eşit şekilde dağılımı” Türkiye’nin en dipten ilerleyen ve en net sorunudur. Pansuman, yardım kolisi, dul maaşı falan değil yeni ve adil bir toplumsal mutabakat çözer bu işi. Çare sadece “mutlak yoksullukla mücadele” değil, çok kazananın az kazananla arasındaki uçurumu hızla doldurmaktır.
Yoksa o keten helva yanar.
Devam edeceğim inşallah buradan konuşmaya.